DW Türkçe
Frankfurter Allgemeine Zeitung yorumunda Uygurlara yapılan baskıyı protesto eden ve bu duruma son verilmesini talep eden ilk Müslüman ülkenin Türkiye olduğuna dikkat çekiyor. Yorum şöyle devam ediyor:
"Türkiye'nin protestosuna tanınmış bir Uygur sanatçının cezaevinde ölmesi neden oldu. Türkiye böylece Gazze'deki Filistinliler gibi Türki halkların da koruyucu gücü olma iddiasını ortaya koydu. Türkiye giderek artan bir şekilde, çok ulusluluktan uzaklaşmaya başlayan dünyamızda dış ve güvenlik politikalarında kendi çıkarlarına göre hareket eden bağımsız bir aktör gibi davranıyor. Kendisi insan haklarını tam olarak uygulamayan Türkiye'nin Çin'den insan haklarına saygılı olmasını istemesi, Çin'in ülkedeki yatırımlarını azaltmasını göze aldığını da gösteriyor. Avrupa'ya kıyasla Türkiye'deki Çin yatırımları zaten fazla sayılmaz. Anlaşılan Türkiye kendini Çin sermayesine muhtaç hissetmiyor.”
Süddeutsche Zeitung Türkiye'nin Çin'deki Uygur azınlığa yapılan baskıyı kınamasını konu alan yorumunda şu satırlara yer veriyor:
"Ankara Uygurların kapatıldığı kampların kaldırılmasını talep ediyor. Bu, uluslararası topluma verilmiş önemli bir mesajdır. Birleşmiş Milletler'in verilerine göre çalışma kamplarına kapatılan Uygurların sayısı bir milyonu buluyor. Gerçi Batı, Pekin'in tutumunu son haftalarda daha fazla eleştirmeye başladı. Ancak haksızlığın boyutları karşısında bu eleştiriler cılız kaçıyor. Çin yönetimi terörizm ile mücadele amacıyla bu önleme başvurduğunu savunuyor. Ancak bu politika sadece İslam karşıtlığı anlamına gelmiyor. Camiler kapatılıyor. Müslümanların ibadet etmesine izin verilmiyor. Uygur aydınları, bilim insanları ve sanatçıların tutuklanması Çin yönetiminin bu bölgenin dil ve kültürünü ortadan kaldırmaya çalıştığı şüphesini doğruluyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 2009 yılında Uygurlara yapılanları ‘soykırım' olarak nitelemişti. Ancak ekonomik ilişkiler geliştikçe protestoların dozu azaldı. Oyunun kuralı belli: Çin'in insan hakları ihlallerine ses çıkartmayan ekonomik bakımdan kazançlı çıkıyor. Erdoğan'ın ekonomik ilişkilerin soğumasını göze alması diğer devletleri Çin politikalarını düşünmeye sevk etmelidir.”
Rheinpfalz gazetesi Fransa ile İtalya arasındaki söz düellosunun Avrupa Birliği açısından hayra alamet olmadığı uyarısında bulunuyor:
"Roma hükümeti, daha fazla Avrupa Birliği ülkesinde popülist partilerin işbaşına gelmesi durumunda görüşmelerin seyrinin nasıl değişeceğini gözler önüne seriyor. Sonunda geriye yapıcı işbirliğine değil, egoistçe ve saygısızca uygulanan kazanmaya odaklı egemenlik politikası kalır. Kavga ve çekişmeden kimse galip çıkamaz.”
Frankfurter Allgemeine Zeitung Paris ile Roma yönetimleri arasındaki gerginlikten İtalyan popülistlerinin sorumlu olduğunu belirttiği yorumunda şu görüşlere yer veriyor:
"Sağ milliyetçi Lega partisi ile sol popülist Beş Yıldız hareketinin liderleri İçişleri Bakanı Salvini ve Çalışma Bakanı Di Maio birlikte seçmenin yüzde 60'ının onayını aldıkları için alaycı tavırlarını sürdürebiliyorlar. Ama şimdilik. İşsizliğin, sanayi üretiminin düşmesinin ve başlayan resesyonun suçunu daha önceki hükümetlere atma bahanesini daha fazla kullanamayacaklar. Halkın sabrını pahalı vaatlerle yıpratmayı sürdürdükleri takdirde göçmenlerden, Fransızlardan ve AB bürokratlarından yarattıkları düşman imajı da işe yaramayacaktır. İtalyanlar verilen büyük vaatleri yakında kendi hayatlarının gerçeği ile karşılaştırmaya başlayacaklardır.”