Özel Dosya

'Türk erkekleri güvensiz olduğu için kıskanç, Türk kadınları ise erkekleri bunaltıyor…'

Türk-Rus aşkları' dizisi sürüyor: 'Her mutsuz ailenin kendine özgü bir mutsuzluğu vardır'

06 Ağustos 2014 03:04

 

Türkiye'de evlenen veya evlenip Türkiye'ye yerleşen Rus kadınlarının bir kısmı - dizimizin bir önceki bölümünde anlattığımız gibi - hayatlarından memnun. Ama mutsuz örnekler de az değil.

Lev Tolstoy'un sözüdür:

"Bütün mutlu ailelerin mutluluğu birbirine benzer; ama her mutsuz ailenin kendine özgü bir mutsuzluğu vardır."

Şimdi birkaç kadının ağzından bu mutsuzluk öykülerini ve onlarla ilgili fikirlerini aktarmaya çalışalım.

 

 

İrina Balcı üç yıldır Rus Sanat ve Kültür Derneği Başkanı
'Öldürmeyen yara daha güçlü kılar'

İrina (ya da İrina Balcı) Antalya'nın tanınmış Ruslarından biri. Üç yıldır Rus Sanat ve Kültür Derneği Başkanı. 30 Mart seçimlerinde AKP onu Konyaaltı'ndan belediye meclis üyesi adayı gösterdiğinde adı medyada duyuldu. Türkiye'de yaşayan yüz binlerce yabancı açısından bu çıkış bir ilkti ve muhtemelen yeni adımlar da gelecek bundan sonra.

34 yaşındaki İrina'nin ilginç bir öyküsü var. Çok genç yaşta Moskova'da bir Türkle evlenmiş. Ve dört çocuk doğurmuş. Eşiyle 11 yıl Moskova'da yaşamışlar. Anne ve babası zor dönemlerinde onlara yardımcı olmuş.

Eşinin isteğiyle 6 yıl önce Türkiye'ye taşınmışlar. Antalya'yı görür görmez çok beğenmiş İrina.

Ancak eşi Türkiye'ye gelince değişmeye ve başına buyruk davranmaya başlamış. Ortak parasal birikimleri tümüyle eşinin kullanımına girmiş. Onun iş hayatında başarısız olması sonucu İrina çalışmaya başlamış.

Evdeki huzursuzluk; yalanlar, saygısızlıklar ve şiddet uygulamaları (İrina'ya, çocuklara, hatta kayınvalideye) ile artmış. Ne psikolog yardımcı olabilmiş, ne de yakınları. (Bu arada İrina Türkiye'de kadınların korunmasına yönelik duyarlı bir sistem kurulduğunu, kritik zamanlarda polislerden destek gördüğünü anlatıyor). Sonunda boşanmışlar.

O an, önemli bir karar vermek gerekiyormuş: Hayat nerede devam edecek? Moskova'ya dönüp "tekrar sıfırdan başlamak" mı? Yoksa daha dilini tam olarak çözemediği, ama yurttaşlık hakkına kavuştuğu ve alıştığı, sevdiği Antalya'da mı? Anne ve babasının uyarılarına rağmen ikincisini seçmiş (zaten benzer durumda boşanan Rus kadınların yüzde 80'inin Türkiye'de kalmayı seçtiği izlenimine sahip). İrina şöyle diyor:

"Öldürmeyen yara insanı daha güçlü kılar. Ben de kendi hayatımın sahibi oldum ve dört çocuğumu geçindirmek ve iyi eğitebilmek için çaba harcadım. Bu arada dernek çalışmaları da güçlendi."

 

'Daha güzel, daha akıllı, daha sakin
daha barışçı bir Türk-Rus kuşak geliyor'

 

Dernek faaliyetleri sırasında da birçok kadının öyküsünü öğrenmiş. Artık bazı konularda genelleme yapma şansı artmış:

"Türk erkekleri, Rus hemcinslerine göre daha sorumlu. Ama sevmeyi 'sahip olmak' olarak algılıyor, hemen kıskanmaya başlıyor. Bazen baskı yapmayı deniyor. Rus kadınına baskı yaparsanız, bu 'sonun başlangıcı' olur. Rus kadını kültürlüdür, iş ve toplum hayatına katkıda bulunmak ister. Aşka, aileye, çocuk eğitimine büyük önem verir. Ama aşk ve güven bitince eşiyle ilgili her şeyi gözden geçirmekte tereddüt etmez."

