Dünya

Trump'ın kabinesi nasıl şekilleniyor, hangi isimler ve nitelikler ön plana çıkıyor?

Sezin Öney: Trump yönetimi için geriye sayarken

18 Aralık 2016 23:34

Sezin Öney*

20 Ocak 2017. Donald Trump hükümetinin göreve başlama töreninin gerçekleşeceği tarih. O zamana kadar da, Trump ve geçiş dönemi takımının yaklaşık 4,100 kişiyi görevlendirmesi gerekiyor. Tabii, bu görevlerden en dikkat çekicileri, Trump’ın en yakın çalışma ekibini oluşturacak kişiler.

Birkaç yazılık bir diziyle, tıpkı daha önce Trump’ın biyografisini-geçmişini ve kişiliğini incelediğimiz gibi, şimdi de, kabinesini inceleyeceğiz. Öncelikle bu kabinenin, Trump’ın kendisine benzediğini söyleyelim. Kabinenin genel özelliği, çok hırslı, variyetli ve siyaseten tecrübesiz kişilerden oluşuyor olması. Ve aynı zamanda da, hepsi “değiştirme”, “bilinen haliyle Beyaz Saray’ı ve Washington’u dönüştürme” konularında iddialı kimselerden...

“Milyarder ve iddialı, özellikle de Washington’un klasik düzenini altüst edeceğini öne süren bir iş adamı nasıl bir ABD hükümeti oluştururdu?” sorusunun yanıtına yanıt vermeye kalksak, işte tam da böyle bir kabine olurdu diyebiliriz. Bu yazıda, Trump yönetiminin şimdiye kadar belli olan isimlerine, Beyaz Saray’da “Başkan’ın beyin takımı” olan, en yakın çalışma ekibinden başlayarak, genel olarak bir göz gezdirelim. Ve müteakip yazılarda da, önce kabinedeki tüm isimleri sayıp döküp, ardından bu kabinenin başlıca niteliklerinin ve kabinedeki bazı isimlerin derinlemesine analizlerini yapalım.   

Beyaz Saray Genel Sekreteri/Özel Kalemi (Chief of Staff): Reince Priebus

Başkan’a en yakın olan bu makama atanan ismin, Senato tarafından onaylanması gerekmiyor. Beyaz Saray Genel Sekreteri de, Başkan’a ulaşmaya giden yolu kontrol ediyor. Beyaz Saray’ın Batı Kanadı, yani West Wing’in organizasyonu, burada ne olup bittiği Genel Sekreterin denetiminde. Batı Kanadında, Oval Ofis, Kabine Odası ve krizlerin ve istihbarat raporlarının tartışıldığı Durum Odası/Situation Room, günlük çalışmaların yapıldığı Roosevelt Odası gibi kilit mekânların işleyişini kontrol eden Genel Sekreter, aynı zamanda Başkanın danışmanları, Beyaz Saray Basın Sorumlusu gibi kişilerin ve ekiplerinin ve çalışmalarının organizasyonunu, koordinasyonunu sağlıyor. Bu makama, Başkanın sağ kolu desek yanlış olmaz.

 Beyaz Saray Genel Sekreterliğine atanan 44 yaşındaki Reince Preibus, bu makamdan önce Cumhuriyetçilerin Ulusal Komitesi’nde (Republican National Committee-RNC) başkanlık yapan bir isim. Yani, Cumhuriyetçi Parti’de, seçim stratejisi, siyasi platform ve bağış toplama gibi konularda çalışan ve Parti elitleri arasında ağırlık sahibi bir kişi. Dahası, Cumhuriyeti Parti tabanına da, doğrudan açılımı olan bir aktör.

Preibus’un diğer Cumhuriyetçi Parti figürlerinden farkı, Trump’ın parti içinde aşağılandığı, “dokunan yanıyor” gibi bakıldığı dönemde, Trump’a yakın davranmış olması ve hep ona karşı saygısını açıkça ifade etmesi. Preibus, Trump’ın da sevdiği türde bir insan: mesleki olarak şirketler için müzakere ve hukukî savunma yapan bir geçmişi var. Dişli bir avukat yani..

Ayrıca Preibus, Temsilciler Meclisi Sözcüsü Paul Ryan ile de kişisel dost ve siyasi müttefik. Müstakbel sağ kolunun, Cumhuriyetçilerin bu diğer bir önemli ismi ile yakınlığı da, bu tarz kişisel bağları seven Trump için önemli.

Nasıl Barack Obama’nın başkanlığının ilk döneminde (Obama’nın kendisinin bu kentteki politik geçmişi nedeniyle biraz da farklı biçimde) Chicago kökenliler ön plana çıktıysa, şimdi de Preibus ve Ryan’ın Trump nezdinde ittifak ortakları gibi görülmesi nedeniyle, onların ön plana çıkardığı Wisconsin kökenli siyasetçilerin ağırlığı artıyor diyebiliriz.     

