Bütün bunlardan önce yapısal reformların ne olduğunu anlamak için öncelikle Türkiye’nin yapısal sorunlarını ele almamız gerekiyor. Çünkü yapısal reform dediğimiz şey özünde yapısal sorunları çözmeye yönelik modellerden ibarettir. Sorunları anlamadan çözmeye çalışmak ise mümkün değildir.
Türkiye’nin pek çok alanda yapısal sorunu var. Bunları üç başlık altında toplayabiliriz: (1) Siyasal alandaki sorunlar: Demokrasi, insan hakları, çoğunluk – azınlık ilişkileri, yasama – yürütme - yargı ilişkileri, düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlüğü gibi. (2) Sosyal alandaki sorunlar: Eğitimin yetersizliği, sosyal yaşamda kadın erkek eşitsizliği, hoşgörü eksiklikleri gibi. (3) Ekonomi alanındaki sorunlar: Enflasyon direnci, potansiyel büyümenin sürdürülememesi, cari açık – bütçe açığı gel gitleri, vergi yapısının bozukluğu, cari açığa neden olan ithalatın ikame edilememesi ve tasarrufların düşüklüğü gibi. Buradaki konumuz ekonomideki yapısal sorunlar olduğu için yalnızca bunları ele alacağım.
Enflasyon direnci deyişiyle enflasyonun belirli bir oranın altına düşürülememesi veya düşürülse de orada tutulamamasını kastediyorum. Türkiye’nin 2003’den bu yana enflasyonla olan macerasını aşağıdaki grafikte sunuyorum.
Grafik bize, 2001 krizi sonrasında enflasyonu ciddi biçimde gerilettiğimizi ancak bir türlü yüzde 5 ve altına indiremediğimizi gösteriyor. Dünyada enflasyon pek çok ülkede sıfır dolayında iken bizde son üç yılın ortalaması yüzde 8,3’tür. Demek ki en önemli yapısal sorunlarımızdan birisi enflasyonmuş.
Potansiyel büyümenin sürdürülememesi deyişinden ülkenin potansiyel olarak büyümesi gereken oranın altına düşmesi durumunu kastediyorum. Türkiye’nin potansiyel büyüme oranı yüzde 5 olarak hesaplanıyor. Başka teknikler de olmasına karşılık bunu 1923 yılından bu yana sağlanan yıllık büyüme oranlarının ortalamasını alarak buluyoruz (uzun yıllar ortalaması.) Türkiye’nin 2003 – 2016 arasındaki büyüme oranlarını aşağıdaki grafikte gösteriyorum.
Grafikte mavi kalın çizgi Türkiye’nin 2003 – 2016 arasındaki (2016 tahmin) fiili büyüme oranlarını, kırmızı çizgi bu fiili oranlara göre bu süre içinde oluşan büyüme ortalaması eğilimini, siyah çizgi ise potansiyel büyümeyi gösteriyor. Görüleceği üzere Türkiye, 2003 – 2008 arasında potansiyel büyüme oranının üzerinde bir büyüme yakaladığı halde 2009 – 2016 arasında potansiyel büyümenin altında kalmış. Bu da bize Türkiye’nin potansiyel büyüme oranını sürdürülebilir biçimde yakalayamadığını ve yapısal sorunlarımızdan birisinin bu olduğunu gösteriyor.
Cari açık ve bütçe açığı arasındaki gel gitler deyişini ekonominin ikiz açık verdiğini ve bunlardan birisi olmazsa büyüyemediğini ifade etmek üzere kullanıyorum. Aşağıdaki grafik Türkiye’nin 2003 – 2016 arasında bütçe dengesini (kırmızı), cari dengesini (lacivert) ve büyüme oranlarını (mavi) gösteriyor.