İrina'ya 90'lı yıllardan kalma "nataşa edebiyatı" hakkında soru sorduğumda bana biraz kızıyor. Zamanın değiştiğini, en azından Antalya'da bu tür bir eğilimin olmadığını söylüyor ve dikkatleri başka bir konuya yöneltiyor:

"Bakın, Türk-Rus evliliklerinden ne kadar çok ortak çocuk doğdu! Herkes yakında şunu daha iyi görecek ki, artık Antalya'ya yeni bir kuşak geliyor: Daha güzel, daha akıllı, daha sakin ve barışçı bir Türk-Rus kuşak..."
 

 

Nergis, kızı Asya ile birlikte Alanya yakınlarında yaşayan başarılı bir iş kadını
Kadına şiddet yerli-yabancı dinlemiyor

Nergis de İrina'yla aynı yaşta. Özbekistan'dan. Kızı Asya ile birlikte Alanya yakınlarındaki villasında yaşayan başarılı bir işkadını.

Hayatının ilk erkeği olduğunu söylediği eski eşiyle 1997'de, 17 yaşındayken tanışmış. Bir yıl sonra Taşkent'ten Ankara'ya gitmiş ve evlenmiş.

Eşinin yakınları ona "nasıl bir gelin olması gerektiğini" öğretmişler: "Sigara yok, bacak bacak üstüne atmak yok, el öpmek lazım vs." Ama bunları öğrenmek yetmemiş. Aynı evde yaşamak zorunda kaldığı kayınbabası ve kayınvalidesiyle yaşadığı sorunlar, onu eşiyle de karşı karşıya getirmiş. Eşi sıklıkla şöyle dermiş:

"Sen haklısın, ama onlar annem ve babamdır, bir şey diyemem."

Evi ayırmışlar. Ama bu kez "tek otorite" haline gelen eşi ona şiddet uygulamaya başlamış. Bazı arkadaşları çocuk doğurması halinde "ailede kabul göreceğini" söylemiş. Ama doğum sonrası şiddet daha da artmış. Hatta eşi bir seferinde ona silah çekmiş.

Ama Nergis, aldığı eğitim ve kültürün de etkisiyle "yuvayı yıkmamak için" uzun süre sabretmiş.

Başlangıçta oldukça prensipli ve katı bir işkadını izlenimi veren Nergis, yaşadıklarını anlatırken ağlıyor.

7 yıl kadar önce boşanmış. Ve sanki hayat yeniden başlamış. Önce çok zormuş her şey. Bir dönem temizlik yaparak geçinmeye çalışmış. Sonraki işi emlakçıda çaycılık olmuş. Ardından emlak konusunda ilerlemiş ve şirket kurmuş.

Acı deneyimi onu "yoğurdu üfleyerek yemeye" itmiş. 13 yaşındaki kızıyla mutlu olduğunu, şu anda henüz yeni bir evliliğe hazır olmadığını söylüyor. Yaşadıklarından çıkardığı bazı dersleri şöyle özetliyor:

- Türk kadınları çok hesaplı. Ayrıca hep başkası için (komşular için) yaşıyorlar. Sözlendin mi? Nişan ne zaman? Nişanlandın. Nikah? Sonra ilk çocuk ne zaman? İkinci? Üçüncü? Sonra torun ne zaman?..

Ve yüzüne gülüp arkasından konuşmanın, hatta gülümseyip iltifat ettiğinden aslında nefret etmenin Türkiye'de çok yaygın olduğunu düşünüyor Nergis. Türk erkeklerinin aşırı kıskanç olmaları ise ona göre "kendilerine güvensiz olmalarından."
 

 

Tatar kökenli Elmira, Rusya'nın Samara kentinden...

'Türk kadını gibi', ama yine de 'biraz farklı'

40 yaşındaki Elmira ise Tatar kökenli, Rusya'nın Samara kentinden. 14 yıldır Türkiye'de. Turizm rehberliği ve Türkçe öğretmenliği yapıyor.