 

Baş Stratejist ve Kıdemli Danışman (Chief Strategist ve Senior Counselor): Stephen Bannon

Preibus ile beraber, Trump ekibinden ilk adı duyurulanlardan Stephen Bannon, en çok tepki çeken isimlerden. Preibus, her ne kadar “dengeli” ve “merkezden” bir isim gibi algılandıysa da, Bannon da tersine, “marjinal” ve Trump’ın olumsuz yönlerini (ırkçılık, nefret söylemi, kadın düşmanlığı gibi) yansıtan biri gibi görüldü. Ve de, gerçekten de, Baş Stratejist/Kıdemli Danışman makamı, Başkan’ın vereceği mesajları, benimseyeceği siyasi taktikleri ve politik gündemini belirleyecek başlıca konum. Üstelik Bannon’un tepki çekmesine karşılık olarak, görevi son kertede alamaması gibi bir riski de yok: bu pozisyonun, Senato tarafından onaylanması gerekmiyor. Kısacası, artık Bannon’u frenleyebilecek tek kişi, Trump’ın kendisi.   

62 yaşındaki, “alt-right” (“alternatif sağ”) düşünce çizgisinde yayın yapan Breitbart haber sitesinin eski yöneticisi Bannon ile ilgili daha detaylı yazacağım. Onun için şimdilik, Bannon’un haklı yere çok tartışmalı kişiliğini ve Trump yönetiminde oynayabileceği role fazla değinmeden geçiyorum. Irkçılık ve popülist politikalara medya üzerinden meşruiyet kazandıran bu aktör, ne yazık ki, başlı başına yazı bir yazı konusu olmayı “hak ediyor”.

Ulusal Güvenlik Danışmanı: Michael Flynn

Ulusal Güvenlik konularında başkanın baş danışmanlığını yürüten bu makam da, Senato’dan onay gerektirmiyor. Daha önce , Afganistan’da görevli en üst düzey ABD ordu mensubu General Stanley McChrystal’in yardımcılığı ve İstihbarat Savunma Ajansı (Defence Intelligence Agency-DIA) Başkanlığı gibi görevlerde bulunan bir isim. Yani, Trump ekibinin genelinin aksine, devlet içinde deneyimli biri.

Buna karşılık Flynn’in, takdir gören üst rütbeli bir asker iken Washington’da vebalı gibi kaçılan, siyasi bir çakılış yaşayan bir figüre dönüşen, zigzaglı bir profile sahip olduğunu da unutmamak gerek. Flynn’in kariyerinde bir kutuptan ötekine gidiveren keskinlik hep dikkat çekiyor: Flynn, aslında, Demokrat Parti’ye kayıtlı ama Obama yönetimi ile ters düştükten sonra Demokratlara karşı çok söylemler benimsemiş. DIA’da yönetici iken, kadın çalışanları aşağıladığı, ekibindeki insanları ezdiği ve görüşlerini değerlendirmediği gibi iddialar nedeniyle adı kötüye çıkmış. Dahası, radikal İslam konusundaki görüşlerinin de “aşırı sert” bulunması, Flynn’in mesleki düşüşüne yol açan diğer bir etken haline gelmiş.  

Flynn üzerine, Türkiye medyasında oldukça yazılıp çizildi. Neticede Flynn, Trump’ın seçilmesinin hemen ertesinde, Washington’un başlıca İnternet haber sitelerinden “The Hill”de yayınlanan, Türkiye odaklı, hayli tartışmalı bir yazıya imza attı. Flynn bu yazıda, Gülen Cemaati’nden girip FETÖ’den çıkıyor ve “radikal İslamcı bu ulusal güvenlik tehdidini” yerden yere vuruyor, Türkiye için de Fethullah Gülen’in iade edilmesinin önemini ve gereğini vurguluyordu. Yazı yayınlandıktan sonra, ABD genelinde, yazının içeriğinden çok, Flynn’in sahip olduğu lobi şirketinin, AKP’ye yakın şirketlerden para aldığının ortaya çıkması tartışma konusu oldu.

İşin ironik yönü şu: Flynn, temelde, İslam’ın “sorunlu bir din” olduğunu düşünüyor. Ocak 2016’da, Al Jazeera’ya, “Hayatının son 10 yılını, İslam veya en azından İslamın biri türü [Siyasal İslam] ile savaşarak geçirdiğini” söylemişti. Flynn, aynı mülakatta, “neyle karşı karşıya olduğumuz konusunda kendimizi kandırmayalım. İslamî dünya, İslam içindeki bir unsur ile yüzleşiyor; eğer bir şey yapılmazsa-bir değişim olacak evet, ama bence kötüye doğru, olumsuza doğru olacak.  Bu dini ele geçirmiş durumdalar ve çok çok tehlikeli biçimde kullanıyorlar... Bizim savaşta olduğumuz, İslam’ın radikal bir yönü ve bence İslam, bir din üzerine kurulu bir politik ideoloji” demişti. 

