Ümit Kıvanç *
Beylik laflar boşuna beylik konumunu kazanmıyor, ağızlara sakız olan durduk yerde olmuyor. Bunlardan biri: Elindeki tek alet çekiçse bütün meseleleri çivi olarak görürsün. Vurursun-çakarsın, çakarsın-gömersin, vurursun-kırarsın... "Eski Türkiye"yi yöneten zorbaların hayatta bildiği, becerebildiği işler bunlardı. Yenisinde de farklı olmayacak anlaşılan.
Türklerin yöneticileri, siyasetçileri, kamuoyuna akıllar fikirler yayanları, Kürtlerle birlikte yaşamak istiyor mu? Sözüm ona istiyor. Galiba sadece bir karış toprak muhabbetinden ötürü, yani Misak-ı Millî sınırları bozulmasın diye istiyor. Toplumsal hayat içerisinde iç içe geçmiş milyonlarca insanı birbirinden koparmaya kalktığınızda olacak biteceklere dair kimsenin en küçük fikri, daha mühimi, endişesi yok, orası belli. Şuursuzluk millî hasletlerimizin en önde gelenlerinden. Resmen şu hayatî soruyla karşı karşıyayız: Türkiye'yi bir arada tutmak mümkün olabilecek mi? Bu soru duyulmuyor mu, görülmüyor mu, ne oluyor?
Bugüne kadar Kürt meselesini tedavisi giderek imkânsızlaşan, kangren benzeri bir illet haline getiren tutum, işte o, eline çekiç almış sağa sola savuran zorbaların tutumuydu. Onların bulabildiği çözüm, ötekiler pısıp oturana kadar yeterince Kürt öldürmek ve süründürmekti. Fakat hesap tutmadı. Onlar vurdukça Kürtler pısıp oturacaklarına daha çok ayağa kalktılar. Geldiğimiz nokta, 40-50 bin cansız bedenden sızan kanları üstüne sıçratmadan kimsenin adım atamadığı koca bir ülke, birikmiş hınçlar, empati gelişeceğine, karşılıklı tahrik edilen milliyetçi-ırkçı kin-nefret duyguları.
"Yeni Türkiye"cilerin vaat ettiği çözüm süreci tam da oluşmuş bu feci ortam yüzünden umut ışığıydı. Kendi ülkesini talan etmekle meşgul gözü dönmüş soygunculara, din sömürücüsü zalimlere başkalarının -ve elbette Kürtlerin en az yarısının- her şeye rağmen gösterdiği tahammülün tek sebebi buydu. Hâlâ da bu.
Ancak çözüm sürecine yasal dayanaklar oluştururken görüldüğünde hükümet bir elini arkasına saklıyor sanki. O elinde çekiç var. Desteksiz, dayanaksız, hayalperest Ortadoğu politikası görüşü bulandırıyor, çekiç net olarak seçilemiyor olabilir. Ama bu bir çekiç. Ve şimdiden birkaç yere indirildi. Epeyce hasar yarattı.
Ne demektir Kobanê'de insanların katledilmesine rıza göstermek? Katillere yardım, katliamı teşvik etmek, hele, ne demektir? Hükümetin verdiği izlenim, Kobanê'yi ele geçirmesi için İD'e yardım ettiği yolunda. Ortaya çıkan irili ufaklı bin türlü karineden sonra inkârı imkânsız, ama diyelim ki açıkça yardım etmiyor. Cumhurbaşkanına tapan kadro ve kalabalıklar dışında buna inanabilecek kimse kalmadı ki! En önemlisi şu: Kürtler, hükümetin, kendilerini katledecek bir örgüte yardım ettiğini düşünüyorlar. Rojava'daki devrimci yönetimi yıkmak, düzeni bozmak için TC hükümetinin İD'i vekil kılıp üzerlerine saldırttığına inanıyorlar. Evet, buna inanıyorlar.