Öyküsü farklı. Annesi 20 yıl kadar önce bir Türkle evlenmiş. Bir süre Adana'da yaşamışlar. Üvey baba kendisine çok karışmış. O da sonunda "yangından kaçmaya" karar vermiş. 11 yıl kadar önce Trabzonlu bir adamla evlenmiş. Evliliğini "özgürlüğe kaçış" olarak niteliyor. Ama kaçış mutluluğa uzanmamış ve 6 yıl önce boşanmış.

Eşinin yakınları "Rus gelin"e tepki göstermişler. Başlangıçta iyi Türkçe bilmemesi de aleyhinde olumsuz argüman olarak kullanılmış. Hırslanmış ve kendi başına çalışmaya girişmiş. Şimdi gerçekten çok iyi Türkçe konuşuyor. Aksanı pek fark edilmiyor. Fiziksel olarak da Türklere benziyor.

Konuştuğum diğer Ruslardan farklı olarak kendini "Türk kadını" gibi hissettiğini ifade ediyor. "Nasıl?" diye sorduğumda, örneğin, "açık saçık giyinen Ruslara" çok tepkili olduğunu dile getiriyor.

Ancak yine de "tam olarak" onlarla aynı değil. Elmira, Türk kadınlarının erkekleri durmadan yönlendirmeye çalıştığını ve bunalttığını ekliyor. 

Çocukların, boşanan eşler arasındaki savaşta silah olarak kullanılmaması gerektiğini vurgulayan Elmira, bu yüzden eski eşiyle iyi ilişkileri sürdürmeye ve baba ile kız arasındaki bağların korunmasına yardımcı olmaya özen gösteriyor.

Ona göre, Rus kadınının erkeği hoş tutma ve kendini durmadan geliştirme çabasının kökleri, ortada pek erkeğin kalmadığı ve kadınlar arasında rekabetin çok yoğun olduğu İkinci Dünya Savaşı yıllarına kadar uzanıyor.
 

 

Sibirya doğumlu Olga, 6 yaşındaki oğluyla Antalya'da yaşıyor

'Türk erkeklerinin yetiştirilme tarzı enteresan'

Olga (32) Sibirya'da doğmuş. Ama artık Antalyalı. 11 yıldır burada. Bunun ilk 5 yılı evliymiş. Olga'nın anne ve babası da Antalya'da ev almış ve yılın yarısını orada geçiriyor.

Bir yere turist olarak gelip eğlenirken birisiyle tanışma ve onunla "tatil aşkı"nı tatma ile sıradan günlerde onunla birlikte yaşayarak hayatı paylaşma arasında büyük fark olduğunu vurguluyor:

"Bazen insanın gözleri biraz geç açılıyor."

Ve…

"Aşk bittiğinde birlikte yaşamanın anlamı kalmıyor."

Boşanmış, ama yine de bir aşk yaşadığı için geçmişinden "asla pişman değil." Üstelik o evliliğinden kendisine kalan 6 yaşındaki çocuğu, onun her şeyi. Oğlu, Antalya'da yaşasa da "daha çok Rusça konuşuyor, Rus olarak büyüyor." Babasıyla görüşmüyor.

Türkiye'de ortamın stressiz, Rusya'da ise hep koşturma içinde olduğunu söyleyen Olga, kahvaltıları örnek olarak veriyor: "Rusya'da kahvaltı hep ayaküstü geçiştirilir, ama burada hakkıyla ve sakin yapılıyor, sonra işe gidiliyor."

Türk kadınlarının aşktan çok maddi şartlara önem verdiğini söylüyor. Bu tür eleştirileri başka Rus kadınlar da dile getiriyor. Ama onlardan çok sık duymadığımız bir iddiayı Olga'dan duyuyoruz:

"Bence Türk erkekleri Ruslardan daha sorumsuz. Mesela, çocuk sevmeyi, onun başını okşamak sanıyorlar. Yetişmeleri için üzerlerine düşeni yapmıyorlar. Kadınlarla ilgili olarak da sorumsuzlar. Çünkü küçükken anne ve babaları onları hep şımartıyor; 'en güzel, en akıllı çocuk benim çocuğum' diyor; hata ve eksiklerini hiç göstermiyor. Sonunda yetişkin hayatta sorun çıkınca onu göğüslemek pek kolay olmuyor."

