08 Nisan 2012 16:44
Beşiktaş'tan Fenerbahçe'ye olaylı transferiyle Türk futbolunda olay yaratan eski Milli Futbolcu tümer Metin, Fenerbahçe'den Yunanistan'a trasferinin ardından geçirdiği zor günleri anlattı. Metin, Yunanistan'daki ilk günleri için "Yurtdışında bir hiç olduğumu anladım" dedi.
Sabah gazetesinden Şirin Sever'in Tümer Metin'le yaptığı röportaj şöyle:
- Kaç yıllık bir futbol hayatı sizinki?
- 19 yılın sonunda bıraktım futbol hayatını...
- Zonguldakspor, Samsunspor, Beşiktaş, Fenerbahçe, sonra da Yunanistan günleri... Şimdi hayatınızın nasıl bir dönemindesiniz?
- Özellikle kariyerimin son döneminde çok vaktim var diye seviniyordum. 'İki sene hiçbir şey yapmayacağım, güneş neredeyse orada tatil yapacağım ve asla futbol izlemeyeceğim, futbolla uzaktan yakından alakam olmayacak,' diyordum. Ama bıraktıktan iki ay sonra kendimi yine futbolun içinde buldum!
- Ekranda yorumcu olmayı hiç hayal etmiyor muydunuz yani?
- En azından yakın vadede etmiyordum. Çok spontan gelişti ama pişman değilim. Acemilik dönemi bitince de keyif almaya başladım.
- Başarılı ve sevilen bir futbolcu olunca, yorumcu olmak kaçınılmaz mı oluyor?
- İki seçeneğimiz var: Ya hoca olacağız ya da yorumcu...
- Hoca olmayı hiç düşünmediniz mi?
- İyi oyuncuların, hoca oldukları dönemde yaşadıkları hayal kırıklıklarını hem kariyerim gösterdi bana hem de hayat... Hocalığın çok da kolay olduğunu düşünmüyorum. En basit örnekle; 10 sene önce sürtüştüğüm ya da fikir ayrılığına düştüğüm hocalara verdiğim tepkiyi sorguluyorum şimdi. Belki yaş, belki tecrübe ama bakış açım değişti diyebilirim.
- Neden bir kitap yazma ihtiyacı duydunuz peki?
- Yurtdışında yaşadığım sürede bir hiç olduğumu fark ettim çünkü...
- Ne demek o?
- Beşiktaş'ı, Fenerbahçe'si, Milli Takım'ı, Avrupa şampiyonası, bu kadar üst seviyede futbol oynuyorsun, şöhretin, paran pulun her şeyin var, bütün kapılar sonuna kadar açılıyor... Sonra bir gün Yunanistan'a gidiyorsun, menajerin anlaşmayı yapıyor, seni otel odanda bırakıp gidiyor. Sen resepsiyonu arayıp yemek ya da kahve siparişi bile veremiyorsun. Neden? İngilizce bilmediğin için! O an düşündüm kendi kendime, 'Kimsin sen?' dedim!
- Ve o an bunları yazmaya karar verdiniz...
- Bu durum tetikledi ama asıl önemlisi ben bütün şizofrenilerimden, paranoyalarımdan, her şeyden kurtuldum orada.
- Nasıl yani?
- Çok ses getiren Fenerbahçe transferinden iki sene sonra Yunanistan'a gittim. O süreç sosyal hayatımı çok etkilemişti. Her ne kadar dik durmayı becerebilen bir adam olsam da, çok etkilendim. Sanki bir arı kovanıyım ve herkes çomak sokuyor. Bir susuyorsun, iki susuyorsun, üçüncüde yutkunuyorsun, tolere ediyorsun ama bir yerde patlıyorsun.
- Yurtdışında daha rahatsınız yani?
- Ben Türkiye'de elektrik, su faturamı hiç yatırmadım çünkü benim için bunları yapacak birileri vardı hep. Ama Yunanistan'da kuyruğa bile girip yatırdım. Ukalalık değil bu, imkanlarımı kullandım sadece... Şimdi Alex de Souza evinin elektrik faturasını ödüyor mudur? Mutlaka onun yerine bunu yapan birileri vardır, Türkiye'de sistem böyle. Orada böyle şeyler yok, bu imkanı birine sağlasanız da yapmıyor. Sonra... Bisikletle geziyordum sokakta, halkın içine karışıyordum. Ben Yunanistan'dan geldikten sonra İstiklal Caddesi'nde yürüyebildim. 10 sene İstanbul'da oynayıp İstiklal Caddesi'nde yürümüşlüğüm yoktu!
