Mehmet Y. Yılmaz
(Hürriyet, 4 Haziran 2012)
Fazıl Say, Twitter’da yazdığı bir mesaj nedeniyle yargıç karşısına çıkacak.
“Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılama” suçlamasıyla 1,5 yıla kadar hapis ile cezalandırılması isteniyor.
Fazıl Say’ın yazdığı şey Ömer Hayyam’a ait olduğu iddia edilen bir dörtlük. Onun mudur, ona mı mal edilmiştir, bilemiyorum, ayrıca bunun bir önemi de yok.
“Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılama suçu”, bu topraklarda her gün işleniyor.
Ve bu bir suç ise “suç” hiçbir şekilde takip de edilmiyor.
Eğer işlenen suçun mağdurları Aleviler, Yahudiler, Hıristiyanlar, Zerdüştler, Yehova Şahitleri, Budistler ve burada sayamadığım başka inançların sahipleriyse kimse “halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri aşağılamış” olmuyor.
Eğer kanunlar önünde eşit isek başta Başbakan olmak üzere İçişleri Bakanı da dahil birçok yetkili kişinin, bazı cami imamlarının, dinci gazetelerin bazı köşe yazarlarının da bu suçtan en azından sorgulanması gerekirdi. Böyle bir şey olmuyor. Ama Fazıl Say, bir dörtlük yazdı diye hapis cezası ile yargılanacak. İnanç özgürlüğü dediğimiz şey, aynı zamanda hiçbir şeye inanmama özgürlüğünü de içerir ve bunu açıklama özgürlüğü de bunun ayrılmaz bir parçasıdır. Öyle görünüyor ki iktidarın yeni bir tür toplum mühendisliğine soyunduğu bu dönemde, “inanç özgürlüğü” denilen şey, sadece Sünni Müslüman inanca sahip olanlar için geçerli.
Bunun dışındaysanız aşağılanmayı, kınanmayı, yok sayılmayı baştan kabul etmelisiniz.
“İleri demokrasi” dedikleri rejimde bu işler böyle yürüyor çünkü.
Operasyonlarla sindirme rejimi
Hükümetin varlıklarından ve çalışmalarından rahatsız olduğu Belediye Başkanları’nı seçimlerden önce devreden çıkarma operasyonu özellikle Ege’de sürüyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne yönelik yargılama bunun en tipik örneğiydi, şimdi buna bir de Bodrum eklendi.
Bodrum Belediye Başkanı Mehmet Kocadon’un AKP’ye geçmesi için en yükseklerden “rica” ve “baskı” gördüğü bir sır değil. Bodrum’da sokaktaki çocuklar bile bunu biliyor. Kocadon, AKP’ye geçmeyi içine sindiremediği için şimdi suçlanabileceği en son şey ile suçlanıyor: Rüşvet almak için çete kurmak!
Tutuklu yargılanacak ve bizim yargı düzenimizde iddianamenin ne zaman yazılacağı ve yargılamanın ne zaman başlayabileceği de bir meçhul. İddianame ortaya çıkana kadar ve yargı süresince elbette yargıya güvenmek gerekiyor.
Ama “operasyonlar rejiminde” hiç kimse kendisine güvenmesin, hoşa gitmiyorsanız, başınıza olmadık bir operasyon gelebilir, soluğu hapishanede alabilirsiniz.
Devrine durumuna göre çalkala
Fethullah Gülen’e bağlı cemaatin (artık adı her ne ise) düzenlediği Türkçe Olimpiyatları’na katılan misafirlerin listesine bakınca aklıma Seden Gürel’in eski bir şarkısı geldi: “Çalkala hadi adamım / devrine durumuna göre çalkala.”
Normal olarak böyle törenlere geçmişte hiç katılmamış iş adamları, gazeteciler, bilim adamları, yargı mensupları oradaydı. Listedeki isimleri tek tek yazmak istemiyorum, değerli insanları kırmak istemem.
Çünkü biliyorum ki onlar “devrin ruhuna” uygun olarak hareket ediyorlar, aykırı olanlar bizleriz.
Fethullah Gülen’e “bağlılık bildirmek”, bağlılık değilse bile en azından “önünde saygıyla eğilmek” bu devrin artık olmaz ise olmaz durumu. Hoca’nın “hayır duasını” almak, mahkemelerde de işe yarıyor, ihalelerde de, bu durumu kabullenmek zorunda olanları değil, bu durumu yaratanları eleştirmek gerekir.
Bir not da yarışmanın medyaya yansıtılış biçimi için yazayım: Afrika’nın, Asya’nın değişik ülkelerinde, Türk okullarında okuyup, Türkçe öğrenmiş öğrenciler neden bu kadar heyecan yaratıyor? Ülkemizde de çocuklar gayet güzel İngilizce, Fransızca, Almanca öğrenebiliyorlar ve bir yabancı dil öğrenmek dünyanın başarılması en zor işi de değil! Çocuklara bakıp da “Aaa Türkçe konuşuyor, aaaa Türkçe şarkı söylüyor” diye şaşkınlıklar içinde kalmak, siyahlara ve sarılara karşı ırkçı bir bakıştır. Bizim çocuklarımız başka yabancı dilleri öğrendiklerinde bu kadar şaşırıyor muyuz?
Yoksa bu ırkçılık değil de bir tür aşağılık kompleksi mi? Türkçe önemsiz bir lisan mı ki, birileri bu dili öğrendi diye sevindirik oluyoruz?
Bugün günlerden pazartesi
İzel’in Işıklı Yol diye bir şarkısı var, sözleri sanki benim yanıtsız kalan pazartesi sorularım için yazılmış. Şarkı şöyle başlıyor: “Bugün günlerden pazartesi / Dünkü sessizlik / Bugünün habercisi.”
Ama dünkü sessizliğe pabuç bırakacak değilim, soruları kısaca hatırlatayım:
1– KPSS sorularını çalan suç örgütü neden hâlâ yakalanmadı? Devlet Denetleme Kurulu’nun bu suç ile ilgili olarak hazırladığı rapor neden açıklanmıyor?
2– Bülent Arınç’a suikast girişimi ile ilgili neden hâlâ bir dava açılmadı? Suçlular birilerince korunuyor mu, yoksa suikast girişimi iddiası başka hesaplarla uydurulmuş bir palavra mıydı?
3– Suudi Arabistan Kralı’nın Türkiye ziyareti sırasında devlet büyüklerimize ve eşlerine verdiği hediyeler ile ilgili olarak yasa ve yönetmeliklere uyuldu mu? Hediyeler zamanında beyan edilip, ilgili kuruma devredildi mi?
4– Deniz Feneri’ni soruşturan savcılar bugün yarın hapse atılma tehlikesi içindelerken Deniz Feneri suçluları neden hâlâ yargılanamıyor?