Olga'nın ilginç bir tarzda dile getirdiği başka bir eleştiri de, bir işte çalışmayan Türk kadınlarına yönelik:

"Off!.. Hep of çekiyorlar. Yoruldum, öldüm, bittim, diyorlar. Oysa genelde evde oturup yemek yapıyor ve televizyon seyrediyorlar. Çocukların karnını doyurma dışında yaptıkları iş az, eşleriyle ilgili olarak da öyle. Ama durmadan yakınıyorlar: Off!.."

 

Marina Türk-Rus evliliklerinin çoğunlukla başarılı olduğunu söylüyor

'Türk erkeklerinde iltifat ve vaat bol'

Bu oflama ve yakınmalar, Antalya'da psikolog olarak çalışan Marina (36) tarafından da özellikle vurgulanıyor. Ana önceliğini "evli kadın olmak" şeklinde belirlemek olduğunu savunduğu Türk hemcinslerinin nedense bunalımda olduğu veya sıkıldığı izlenimi vermeye alıştığını, sık sık da "hasta" olduğunu, dahası eşiyle seks ilişkisi olmadan uzun süre yaşamayı bile doğal gördüğünü anlatan Marina, buna karşılık Rus kadınının neredeyse genlerinde sabır, dayanıklılık ve kadınca cazibenin bulunduğunu ekliyor.

Rusların önemli kararları çok çabuk aldığına dikkat çeken Marina, ilişkinin başında Türk erkeklerinin yağmur gibi "iltifat ve vaat" yağdırdıklarını, Rus erkeklerinden böyle bir şeye alışık olmayan Rus kızlarının ise kısa sürede mutluluktan neredeyse sarhoş olduğunu söylüyor.

Vaatlerini her zaman tutmayan Türk erkeklerinin "Biz duygusal milletiz" demeyi çok sevdiğini, hatta dizi seyrederken ve şarkı dinlerken ağlayıverdiğini ekliyor.

"Oysa Rusya'da gerçekten de 'erkekler ağlamaz' ve biz onları ağlarken göremeyiz."

Şöyle devam ediyor:

"Kıskançlık, kendini başkalarına göre daha düşük değerde görmenin sonucudur. Bu kompleks Türk erkeklerde çok yaygın. Özellikle Rus sevgililerine ve eşlerine 'Benden önce başka bir Türkle beraber oldun mu?' diye sorarak zaaflarını ve korkularını dışa vuruyorlar. Kimseyle, hele hele bir hemşehrileriyle kıyaslanmak istemiyorlar. Ayrılma durumunda eski sevgililerinin veya eşlerinin, başka Türklerle ilişki yaşamamaları için, 'Vatandaşlık almanı engellerim! Ülkeden kovdururum!' diye tehdit edebiliyorlar."

 

'Melezler daha akıllı, yetenekli ve güzel'

 

Marina, ilişkinin yürümemesi halinde, boşanmanın da "hayatın sonu olarak görülmemesi gerektiğini" vurguluyor. Bununla birlikte, tarafların genellikle ortak dil bulabildiklerinin ve Türk-Rus evliliklerinin çoğunlukla başarılı olduğunun altını çiziyor.

"Türk-Rus ortak çocuklar" ile ilgili dedikleri de ilginç:

"Melezler genellikle daha akıllı, daha yetenekli ve daha güzeldir. Bu anlamda 'Türk-Rus' çocuklar, sadece Rus veya sadece Türk olanlara göre daha yeteneklidir. Siz 'Rusların güzelliği' diyorsunuz; ama neredeyse bütün eski Sovyet halklarının melez olduğunu bilmiyorsunuz.

Bakın, 10 yıl sonra Antalya, bu melez çocuklarla muhtemelen çok daha farklı bir kent olacak!"


Cuma 5. bölüm: Ortak aileler ve çocuklar üzerine son birkaç not