Gündem

Türkiye’deki hak ihlalleri ve Uluslararası Yargı Suçları Mahkemesi’ne doğru

Artık, siyasal iktidar ve ona bağlı yargının, ideolojik ve siyasi nedenlerle insan haklarını kısıtlaması, gözaltı, tutuklama, cezalandırma, sansür, yasaklama ve benzeri müdahalelerde bulunması sadece bir "ihlal" olarak değil açıkça "siyasal suç" olarak ele alınmalıdır

11 Haziran 2020 20:58

Avukat Ali Galip Yıldız

Ulusal ve uluslararası onca hukuki düzenleme ve önlemlere rağmen Türkiye’de temel hak ve özgürlükler, akıl almaz bir fütursuzlukla ihlal edilmekte ve bunları savunanlar çeşitli yollarla etkisizleştirilmekte, haklarında en ağır suçlamalarla soruşturma açılmakta, uzun tutuklamalarla yargılanmakta, ağır hapis cezalarına çarptırılmaktalar. Daha da vahimi, insan hakları savunucusu kişi ve kurumların yaşamlarına yönelik tehditler artmakta, Hrant Dink cinayetinde olduğu gibi, karanlık girişimlere adeta alan açılmaktadır.

Yargısal süreçler hantal, yavaş ve siyasal iktidarın güdümünde ilerlemektedir.

Her şeye rağmen ulaşılabilen nispeten adil kararlar, açık müdahalelerle uygulanmaz hale getirilmektedir. Tahliye veya beraat kararı veren mahkeme ve yargıçlar, kararlarını geri almaya zorlanmakta, dosyadan el çektirilmekte hatta görevden uzaklaştırılmaktadır.

AİHM’nin hak ihlallerine ilişkin kararları uygulanmamakta veya başka ihlallerle etkisizleştirilmektedir.

Hak ihlalleri nedeniyle ödenmesine hükmedilen tazminatlar, buna neden olan kamu görevlilerinden alınmadığı için aynı görevliler aynı ihlalleri tekrarlamaktan çekinmemektedir.

Binlerce yazar, çizer, bilim insanı, gazeteci, avukat, aktivist ve muhalif aleyhine açılan soruşturma ve davalar, yıllar süren tutukluluklar, uzun süreli hapis cezaları, görevden alınmalar, işten çıkarmalar, hukuki olmayan "terör" nitelemesine dayandırılmaktadır.

Bu insanlar, siyasal iktidarın en etkili temsilcileri tarafından açıkça "vatan haini" ilan edilmekte ve düşmanlaştırılmaktadır. İktidarın bu tutumu, yargı sürecinde, çok açık ve büyük adaletsizlikler olarak karşılık bulmaktadır.

Bu durumlar, yıllardır "hukuk" ekseni üzerinde tartışılmış, yer yer küçük eylemli tepkilere neden olmuştur. Ancak binlerce makale, analiz, tartışma ve siyasal söylem Türkiye’deki yargı pratiğinde bir düzelmeye neden olamamış aksine siyasal iktidar etkisi daha da belirgin hale gelmiştir.

Ancak önce Selahattin Demirtaş'ın sonra da Osman Kavala'nın başvurularını inceleyen AİHM sadece bazı hakların ihlal edildiğini tespitle yetinmedi, bu ihlallerin siyasal amaçlarla yapıldığına yani AİHS'nin 18. maddesinin de ihlal edildiğine hükmetti. 

Türkiye bakımından bir ilk olma özelliğini taşıyan bu kararlar, aslında "malumun ilamı" olmakla birlikte önemli sonuçlara neden olmalıdır.

Artık, siyasal iktidar ve ona bağlı yargının, ideolojik ve siyasi nedenlerle insan haklarını kısıtlaması, gözaltı, tutuklama, cezalandırma, sansür, yasaklama ve benzeri müdahalelerde bulunması sadece bir "ihlal" olarak değil açıkça "siyasal suç" olarak ele alınmalıdır.

Son yıllarda işlenmiş bu siyasal suçların önce bir envanteri yapılmalı, sonra da temsil kapasitesi olan bazı yargı süreçleri, uluslararası nitelikteki hukukçu toplulukları tarafından irdelenmeli hatta "yargılanmalı"dır.