Grafik bize bütçe açığı ve cari açığın düştüğü yıllarda büyümenin de düştüğünü, bu iki dengeden birisi açılmaksızın Türkiye’nin büyüyemediğini gösteriyor. Bir başka deyişle Türkiye’nin büyümesi sistemin bir yerden açık vermesine bağlı görünüyor. Bu ciddi bir yapısal sorun olarak karşımıza çıkıyor.
Vergi yapısının bozukluğu ifadesiyle dolaylı ve dolaysız vergiler arasındaki dengesizliği kastediyorum. Türkiye’de verilerin ağırlığı dolaylı vergiler üzerinde bulunuyor. Son yıllarda toplanan vergi gelirlerinin dağılımına baktığımızda toplanan her 100 TL tutarındaki verginin yaklaşık 65 TL’sinin dolaylı vergilerden (KDV, ÖTV gibi) ve 35 TL’sinin de dolaysız vergilerden (gelir vergisi, kurumlar vergisi) oluştuğunu görüyoruz. Dolaylı vergiler herhangi bir ayrım yapmadan herkesi aynı oranda vergilediği için adaletsiz buna karşılık dolaysız vergiler herkesten elde ettiği gelirle orantılı bir oranda alındığı için adil vergiler olarak kabul edilir. Dünyada genel olarak dolaylı ve dolaysız vergilerin dağılımı yarı yarıyadır. Bu durumda bizdeki vergi sisteminin adaletsizliği özendirici yapısal bir bozukluk taşıdığını ifade etmemiz yanlış olmayacaktır.
Cari açığa neden olan ithal ikamesinin geliştirilememesi ifadesiyle kastettiğim konu buradaki imkânlarla üretilebilecek olan ürünlerin daha ucuz olduğu için dışarıdan ithal edilmesi eğilimidir. Türkiye, yıllardan beri çeşitli teşvikleri gerek sektörel gerek ürün bazında ve gerekse bölgesel olarak yapıyor. Ne var ki bu teşvikler bir türlü cari açığı düşürecek bir ithal ikamesini sağlamaya yönelemiyor. Örneğin Türkiye’de bir birimi 1,25 USD’ye üretilen bir malı Çin’den 1 USD’ye mal ettiğimiz için ithalata gidiyoruz ve sonuçta o malın Türkiye’de üretimi kalkıyor. Oysa teşvikleri doğru kullanıp bu malı Türkiye’de 0,90 USD’ye mal edecek dönüşümü yapabilsek bu malı Türkiye’de üretebileceğiz ve dolayısıyla ithalatımız ve cari açığımız düşecek. İşte teşvik sistemini bu şekilde yapılandırmamız ve bu yapısal sorunu çözmemiz gerekiyor.
Tasarrufların düşüklüğü ile kastettiğim şey iç tasarrufların GSYH’ya olan oranının yatırımların GSYH’ya olan oranından düşük kalmasıdır. Bu gelişmenin sonucunda Türkiye cari açık veriyor ve dolayısıyla dışarıdan tasarruf ithal etmek (yani dış borçlanma yapmak) zorunda kalıyor. Aşağıdaki grafik Türkiye’nin borç ve yatırım ilişkisini ortaya koyuyor.
Grafikten görüleceği üzere Türkiye 2003 – 2016 arasındaki dönemde, küresel krizin etkisiyle yatırımlarını düşürmek zorunda kaldığı 2009 yılı dışında, yatırımlarıyla tasarrufları arasındaki tasarruflar aleyhine olan farkı kapatamamış görünüyor. 2015 ve 2016 yıllarında farkın kapanmasının nedeni ise yine yatırımların düşmüş olmasıdır.
Bu yapısal sorunlar nasıl çözülür? İşte herkesin konuştuğu yapısal reformlar bu yapısal sorunların çözümü için yapılması gereken şeylerdir. Bunlarla ilgili eski bir yazım da burada: http://www.mahfiegilmez.com/2015/10/guncellenmis-yapsal-reformlar-rehberi.html
* Bu yazı Mahfiegilmez.com'dan alınmıştır