Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu, Cumhuriyet gazetesinin 9 yöneticisi ve yazarının tutuklanmasıyla ilgili olarak yaptığı açıklamada "Türkiye Barolar Birliği olarak, tüm vatandaşlarımızı içine sürüklendiğimiz durumun yarattığı açık ve yakın tehlike konusunda uyarıyoruz. Cumhurbaşkanını ve siyasi iktidarı, hukukun evrenselleşmiş kurallarına uymaya ve toplumdaki gerginliği sona erdirmeye davet ediyoruz" ifadesine yer verdi.
Feyzioğlu'nun "Uyarıyoruz, artık yeter" başlığıyla yayımladığı (5 Kasım 2016) açıklaması şöyle:
"Türkiye Barolar Birliği olarak, tüm vatandaşlarımızı içine sürüklendiğimiz durumun yarattığı açık ve yakın tehlike konusunda uyarıyoruz. Cumhurbaşkanını ve siyasi iktidarı, hukukun evrenselleşmiş kurallarına uymaya ve toplumdaki gerginliği sona erdirmeye davet ediyoruz.
15 Temmuz kanlı darbe girişiminde Türkiye Barolar Birliği ve tüm barolarımız ilk andan itibaren darbecilerin karşısında, demokrasinin ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yanında dimdik durmuştur.
Bugün de aşağıdaki tarihi uyarıları yapma sorumluluğumuz vardır:
15 Temmuza giden süreçte yıllardır yaptığımız çok haklı uyarılar ve darbe girişimi karşısındaki dik duruşumuz, yetkili makamların düşüncelerimizi dikkate almasını zorunlu kılmaktadır. Türkiye’nin, “kandırıldım, aldandım, yanıldım” gibi ifadelerle dile getirilen hayati hatalara ve zaaflara artık tahammülü yoktur.
Darbeci suç örgütüyle mücadele etmek için ilan edilen OHAL’e dayanılarak çıkartılan KHK’lar ile tüm devlet teşkilatı, kapalı kapılar ardında yeni baştan şekillendirilmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde yürüttüğümüz Milli Mücadelede,Türkiye Büyük Millet Meclisi en zor şartlar altında çalışıp, ortak akıl üretmeyi başardığı halde, bugün KHK’lar ile yok sayılma noktasına getirilmiştir.
İNTERNET VE SOSYAL MEDYA KESİNTİLERİ BU HUKUKSUZLUĞU EN İLERİ BOYUTA TAŞIMAKTADIR
OHAL, darbe ile mücadele amacından saptırılarak olağan bir yönetim tarzına dönüştürülmüştür. Ülkeye fiilen kuvvetler birliği getirilmiştir. Zaten sorunlu olan yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı tamamen yok edilmiştir. Bu durum, yerlibaşkanlık sistemi olarak takdim edilen yeni düzenden neyin amaçlandığını da açıkça ortaya koymaktadır.
Cumhurbaşkanı tarafından yürütülen başkanlık propagandası sürecinde Lozan Barış Antlaşması dahi tartışmaya açılmıştır. Böylelikle Türkiye Cumhuriyeti’nin Milli Mücadelemiz sonucunda çizilmiş ve uluslararası antlaşmalarla tanınmış sınırları tartışılır hale getirilmiştir.
Anayasamızın değişmez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddelerinde yer alan Cumhuriyetin kuruluş ilkeleri, ısrarla yıpratılmaya ve içleri boşaltılmaya çalışılmaktadır.
İdam cezasının yeniden getirilmesi, Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nden çıkarılması sonucunu doğuracaktır. Siyasi iktidar bunu bildiği halde idam cezası kampanyasını başlatmıştır ve sonuç almak kastıyla tırmandırmaktadır. Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nden çıkartılması, Tanzimat’tan bugüne kadar yürüdüğümüz yolun radikal şekilde değiştirilmesi demektir. Bu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin tarafı olmaktan çıkmamız anlamına gelmektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden çıkmamız ise, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının temel hak ve hürriyetlerinin toptan güvencesiz hale getirilmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkımızınelimizden alınması demektir.
Basın hürriyeti, demokratik bir toplumda hiçbir şart altında kabul edilemeyecek ölçüde kısıtlanmıştır. Siyasal iktidar yanlısı olmayan medya, sansürün en tehlikesi olan otosansüre zorlanmaktadır. Keyfi şekilde uygulanan internet ve sosyal medya kesintileri bu hukuksuzluğu en ileri boyuta taşımaktadır. Halkın, siyasi iktidarın istemediği haberlere ulaşmaması için devlet gücü kullanılmaktadır. Devletin tüm olanakları ise siyasi propaganda için seferber edilmektedir.
OHAL KHK’ları savunma hakkını ve avukatlık kurumunu doğrudan hedef almış durumdadır. Aslında gerçek hedef, vatandaşların avukatlar tarafından savunulan temel hak ve hürriyetleridir.
Adil yargılanma hakkı içinde yer alan hemen her hak yok sayılmaktadır.
Yargılama, suçlu ile suçsuzu birbirinden ayırma hedefinden saptırılmış, peşin hükümlerle kişileri etiketleme ve tasfiye aracına dönüşmüştür. Bundan en büyük zararı toplum ve masum vatandaşlarımız, en büyük faydayı ise ülkemizi yakan, yıkan, kana bulayan terör örgütleri görmektedir. Vatandaşlarımızın yargıya güveni kalmamıştır. Yargı, mülkün yani ülkenin teminatı olmaktan çıkmıştır.
Kamuoyunu ılgilendiren her soruşturma ve kovuşturma, toplumun daha fazla kutuplaşmasına ve insanlarımızın birbirine düşmanlaşmasına neden olur hale gelmiştir.
Yargının üzerine taraflı ve bağımlı hareket ettiği algısı yapışmıştır. Yargılamaların siyasetin yol açma aracına dönüştüğü kanısı topluma hakim olmuştur.
Siyasi iktidarın müdahalesine açık olan mahkemelerce; milletvekillerine, belediye başkanlarına, yargı mensuplarına, gazetecilere, akademisyenlere ve avukatlara yönelik tutuklamalar, terör örgütlerinin zemin kazanmasına ve propaganda alanını genişletmesine neden olmaktadır.
Oysa;79 milyon vatandaşımızı kucaklaştırmanın tek paydası adalet, geleceğe güvenle yürümenin ve çoğulcu-katılımcı demokrasinin tek yolu hukukun üstünlüğüdür.
Türkiye Barolar Birliği olarak, tüm vatandaşlarımızı içine sürüklendiğimiz durumun yarattığı açık ve yakın tehlike konusunda uyarıyoruz. Cumhurbaşkanını ve siyasi iktidarı, hukukun evrenselleşmiş kurallarına uymaya ve toplumdaki gerginliği sona erdirmeye davet ediyoruz.
Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi;
UMUTSUZ DURUMLAR YOKTUR.UMUTSUZ İNSANLAR VARDIR.”
TÜRKİYE’DE AVUKATLAR DİK DURMAYA VE UMUDU YAŞATMAYA DEVAM EDECEKTİR.