Dahası Flynn, New York Post’a Temmuz 2016’da yazdığı bir makalede, DIA’daki görevinden atılmasına, “radikal İslamcılığa ve El Kaide ile türevi hareketlerin yayılmasına karşı aldığı tavrın” neden olduğunu öne sürmüştü. Aynı makalede, “yaşayan Müslümanların büyük çoğunluğu da dahil olmak üzere herkesin, İslam dünyasının destansı bir hata olduğunun” farkında olduğunu iddia etmişti.

Flynn yazısında, tam olarak şu cümleleri kullanmıştı: 

“Onların Cihatçı doktrinlerine karşı çıkmayı beceremedik, oysa Müslüman dünyasının çok küçük bir kısmı onlara gerçekten inanıyor; hayattaki Müslümanların çoğu, İslam dünyasının destansı bir hata olduğunun ve feci biçimde ekonomik, kültürel ve eğitimsel reforma ihtiyaç duyduğunun, Batı’nın üstünlüğüne yol açan tarzda bir dönüşümden geçmesi gerektiğinin farkında.” 

Ocak 2016’da, meşhur araştırmacı gazeteci Seymour Hersh, London Review of Books’ta, Flynn’in kendisine yaptığı bazı açıklamaları yazdı: bu ifadelere göre Flynn, Obama yönetimine sürekli olarak, “Esad rejiminin devrilmesinin ne kadar tehlikeli olacağını” dile getirmeye çalıştı. Dahası, Hersh’e göre, Flynn şu ifadeleri de kullandı:  

“Cihatçılar, [Suriye’de] muhalifleri kontrol ediyor ve Türkiye, yabancı savaşçıların Suriye’ye yasadışı yollarla geçirilmesini engellemiyor...Eğer Amerikan halkı, günlük olarak ortaya koyduğumuz istihbaratı, en hassas düzeydekini, görseler çıldırırlar, balatayı sıyırırlardı... Biz, IŞİD’ın uzun vadeli stratejisini ve savaş planlarını çözdük; iş, Suriye’de IŞİD’ın büyümesi konusuna gelince Türkiye’nin, göz yumduğunu da gördük...”

Flynn’e göre, DIA’nın bu tarz düşünceler ortaya koyan istihbarat raporları ve analizlerine, Obama, “müthiş bir dirençle” karşılık veriyordu. Flynn, Obama yönetiminin tavrını, “Gerçeği duymak istemiyorlardı” diye yorumluyor. 

Üstelik de, Flynn’in yorumları sadece siyasi düşüncelerini de yansıtmıyor; emekli general, Pentagon’daki görevinden alınmasına Suriye rejimi, IŞİD ve Türkiye ilgili görüşleri olduğunu düşünüyor. Yani, ortada bir de, ciddi bir kişisel husumet var. 

Görüldüğü gibi, Flynn’in temel düşüncelerinin, öyle Ankara ile pek uyum sağlama şansı yok. 

Dahası, Flynn, şimdi kendi öz düşüncelerini yönetim pratiğine empoze edecek kadar güçlü. Bu düşüncelerin de, her hâliyle İslamcılığa son derece negatif bakan tonda olduğuna tekrar tekrar dikkat çekmekte yarar var. 

Kaldı ki, Flynn, “Doğu’nun tiranlarından”, İslamcı olsun, seküler olsun; ne olursa olsun haz etmiyor. Onları, Batı’nın politikacılarıyla karşılaştırıldığında aşağı görüyor: bir istisnayla, o da Rusya lideri Vladimir Putin. Flynn’in  bir değişmeyen düşüncesi varsa, o da Rusya ile ABD’nin Suriye başta olmak üzere, askeri ve stratejik konularda beraber çalışması gerektiği.  

Kıdemli Politika Danışmanı/Senior Policy Advisor: Stephen Miller 

Henüz 30 yaşında bir politikacı Stephen Miller. Kaliforniya’da Santa Monica’da liberal, Demokrat görüşteki Yahudi bir ailenin çocuğu; ama kendisi, çok sert muhafazakâr düşünceleri benimsemiş. Benimsemekle de kalmamış, liberal çizgiyi aşağılayıp, nefretini dile getiren bir söylem geliştirmiş. 

Miller’ın siyaseten yegâne tecrübesi ise, Alabama Senatörü Jeff Sessions’ın siyasi danışmanlığını yapmak. Sessions, Trump tarafından ABD Baş Savcısı/Adalet Bakanı atanan ve sert muhafazakâr görüşleri ile tanınan biri. Sessions’ın iletişimden sorumlu danışmanı olan Miller da bu görevi boyunca, “devlet popülizmi” diye de bir kavram ortaya atıp, bu kavramı ideolojik bir manifesto olarak geliştirmeye çalışmış.   

