Gündem

'Toplum mühendisleri kafalarındaki ideal toplumu harıl harıl inşa ediyorlar'

Bülent Keneş: Geçmişteki toplum mühendisliği çabalarının berbat sonuçları henüz tamamen ortadan kaldırılamadan yeni tarz bir toplum mühendisliğinin tüm belirtileri görülüyor

08 Kasım 2013 15:00

Gülen cemaati bünyesindeki yayınlardan Today’s Zaman’ın Genel Yayın Yönetmeni Bülent Keneş, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “öğrenci evleri” açıklamasıyla yeniden gündeme gelen “yaşam tarzına müdahale” tartışmalarına değinerek, “Kemalistlerin topluma yeni bir şekil vermek için kullandıkları tüm araçları ve yöntemleri olduğu gibi benimseyen yeni toplum mühendislerimiz şimdi kafalarındaki o ideal toplumu harıl harıl inşa etmekle meşguller. Eski toplum mühendisleri Kemalist bir toplum yaratmaya çaba harcarken, ne demokrasiyi ne de gerçek laikliği içlerine hala tam sindirememiş, farklılıklara saygı kültürünü ise teğet geçmiş olan bugünün toplum mühendisleri de toplumu baskılarla kendilerine göre dizayn etmenin peşine düşmüş durumdalar” görüşünü dile getirdi.

Bülent Keneş’in Today’s Zaman’daki köşesinde “Toplum mühendisliği” başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:

Bu ülke onlarca yıl tek adam ve milli şef yönetimlerinde adına Cumhuriyet Devrimleri denen anti-demokratik, tepeden inmeci ve dayatmacı uygulamaların baskısı altında yaşadı. Bünyesindeki farklılıkları yüzyıllar içerisinde iyice içselleştirmiş bir imparatorluk kültürünün varisi olan toplum kendisine giydirilen bu dar deli gömleğini her ne zaman esnetmek istese derhal tepesine inen bir balyozla, bir askeri darbeyle veya askeri müdahaleyle karşılaştı.

Dünün despotları, bu tür yöntemlere sıklıkla başvurulmasının dünyada şık karşılanmayacağını hesap ettiklerinden olsa gerek, birer toplum mühendisliği harikası olarak planladıkları toplumsal kaos ve sosyal olayları da başarıyla kullanarak toplumu istedikleri yöne yönlendirmeye ve topluma istedikleri şekli vermeye çalıştılar. Farklı düşünmekte ya da Kemalist devletin makbul gördüğünün dışında bir yaşam tarzında direneneler ise uygulanan baskı ve sistematik yıpratma kampanyaları ile ya bu ülkede yaşayamaz hale getirildi ya da cebren hizaya girmek zorunda bırakıldılar.

27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 askeri darbeleri, 1990’ların başında yaşanan karanlık olaylar ve 28 Şubat 1997’de başlayan post-modern askeri darbe süreci ile toplum ceberrut devlet için makbul olan en uygun kalıba sokulmak üzere orasından burasından çekiştirilmeye, kalıba sığmamakta direnen kesimler ise her türlü araç kullanılarak bastırılmaya ve yok edilmeye çabalandı. Bu yolda, ülkemizde nedense hiç gün yüzü görmeyen insan hak ve özgürlükleri de feda edildi, göstermelik hukuk da, yarım yamalak demokrasi de… Aynı yolda silah da kullanıldı, yargı da, medya da, eğitim de…

2000’li yıllarda verilen kapsamlı bir demokratikleşme mücadelesiyle tam bu tarz arkaik toplum mühendisliği çabalarından kurtulduk derken, bu sefer de aynı şey başka aktörlerin elinde bir başka şekil ve bir başka kılıfla karşımıza çıkıverdi. Dünün toplum mühendisleri devletin baskıcı ağırlığını ve kamunun tüm imkanlarını kullanarak toplumu Atatürk ilke ve devrimleri çerçevesinde bir kalıba sokmaya çalışıyordu. Bugünün toplum mühendisleri ise yine aşağı yukarı aynı yöntemleri ve yine aşağı yukarı aynı araçları kullanarak, sanki başka türlüsü hiç olamazmışçasına benimsedikleri kendi yaşam tarzlarını empoze etmeye çalışıyorlar.

Hatırlanacağı gibi toplumdaki farklılıklara alabildiğine tahammülsüz dünün Kemalist muktedirleri işi iyice despotluğa vardırarak “laik”, “sünni”, “Türk” (kısaca LAST) denkleminde bir millet yaratmaya çabalıyordu. Bunun dışındaki her unsuru propagandayla ya da sistematik endoktrinasyon faaliyetleriyle asimile ederek ve hatta daha da ileri gidip zorla eritmeye, yok etmeye gayret gösteriyorlardı.

