Semih İdiz
(Milliyet, 19 Eylül 2012)
Independent gazetesinin sivri dilli Ortadoğu uzmanı Robert Fisk’e göre, Türkiye Suriyeli mücahitler için “silah aktarma ve eğlence ile dinlenme merkezi olma” rolünü üstlenmiş durumda. Fisk, 17 Eylül tarihli yazısında, “Türkiye’nin bu durumda Ortadoğu’nun Pakistan’ı haline gelip gelmeyeceğini” sormuş.
Ancak bu endişeyi duymak için Fisk’e gerek yok. Türkiye’de de iktidarın memleketi Suriye konusunda birtakım oldu bittilerle karşı karşıya bıraktığına inananların sayısı hiç de az değil.
Bu arada, Cenevre merkezli BM İnsan Hakları Konseyi’nin geçtiğimiz günlerde yayınladığı raporda, Suriye’de hem hükümete bağlı güçlerin, hem de Özgür Suriye Ordusu’nun sivillere karşı savaş suçu işlediği bildiriliyor.
Raporda ayrıca Suriye’de çarpışan çok sayıdaki “yabancı unsura” işaret ediliyor. Çeşitli ülkelerden gelen mücahitlerden bazılarının Suriyeli muhalefet ile bazılarının ise tümüyle bağımsız hareket ettikleri belirtiliyor.
Raporu hazırlayan heyetin başkanı Paulo Pinheiro, gazetecilerin sorularını yanıtlarken, ellerinde uluslararası mahkemelerde davaların açılmasını sağlayacak çok sayıda ismin ve delilin olduğunu söylemiş.
İtiraz etmek çelişki olur
Suriye’deki “yabancı unsurlar” hakkındaysa, “krizin en korku verici yanlarından biri bu unsurların kendi gündemlerine göre hareket ediyor olmalarıdır” diye konuşmuş. Bu unsurların Suriye’ye komşu ülkelerdekilere benzer eylemlerde bulunduklarını da belirten Pinheiro burada, kuşkusuz, özellikle Irak’ta ardı ardına düzenlenen bombalı terör saldırılarını kastediyor.
Başından beri Esad karşıtı ve muhalefet yanlısı olan tek boyutlu bir politika güden AKP iktidarının, BM İnsan Hakları Konseyi’nin Suriye’de iki tarafı suçlayan ve yabancı mücahitlerin ülkede cirit attıklarını belirten bu raporunu sevmesi mümkün değil.
Nitekim Dışişleri Bakanlığı’ndan rapor konusunda herhangi bir açıklamanın yapılmamış olması dikkat çekiyor. Başbakan Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Davutoğlu ise, Türkiye’de bu rapordakilere benzer şeyleri söyleyenleri “Baasçı” olarak damgalıyorlar.
Ancak AKP, BM İnsan Hakları Konseyi’nin raporunu açıkça eleştirecek durumda değil, çünkü Konsey’in hem İsrail’in Gazze’ye saldırıları, hem de Mavi Marmara hakkındaki raporlarına bel bağlamış durumda. Konseyi keyfe göre övmenin veya yermenin Ankara’yı çelişkili bir duruma sokacağı aşikar.
Türkiye’de mi saklanıyorlar?
30 yıldır yaşadığı Ortadoğu’yu birçok bölge gazetecisinden daha iyi tanıyan Fisk’in söylediklerini İnsan Hakları Konseyi’nin bulgularıyla birleştirince, ortaya Türkiye açısından çok da iyi bir görüntü çıkmıyor. Bu durumda Türkiye, Beşar Esad gibi, sivil halka karşı suç işleyen muhalifleri desteklemiş oluyor.
Dahası, Pinheiro “elimizde isimler var” dediğine göre, “bu suçlulardan bazıları Türkiye’deki kamplarda mı saklanıyor?” sorusu akla geliyor. Bu sorunun altında, Türkiye için gelecekte baş ağrıtacak birçok nahoş olasılık da yatıyor.
Türkiye’nin ayrıca, “yabancı mücahit unsurlar” için hem saldırı üssü, hem güvenli bölge, hem de dinlence merkezine dönüşüp dönüşmediğine dair soruların akla gelmesi de bu durumda kaçınılmaz oluyor.
Suriyeli mülteciler için hazırlanan ve etrafında kuş uçurtulmayan Apaydın Kampı’nın kapısında yaşananlar ve kampı çevreleyen büyük sır perdesi ise bu gibi soruların daha fazla sorulmasına neden oluyor.
Uzun lafın kısası, AKP bu Suriye meselesinin içinden pek kolay çıkamayacak galiba. Gelişmeler bunu gösteriyor. Buna rağmen Davutoğlu, AKP’nin Suriye konusunda doğru yolu izlediğini hala ısrarla söylüyor. Kamuoyunu bu konuda niçin ikna edemediğini ise pek merak etmiyor.
Fakat bunu merak etmesi için kendisi ve AKP açısından bir neden de yok. Sonuçta, yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen, AKP’nin elinde “iki seçmenden birinin oyu” yok mu? Yoklamalar da bu desteğin sürdüğünü göstermiyor mu?
Öyle görülüyor ki bazı şeylerin idrak edilmesi için kabağın başımızda iyice patlaması gerekiyor. Öte yandan Fisk’in sorusuna dönersek, yanıtı ortada. Evet, AKP’nin tek düze Suriye politikası sayesinde, Türkiye Ortadoğu’nun Pakistan’ına dönüşüyor.