Bugünün siyasetinin parçası haline gelmiş olan geçmişteki olaylar hızla tarihsel niteliklerini yitirirler.
Belirli bir dönemin, zihniyetin ve karmaşık ilişkilerin ürünü olmaktan çıkıp, bugün bize anlamlı gelen bir siyasi öznenin iradesi olarak sunulurlar. Soykırım gibi olaylar ise doğrudan mağdurla faili özneleştirir. Bir anda 'Ermeniler' ve 'Türkler'den söz edilmeye başlanır. Sanki bunlar homojen birer varlıkmış ve açık seçik niyet ve amaçlara sahiplermiş gibi... Böylece her toplumun veya cemaatin içindeki farklılaşmalar, çelişkiler ve ayrışmalar gözden kaçar. Mesele faille mağduru karşı karşıya getirdiği ölçüde, mağdur tarafın tümü mağdur edilmiş, fail tarafın tümü de o faaliyetin parçası olmuş gibi sunulur.
Ermeni milliyetçiliği bunu yıllarca yaptı ve hâlâ da yapıyor... 'Türkleri' tümden suçlamayı mümkün kılan yüzeysel ve kategorik bir dil kullanıyor. Ama muhtemelen Ermeni soykırımının bugün neredeyse bütün dünyada ve akademik alanda bir vakıa olarak kabulünün getirdiği bir rahatlama sayesinde, söz konusu suçlamanın nüanslı hale geldiğine tanık oluyoruz. Yıllar önce bir Ermenistan seyahatinde en milliyetçi parti olan Taşnakların ikinci başkanı, gazeteci arkadaşlardan birinin İslam'la ilgili bakışlarını sorması üzerine şöyle demişti: "Bizim İslamiyet'le hiçbir sorunumuz yok ve olamaz da... Birçoğumuzun ana babaları Müslüman komşuları sayesinde hayatta kaldı. Biz Türk milliyetçiliğine karşıyız."
Bugün Türkiye'ye bakıldığında en çarpıcı olgulardan biri, Taşnak partisi yetkilisinin bile teslim ettiği bir gerçeğin hâlâ Türkiye'de görülmemesi ve reddedilmesidir. Oysa en hafif tabiriyle 'kovulan' komşulara sahip çıkmak insani bir olay ve her toplumun gurur duyacağı bir haslet. Acaba Türkiye'nin Müslümanları açıkça kendilerini yücelten bu davranışlarını niçin unutmayı tercih ettiler? Türk milliyetçi tarihçileri Ermeni tehcirinin bir soykırım olmadığını kanıtlamak üzere, tehcirin tüm Anadolu'dan yapılmadığını sıklıkla vurgularlar. Böylece sadece 'suçlu' Ermenilerin tehcir edildiği gibi bir izlenim yaratmaya çalışırlar. Ne var ki İstanbul ve İzmir'de tehcirin 'hafif' geçmesi ve genelde sadece bekâr erkekleri içermesi, bu illerin dünyanın gözü önünde olmasıyla bağlantılıdır. Ama tehcir edilmeyen Ermeniler sadece bu büyük illerde değil, örneğin Kastamonu, Kütahya ve daha birçok yerde de karşımıza çıkmaktalar. Çünkü buralarda hükümetin talimatına uymayan ve bunu Müslümanlık anlayışlarıyla açıklayan mülki amirler vardır. Diğer bir deyişle Ermeni tehciri sadece sıradan Müslümanların değil, birçok devlet memurunun da insani değerlere sahip çıkmaları şeklinde bir tepkiye neden olmuş ve bu memurların birçoğu azledilme, hatta ölümle cezalandırılmıştır.
Ama Türkiye yıllar boyunca ısrarla bu Müslümanları hatırlamaktan imtina etti. Buna karşılık Türk Tarih Kurumu'nun ürettiği uyduruk birkaç cümleyi 'açıklama' olarak ezberlemeyi seçti. Bunu yaparken Türkiye Müslümanları aslında bizzat kendi tarihlerini, kendi aile büyüklerinin manevi mirasını reddetmiş oldular. Dolayısıyla kendilerini fakirleştirdiler, Türk kimliğini üstlenirken devlete yaranma uğruna bizzat kendilerini reddettiler.
Bu süreç işlerken dramatik bir olay daha yaşanmaktaydı... Ermeniler köyler halinde ihtida ettiler ve Müslümanlaşarak tehcirden kurtulmaya çalıştılar. Bu öyle bir noktaya geldi ki, hükümet bundan böyle ihtida etseler dahi Ermenilerin tehcirden kurtulamayacağını belirten bir genelge çıkarmak zorunda kaldı. Ama milliyetçiliğin yarattığı körlük her iki tarafın da bu insani çırpınmayı unutmasına neden oldu. Ermeni milliyetçiler dönmeleri yok sayarak ölü sayısını artırmayı hedeflediler. Türk milliyetçiler ise kendi 'ırklarının' temizliğini korumaya çalıştılar. Bir kez daha tarih bugünün kimliklerine ve siyasetine kurban edilirken, kimse bu 'iki dinden avare' insanların gerçekliğine, hayatlarına, ruhlarına bakmaya yeltenmedi.
Türkiye'nin Ermeni soykırımı meselesinde ilk yapması gereken, kendi insanlarına onların geçmişini de kucaklayacak bir biçimde sahip çıkması olmalı. Türkiye hem kendi yüce gönüllü Türk ve Kürt Müslümanlarını, hem de hayatta kalma uğruna ihtida eden Ermeni Müslümanlarını 'tanımalı'... Bu tanıma, soykırımın tanınmasından çok daha önemlidir. Çünkü hem dünyaya insani değerleri öne çıkaran bir mesaj verilmesini ima eder, hem de Türkiye'nin kendisiyle barışmasının temel adımlarından birini oluşturur, hem de devlet ideolojisine mesafe alınması ve bugünün demokratikleştirilmesi sürecini besler. Ama en önemlisi ruh sağlığına yeniden kavuşmamızın habercisi olur...
Gerçek toplumların karmaşıklığını ve iç zenginliğini görmezden gelmek o kültürün zaman içinde yavanlaşmasına neden olur. Hele farklı toplumlar arası ilişkilerin yarattığı ilave melezleşmeleri de siyaseten mahkum ederseniz, geriye güdük, kavruk ve ruhsuz birtakım kimlikler kalır. Ermeniler de Türkler de kendilerine bunu reva gördüler... Şimdi kendimize bakmanın ve hüzünlü ama özgüvenli bir gülümseyişin zamanı...