- Unutmuşlar mı sizi?
- Unutmamışlar, tabii ki olumlu ya da olumsuz tepkiler aldım ama mesele şu; benim sindirebilme kapasitem yükselmiş. Keyfini çıkara çıkara yürüdüm.
- Türkiye'de kapana kısıldığınızı, sizlere haksızlık edildiğini mi düşünüyorsunuz?
- Evet, yazmaya karar verme noktam budur. Fenerbahçe transferinden sonra çok uç şeyler oldu. Ben hiç konuşmadım, hiç röportaj da vermedim. Çünkü konuşmak bana zarar verirdi o dönemde. Tabii ki transferin perde arkasını yazdığım bir kitap değil bu, çocukluğumdan itibaren yaşamımı anlattım ama o transfer zamanında yaşadıklarım da var.
- İlk kez kitapta mı açıklayacaksınız bunu?
- İlk kez bu kadar net kitapta açıklanacak. Dolayısıyla bir anlamda kendimi ifade çabam olacak bu kitap. Beni takip edenlere, örnek alanlara ya da 'Acaba bu adam kimdir?' diyerek, gerçekte nasıl biri olduğumu merak edenlere en ufak bir fikir verebilirsem, bu bana mutluluk verir. Biraz da egomu tatmin etmek için yazıyorum tabii, o kadar olacak (gülüyor).
- Askerlik sorunu yüzünden Yunanistan'a gittiğiniz konuşuldu hep. Askerlik sorununuz olmasa, gider miydiniz?
- Gitmezdim, muhtemelen Fenerbahçe'de futbolu bırakırdım. Bakın şöyle bir durum vardı... Dönemin mevcut yasası, askerlik devam ederken futbolcunun hem antrenmana katılmasını hem de hafta sonu maçta oynamasını öngörüyordu. Ben Samsun'da oynarken; eski paşa olan bir kulüp müdürümüz, imkanlarını kullanarak bazı oyunculara Samsun'da askerlik yaptırdı. Bana da yalvardı ama yeni evlenmiştim, gitmedim. O dönem bazı asker futbolcular üzücü olaylar yaşadı ve Genelkurmay şöyle bir yasa çıkardı: Futbolcu, 33 yaşına kadar normal aktif hayatını devam ettirsin, askerlikle işi olmasın, 33'ten sonra normal askerliğini yapsın. O zaman 22-23 yaşında falandım ve 'Ben zaten göremem 33'ü, bırakınca da askere giderim,' diyordum. Ama 33 yaşında Avrupa Şampiyonası oynadım, 33 yaşından sonra üç buçuk yıl yurtdışında oynadım.
- Yani sizinki mesleki bir durumdu, 'vicdani retçi' falan değildiniz, öyle mi?
- Hiçbir zaman söylemedim bunu, kitabın yazılma sebebi bunlar zaten. Ben normal hakkımı kullandım, çalışma izniyle aktif futbol hayatımı devam ettirdim.
- Ama bedelli askerlik çıkar çıkmaz da döndünüz!
- Benim günüm dolmuştu zaten, Kerkyra ile son kontratım ocak ayına kadardı. 20 gün sonra da paralı askerlik çıktı.
- Yani kramponları bırakmanın bedelli ile hiç alakası yok mu?
- Yok ama mağduriyet ne olacak? Çok iyi kontratım vardı Fenerbahçe'de, giderken kimse bunları konuşmadı. Ben o kontratları bırakıp gittim yurtdışına.
- İnönü'de 'pembe tezkere' tezahüratı yapıldığında güldünüz mü peki?
- Şu anda güldüğünüze göre, siz güldünüz demek ki... Zor bir gündü o gün. Fenerbahçe formasıyla İnönü'ye ilk kez çıkmıştım ama çıkmadan önce neler olup biteceğini içeriden öğrenmiştim. Bu tezahüratı da, yapılan besteyi de... 'Gitsen ne fark eder, kalsan ne fark eder, aldığın dolarlar elbet bir gün biter, Beşiktaş Çarşı erkeğe küfreder, işte sen bu kadar zavallısın Tümer,' diye bir beste... Ağır mı? Evet, ağır! Yaratıcı mı, son derece yaratıcı (gülüyor)!