Türkiye’de de son dönemde medya ve siyasette tanıdığımız bir hikâyesi var aslında Miller’ın; zekiden çok kurnaz, ham ve saldırgan, ancak tüm bu özelliklerini “silah” gibi kullanarak kendine kısa zamanda jet hızıyla yükselen bir kariyer çizgisi yaratan bir genç. 

Miller, gençliğiyle tezat kelliği, dile getirdiği kızgın ve nefret dolu söyleme karşılık hep ifadesiz çehresi, komplo teorileri ile gerçek arasındaki çizgiyi yok eden demagojik tarzı, laf sokuşturmayı politik analiz sanması ile fazla tanıdık, fazla aşina. Tüm bu sığlığına rağmen de, yükseklerden uçan bir ideolog rolüne soyunuyor. 

Ve, asla kendini eleştirmeyen; kendinin, sözlerinin, düşüncelerinin hep en doğru, en erdemli olduğuna inanan bir inadı temsil ediyor.  Oysa, Miller’ın “erdemli” bir yönü yok; parçası ve temsilcisi olduğunu iddia ettiği kitlelerin zaaflarını kullanarak onları kendi çıkarına bir yönde gütmeye çalışıyor. 

Trump’ın politikalarını desteklemek için yaptığı konuşmaların birinde Miller, Meksika sınırına örülmesi planlanan duvarla ilgili şu yorumu yapmıştı:

“O duvarı öreceğiz ve o duvarı sevgiyle öreceğiz... O duvarı, çocuklarını güvenlik içinde yetiştirmek isteyen tüm aileler için sevgiyle öreceğiz... O duvarı, tüm Amerika ve tüm kökenden Amerikalılar için sevgiden öreceğiz.”

“Duvar” ve “sevgi” gibi birbirine zıt kavramları ısrarla bir arada kullanarak, kitleleri “nefrete” teşvik ederken aslında ideali “sevgiymiş” gibi davranmak, Miller’ın siyasi tarzını birebir yansıtıyor.

Çokkültürlülüğü “ayrımcılık” olarak niteleyen, 2014’te ölen haklar ve özgürlükler savunucusu siyah şair Maya Angelou’yu “ırkçı bir paranoyak” olmakla suçlayan Miller’ın önü bana kalırsa çok açık; zira, ne yazık ki, Türkiye’de de örneklerini sıkça gördüğümüz üzere, devir bu tarz genç, kasaba kurnazı, nefret saçan “beyinlerin” devri.

 Miller’ın da, tıpkı Başkan’a en yakın olacak diğer isimler gibi, Senato’dan onay alması gerekmiyor.

Beyaz Saray Müşaviri/White House Counsel: Donald McGahn II

Avukat Donald McGahn II, Washington’da iyi tanınan bir hukukçu. Federal Seçim Komisyonu’nun (Federal Election Commission-FEC) başkanlığını yapmış, Ulusal Cumhuriyetçi Kongre Komitesi’nin en üst düzey avukatlarından biri olarak sivrilmiş bir kişilik.

McGahn, seçim kanunu konusundaki engin bilgisini, büyük sermaye sahiplerinin politikacılara maddi destek sağlaması konusundaki engelleri aşmak için kullanmayı kendine görev edinen biri. Diğer bir deyişle, yasal düzenlemelerdeki açıkları bulup, bu açıkları sermayedarların lehine kullanmak, McGahn’ın uzmanlık alanı. 

Trump’ın, daha önce iş dünyasındaki çizgisine bakıldığında da, beraber çalışmayı en sevdiği tip kişiler, kanunları istismar etmeyi beceren, “yasal üçkağıtçılığı” iyi beceren, acımasız avukatlar olduğu gözleniyor.   

McGahn, Beyaz Saray Müşaviri olarak, Trump yönetiminin politikalarının yasalara uygunluğunu inceleyecek, Başkan’a karşı açılabilecek davalarda onu temsil edecek, Başkan’ın çıkar çatışmasına girdiği iddia edilen konularda karşı yasal argüman sunacak. Bu makama atanan kişinin de, Senato’dan onay alması gerekmiyor.

 Kanunları atlatmayı çok iyi bilen biri olarak McGahn, tam da Trump gibi birinin ihtiyacı olan hukukçu; bu nedenle de, yeni Başkan ile tencere kapak gibi uyum sağlayabilecek gibi gözüküyor. 


Yeni dersimiz: Trumpoloji

Dersimiz Trumpoloji II: Bir predatör başkan olursa...

Dersimiz Trumpoloji III: Başkanın bütün adamları