Siz bu despotların toplum mühendisliği için kendilerine uygun gördükleri kimliklerin laiklik, Sünnilik ve Türklük olduğuna sakın aldanmayın. Çünkü dünün despotlarının tercih ettiği laiklik o bildiğiniz evrensel anlamda insanların inançlarına saygılı, inanç özgürlüklerinin alanını genişleten veya dinsel alanı kendi haline bırakan bir laiklik anlayışı değildi. Tam tersine dini alanı tamamen devlet denetimi altına alan, baskıcı,  kısıtlayıcı, dışlayıcı, müdahaleci, tanımlayıcı, ayrıştırıcı bir anlayıştı ki, sanırım bu despotik anlayışa “laiklik” demek “gerçek laikliğe” yapılabilecek en büyük haksızlık olurdu.

Aslına bakarsanız Sünnilik de dünün despotlarının pek umurlarında değildi. Nasıl ki sözde laikliği istismar ederek dindar Müslümanlara karşı büyük bir baskı kurdularsa, Sünniliği de başka inanç ve mezhep mensupları üzerinde baskı kurmakta kullanabilecekleri işe yarayışlı bir araç olarak gördüler hep. Bir taraftan hem Sünni İslam’ı kafalarına göre tanımlayıp, denetim altına almaya çalışarak arzu ettikleri bir kalıba sokmaya çabaladılar, diğer taraftan da Alevilere ve gayr-i Müslimlere karşı çoğunluktaki Sünni İslam’ı ve Sünni Müslümanları pervasızca araçsallaştırdılar. Bu konuda da eğitim alanı kadar mevcut haliyle hiçbir gerçek demokratik laik sistemde yeri olamayacak bir kurum olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nı ve emrindeki on binlerce resmi imamı sonuna kadar kullandılar.

Dünün despotlarının Türklüğü ise ancak Kürtlük ve diğer Türk ya da Müslüman olmayan vatandaşlarımıza karşı bir resmi kimlik ve ideoloji olarak anlam ve önem kazanmaktaydı. Bin yıldır farklılıklara saygı, hoşgörü ve çoğulculukla harmanlanmış Anadolu Müslümanlığından farklı görülemeyecek olan Türklük, içerisi bu güzel hasletlerden iyice boşaltılarak farklılıklara saygısız, onları ötekileştiren, düşmanlaştıran, dışlayan ve baskılayan faşizan bir ırkçılığa temel haline getirilmişti. 

Tüm bunların, her biri birbirinden tatsız hatıralar olarak, büyük ölçüde geride kaldığını söylemeyi ne çok isterdim. Ama ne yazık ki, söyleyemeyeceğim. Çünkü geçmişin despotik toplum mühendisliğinin kalıntısı olan sorunların önemli bir kısmı hala devam ediyor. Tüm iyileştirme çabalarına rağmen Kürt sorunu, Alevi sorunu, gayr-i Müslim vatandaşlarımızın sorunları ve hatta önemli ölçüde başörtülü kadınlarımızın sorunları bu ülkede yaşayanların hayatlarının acı veren birer parçaları olmayı sürdürüyor.

Ne hazindir ki, geçmişteki toplum mühendisliği çabalarının berbat sonuçları henüz tamamen ortadan kaldırılamadan yeni tarz bir toplum mühendisliğinin tüm ağır işaretleri ve belirtileri görülmeye başladı. Kemalistlerin topluma yeni bir şekil vermek için kullandıkları tüm araçları ve yöntemleri olduğu gibi benimseyen yeni toplum mühendislerimiz şimdi kafalarındaki o ideal toplumu harıl harıl inşa etmekle meşguller. Eski toplum mühendisleri Kemalist bir toplum yaratmaya çaba harcarken, ne demokrasiyi ne de gerçek laikliği içlerine hala tam sindirememiş, farklılıklara saygı kültürünü ise teğet geçmiş olan bugünün toplum mühendisleri de toplumu baskılarla kendilerine göre dizayn etmenin peşine düşmüş durumdalar.

Eğitim alanında hiçbir kesimin beklentilerine kulak asmaksızın bir oldu-bittiyle gerçekleştirdikleri garip değişiklikler, devlet eliyle “dindar nesil” yaratma arayışları, en siyasi konularda bile kendi dini anlayışlarının dışında başka hiçbir referans kabul etmemeleri, en hassas dini mevzuları bile siyasi kazanımlar için istismar etmekten çekinmemeleri, kamu imkanlarını seferber ederek yetiştirmeye çalıştıkları yeni nesilleri ve yeniden şekillendirmeye çabaladıkları toplumu kendi siyasetlerinin neferleri haline getirme girişimleri, azıcık bile farklı yaklaşımları olan her türlü sivil toplum hareketini düşman belleyip yok etmeye çalışmaları, adeta dünyanın en olağan işini yapıyormuşçasına insanların özel hayatına  müdahale etme hakkını bile kendilerinde görmeleri ve daha niceleri...

Ne kadar farkındasınız bilmem ama işte bunlar hep toplum mühendisliği… İçeriği ve amacı değişse de maalesef dün de vardı, bugün de…