- Türkiye'deki futbol sistemi, yurtdışındaki sistem... Karşılaştıracak mısınız bu kitapta?
- Mutlaka. Mesela Türkiye'de kime sorsanız 'Tuncay Şanlı kayboldu gitti,' der. Oysa Tuncay acayip mutlu, biliyorum. Arda Turan'ın yüzüne vuruyor mutluluğu, belli. Çünkü yurtdışında futbol hayatı bambaşka. Elbette ki zorlukları da var, uyum sağlamak kolay değil. Ben de çok zorlandım. Mesela ben senelerdir sigara içiyorum, Türkiye'de 1 milyon defa gazeteye, sağa sola çıkmışlığım vardır, sürekli eleştirilmişimdir. Oysa ben hiç saklanmadım ki, her yerde içtim sigaramı. Bunun haber değeri yok ki!
- Futbolcunun/sporcunun sigara içmesi haber değeri taşımaz mı size göre?
- 10 defa yaptıysanız taşımaz! Yurtdışında bana bir kez bile sormadılar bunu, bir kere bile sigaralı görüntümü çekmediler. Burada gece dışarı çıkarsın, 'Futbolcu dışarı çıkar mı?' diye manşet oluyorsun. Ya orada kolundan tutup çıkarıyorlar! Bunlar çok ucuz örnekler belki ama mantalitelerimiz bu kadar farklı. Hemen hemen tek keşkemdir benim; keşke çok erken gitseydim yurtdışına diyorum hep. 20 yaşında Zonguldak'tan Larissa'ya gitseymişim keşke! Şimdi Milan'da, Barselona'da oynamış bir futbolcu olurdum.
- Kitabı tamamen siz mi kaleme alıyorsunuz?
- Evet, ben bizzat yazıyorum her şeyi.
- Ekranda futbol yorumculuğu yapmaya kararlı mısınız?
- Dört ay için anlaştım TRT Spor'la. Mayıs sonunda anlaşmam bitiyor ama Avrupa Şampiyonası'nda olmayı da istiyorum, kısa vadede en büyük hedeflerimden biri o.
- Sizin yorumlarınız farklı, objektif ve pozitif bulunuyor. Yorumculuğun negatif eleştiri olmadığını mı düşünüyorsunuz?
- Senelerce negatif yorumlardan mustarip bir adam olarak, futbolcunun özel hayatında nasıl davrandığıyla, ne yaptığıyla, nasıl yaşadığıyla ilgilenmem. Avrupa'da gördüğüm bu çünkü! 30 senemi bu işe vermişim ben, tabiri caizse yalayıp yutmuşum, en dibinden gelmişim, görmediğim senaryo kalmamış, futbolcu nasıl düşünür biliyorum, bunları da maçı izlerken görebiliyorum.
- Eleştirilirken eleştirmek nasıl peki?
- Rahatsız ediyor beni ama söylememiz de gereken şeyler var. Dozunda eleştirdiğimi düşünüyorum. Ses tonu da çok önemli, bağırıp çağırarak değil, uygun ses tonuyla mesajları vermeli. Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray'la bir derdim de yok; derdim gördüğümle sadece. Ayrıca, 'Ben bu işi yapacaksam doğrusunu yapmam gerekir,' dedim ve Cem Öğretir'den randevu aldım. İlk programın CD'sini önüne koyup 'Nerede yanlış yapıyorum ve ne yapmalıyım?' diye sordum; yardım etti bana.
- TRT'de program yapanlara devlet memuru diyorlar... Ne diyorsunuz?
- TRT'nin genel yapısı itibariyle böyle söyleniyor ama ben TRT'ye değil, yapımcı kuruluşa bağlıyım. Kontratım Gol Medya'yla.
"Askerlikle ilgili yaşadığım sıkıntı olmasaydı, hayal ettiğim gibi futbolu Fenerbahçe'de ya da Avrupa Şampiyonası sonrası bırakmış olurdum ama Yunanistan, işi başka bir boyuta taşıdı. Orada, aslında bırakmak istediğim boyutun çok da önemsiz olduğunu anladım. Ben orada kendime yatırım yaptım resmen. Yapamadığım tek şey, yemek yapmaktı! Kursa bile gittim ama yapamadım!"
- Ne 'Beşiktaşlı Tümer', ne 'Fenerbahçeli Tümer' oldunuz yıllarca. Hâlâ sürüyor mu bu durum?