Çözüm süreci ne için var? Ne için yürütülüyor? Kimlerle ne çözülecek? Kürtlerle birarada nasıl yaşanacağı değil mi meselemiz? Bu meseleyi, kendilerini katlettirmeye çalıştığınıza inanan insanlarla mı "çözecek"siniz? Bugün "Kürt meselesi" diye adlandırılan karmaşık meselenin, uzaydan bakınca bile gözüken, en belirleyici hattı, Kürtlerin gönül kırıklığı ve manen kopmuşluğudur. Bu, Cumhuriyet tarihi boyunca bu insanlara çektirilen onca eziyetten çok daha elim ve vahim olmak üzere, 1990'lardaki fecaat karşısında Türk toplumundan en ufak bir üzüntü kırıntısı, en cılız bir duygudaşlık dahi görememiş olmaktan ileri geliyor. Çözüm süreci teklifi, bu -esas- derde ilaç olabilecek bir hamleydi. Fakat, haddinden fazla sıkça, "biz olsak asardık" türü densizliklerle zedelenmiş olmasını bir yana bırakın, çıkan en küçük pürüzde Kürtlere bu kadar rahat ateş edilebilmesi, çatışmasızlık ortamında dahi kaç insanın (kadınlar, çocuklar...), üstelik elinde silah, hattâ taş vs. yokken, (meselâ Rojava'den gelirken) öldürülmesi, ilacın son kullanma tarihinin henüz piyasaya sürülmeden geçmesi sonucunu doğurdu. Çözüm sürecinde hiçbir adım atılamaz, demek değil bu; maneviyat düzelmez. Maneviyat düzelmeyince de kağıt üzerinde çözdüğünüz hiçbir şeyin kalıcı garantisi olmaz.
Belki yeni bir ilaç denemek mümkündü. Kobanê, bütün olarak Rojava bunun için güzel bir fırsattı. Fakat ne oldu? Tam tersi. Hazır İD gibi, hem vekalet verip bir sürü iş gördürülebilecek hem de sonra yok edilmesi için çalışılabilecek bir "imkân" varken, ilaç milaç bırakılıp yine çekice başvuruldu. Ve Kürtler bir defa daha, TC'nin aslında kendilerini yok etmeyi, topraklarından etmeyi, zayıflatmayı, azaltmayı, etkisizleştirmeyi... planladığı tespitiyle yüz yüze kaldılar.
Büyük siyasî amaçların, girift stratejik hesapların yanında esamisi okunmayan ve belki dümdüz psikolojik diye nitelenebilecek etkenlerin, toplumların olağan hayatını şekillendirmede başka her şeyden çok daha etkili olabileceğini biliyoruz. Siyasetler ve stratejiler, yönetenler, egemenler, dünya liderleri, önderlikler vs. için hayatın esası; ama sıradan insanlar, toplumlar bunlarla yaşamıyor.
"Türkiye", Kürtlerin güvenini kaç defa daha kırabileceğini sanıyor? Yapılan edilenin insanları nereden nereye sürüklediğini hepimiz yaşadık gördük, hissettik. Yöneticiler hiç farkında değiller, demek şuursuzluk olur. O halde nedir? Çekiçle mi çözülecek? Çözüm için uğraşacaksanız, karşınızda sizi potansiyel katili olarak gören birileri mi bulunsun istersiniz, bunca kırılmışlık ve acıdan sonra yavaş yavaş barıştığınız birileri mi? Devlet olarak Kürtlere nasıl davrandığınız, herhangi bir müzakerede görüşülecek en önemli gündem maddesinden daha belirleyicidir. "Psikolojik etken", eğer bir "çözüm" olacaksa bundan sonrasında neler olacağını da belirleyecek başlıca etken olacaktır. TC'nin Rojava politikası, çözümcü bir politika değil. Tam tersi.
Bunun sonucu olarak da, çözülen bir şey var hakikaten: bugüne kadar bildiğimiz haliyle "Türkiye".
* Ümit Kıvanç'ın bu yazısı riyatabirleri.blogspot.com sitesinden alınmıştır.