- Benim Beşiktaşlı olduğumu herkes bilir; Fenerbahçe camiası da bilir.
- Taraftarda nasıl bir hissiyat var?
- Bir kısmı hâlâ kabul etmiyor olabilir ama bu beni ilgilendiren bir durum değil.
- 'İnönü'de maç izlemeyi özledim,' demiştiniz. 'Gidersem, tepki görürüm,' gibi bir korkunuz var mı?
- 2006-2007'de Fenerbahçe'ye gittiğimden bu yana, İnönü'ye sadece iki defa gittim, maç oynamak için. Taraftar olarak Beşiktaş'ı izlemeyi özledim doğrusu... Şimdi futbolu bırakmış bir adam olarak konuşuyorum; izlemeyeyim mi yani çocukluğumda tuttuğum takımı? 'Madem öyle, gitmeyecektin o zaman,' diyebilir misin? İşim bu benim! Sen ne kadar taraftarsan, şu an ben de o kadar taraftarım ve İnönü'de maçımı izleyeceğim. Tepki göstereceklerse, loca alırım, locada izlerim. Locamdan atacak halleri yok ya!
- Her erkek çocuğu gibi top peşinde koşarken, o topun hayatınız olacağını biliyor muydunuz?
- Biliyordum tabii, hep futbolcu olmak istedim ben.
- Neden istemiştiniz futbolcu olmayı?
- Futbolcusun ya, daha cazip bir şey olabilir mi? Altı-yedi yaşında bile mahallede beni parmakla gösterirlerdi. Keşke benim o yaşta hissettiklerimi hisseden bir çocuk yakalasam ve onu yetiştirsem...
- Anne-baba, sizin futbolcu olma hayallerinizi destekliyor muydu, 'Önce okul,' mu diyorlardı?
- Ben zeki bir çocuktum, üniversiteye gitme şansım da vardı ama bir tercih yaptım. Kanalize olmak istediğim yer belliydi ve hiçbir zaman da pişmanlık duymadım bu seçimimden.
- Zonguldakspor ve Samsunspor günleri, hayatınızda ne kadar belirleyiciydi?
- Samsun'un çok önemli yeri vardır hayatımda, ilk defa gurbete gittim, yalnız yaşadım orada. Annemle diyaloğum, ona söylerken ağladığı şarkının hikayesi.. Hepsini kitapta anlattım, yakında okuyacaksınız.
- Mahallede top peşinde koştururken, herkes Maradona, Pele falan olmak isterken; siz Sarı Fırtına Metin olurmuşsunuz. Öyle mi?
- Çok yakışıklıydı, çok ünlüydü; posteri vardı odamda
- Sizin Beşiktaş'ta olmanıza sebep de Metin miydi?
- Kesin! Ben Samsun'da oynarken Erdoğan Arıca'nın yardımcısı olarak geldi Metin Tekin. İlk antrenmanımızı anlatamam... Yanımda koşuyor, ben tir tir titriyorum, inanılmaz bir duyguydu. Sonra Milli Takım'da, Avrupa şampiyonasında birlikte çalışma şansını yakaladık. Yani hayat bana çok güzel şeyler getirdi, odamdaki o posteri gerçeğe dönüştürdüm ben.
- Samsunspor'dan Beşiktaş'a transferiniz de, Beşiktaş'tan Fenerbahçe'ye transferiniz de hep olaylı oldu. Çok sevildiğiniz için mi bu kadar gürültü koptu, ihanet ettiğinizi mi düşündü taraftarlar?
- Yaptığım her işi sahiplenirim ben. Buna liderlik dersiniz, sahiplenmek dersiniz, aidiyet duygusu dersiniz, ne derseniz deyin. Samsun'da, oradan hiç ayrılmayacakmış gibi yaşadım. Beşiktaş'ta hiç ayrılmayacak gibi hissettim, çünkü çocukken tuttuğunuz takımda futbol oynuyorsunuz, şampiyonluk yaşıyorsunuz, ötesi yok. Ancak hayat karşınıza başka başka şeyler çıkarıyor işte... Bazı şeyler çatırdıyor, kırılıyor, başka noktalara gidiyor.
- Beşiktaş sizin için 'Ne sevebiliyorsun, ne de eski günleri unutabiliyorsun' diyerek 'Tümer Metin gibi sevgili' diye bir laf bile bulmuş. Ne düşünüyorsunuz böyle şeyler karşınıza çıktığında?
- Beşiktaş taraftarının yaratıcılığı inanılmazdır zaten... Ama güzel şeyler kadar kötü şeyler de yaşadık; sosyal hayatım etkilendi, çok kolay değildi...
- Ne oldu da bu kadar sevildiğiniz, aidiyet kurduğunuz takımdan ayrıldınız. Mesele para mıydı?
- Bu kitabın en can alıcı noktalarından biri de budur, neden gittiğimi kitapta bulacaksınız. Şu kadarını söyleyeyim size; ben Beşiktaş'tan Fenerbahçe'ye gittiğimde anladım ne kadar sevildiğimi! Beşiktaş'ta oynarken, içeride bu duyguyu hissetmiyordum. 'Kör öldü, badem gözlü oldu,' derler ya, bu da o hesap!
- Peki bir intikam duygusuyla mı Fener'e gittiniz? Beşiktaş'a gol attığınızda, o topu tekrar korner direğine atmanız, ardından yumruk yapmanız hep intikam olarak yorumlanmıştı...
- O maç ve o gol sevinci bambaşka duygular barındırıyordu. O maçın perde arkası vardır, o maçın üç gün öncesi vardır, o maçın üç gün önce bana yaşattıkları vardır. Üstümde Fenerbahçe forması varken Beşiktaş'a atılmış bir gole 'intikam' diyenler ucuz gazetecilik yapmıştır bana göre. Ayrıca ben de bir insanım, ben de gol sevincimi böyle dışarı vurabilirim. Kimseye sormayacağım nasıl sevineceğimi!
- Metin Tekin, Rıdvan, Tanju gibi yıldız isimlerin olduğu bir dönem vardı. Şimdi var mı sizce böyle yıldızlar topluluğu. Belki Arda?
- Çok severim Arda'yı ama Arda yıldızın olmadığı ortamda yıldız oldu! Bence artık futbolcu yetişmiyor eskisi gibi. Bir tavsiyem olsun yeni nesle; kendilerine yatırım yapsınlar. Gayrimenkul, araba, sosyal hayat falan, bunlar da önemli tabii ki ama işini doğru yaptığın zaman bunların hepsi zaten gelir. Bizim ilk yıllarımızda menajerlik sistemi yoktu mesela, transferler başkanla futbolcular arasında geçerdi. Çingene pazarlığı resmen. Zonguldakspor'un hocası Giray Bulak hayatıma yön vermiştir, etkilemiştir beni bu anlamda. Dedi ki bana: 'Oku! Başkanla bu pazarlığı yaparken kendine güvenli durursun, en azından bunun için oku, hakkını ara orada! Hayal edemeyeceğin yerlere geleceksin ama kendine yatırım yapman lazım, görmen lazım, okuman lazım. Hiçbir şey yapma, oku sadece!'
- Kamplarda herkes eğlenirken, dışarı çıkarken siz kitap okurmuşsunuz. Doğruysa ne kadar güzel ama şehir efsanesi mi bu, değil mi?
- Herkesin okuması gerektiği kadar okuyorum işte, bir lüks değil bu.
- 2006'da bir röportajda 'Sevdiğim yazar Hamdi Koç,' demişsiniz. Şimdi kim?
- Hamdi Koç'u hâlâ takip ederim. Elif Şafak ve Ayşe Kulin'i çok beğenirim. En son, Ahmet Şık'ın Dokunan Yanar kitabını bitirdim. Yılmaz Erdoğan, Berfinim'i yazdığında sormuştum ona; 'Üstat nasıl çıkıyor bunlar?' diye. Dedi ki: 'Okuyorsun okuyorsun, okuyorsun, doluyor. Sonra taşıyor. Alacak yer kalmıyor, sonra çıkıyor bir şekilde.' Keşke vaktim olsa da Yılmaz kadar okuyabilsem. Şuna inanırım; bilgiyi ne kadar aldığın değil, aldığını ne kadar satabildiğin de önemlidir.
- Geriye dönüp baktığınızda üniversite okumadığınız için pişman mısınız?
- Salağın önde gideniymişim diyorum. Ama zordu maçlar ve antrenmanlarla birlikte okumak.
- Politikaya merakınız var mı?
- Hiç yok.
- Twitter'da var mısınız?
- Varım ama kendi ismimi kullanmıyorum. Gündemi takip etmek için girdim.
© Tüm hakları saklıdır.