15 Mart 2015 11:16
Taraf gazetesi yazarı Mehmet Baransu'nun 'devletin güvenliğine ilişkin gizli belgeleri temin etme, açıklama ve tahrif etme" iddialarıyla tutuklanmasının ardından Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan "Ben buradayım, benimle konuşun" başlıklı yazısıyla gündem olan Ahmet Altan, “Toplum AKP’yi kenara itecek” dedi. “Yol ayrımındayız. Ya AKP’yi doğal yollarla kenara itip yaratıcı, üretici bir topluma dönüşür ya da tarihinde rastlamadığı büyüklükte sarsıntı ve acıyla karşılaşır” diyen Altan sözlerini şöyle sürdürdü:
“AKP, Erdoğan’ın idaresinde bu seçimleri kazanırsa çok büyük bir devlet şiddetiyle karşılaşacağız. Kötü giden ekonomiye devlet şiddeti eklenmesi fiziksel kırılmaya yol açar."
Altan, Ergenekon ve Balyoz süreçlerinde hukuksuzluklar ve haksızlıklar yapıldı tartışmalarına ilişkin olarak ise, "Balyoz vardı, Ergenekon vardı, insanları öldürdü. Hâlâ bunu anlatmak zorundayım. Susup, 'Evet haksızlıklar var' dediğimde savunulacak kimse kalmayacak" ifadelerini kullandı
2007-2012 yılları arasında manşetleriyle Türkiye gündemine oturan Taraf gazetesini yöneten Ahmet Altan, Hürriyet gazetesinden Çınar Oskay’ın sorularını yanıtladı. Ahmet Altan’ın açıklamalarından (15 Mart 2015) satır başları şöyle:
Her şeyden sıyrılıp nasıl romana konsantre oldunuz?
- Bir romancının gazetecilik yapması acıklı bir şey. Taraf’ta yıllarca kitap yazamadım. Nöbetimi tuttum, bu ülkeye borcum varsa beş sene ödedim. Yazarlar “Kaç yıl yaşayacağım” diye hesap etmiyor. “Kaç kitap daha yazabilirim” diye bakıyorsun. Kitaplara döndüm. Türkiye’yle ilişkilerime mesafe koydum, günbegün izlemekten uzaklaştım.
Neden Osmanlı’nın son günlerini yazdınız?
- Çöküntü döneminde kişiler daha ilginçleşiyor. Duyguları, ihtirasları daha çok ortaya çıkıyor. Türkiye’nin büyük kırılmasına yol açan alaturka-alafranga ayrışması da bu dönemde keskinleşiyor.
Ailenizde de var galiba bu ayrışma. Bazılarından esinlenmişsiniz romanı yazarken.
- Evet, ailemin bir kısmı daha Batılı. Bir yandan da bir tekke şeyhinin torunlarıyız.
Romanda çok ilginç tarihi olaylar var. Mesela Babıâli baskını...
- Dünyanın en garip darbesidir. Enver Paşa’nın büyük askeri başarısı yok. Fakat delice cesareti, korkunç bir ihtirası var. Sadece Osmanlı’yı değil, dünyayı yönetmek istiyor. İttihatçıların bir kısmı çekinceli. Enver “Bana 60 fedai ver, ben 60 kişiyle basarım” diyor. O 60 kişi gelmiyor. Beş silahlı adam yine de giriyorlar. Sadrazamdan istifasını alıyorlar. Dört saat sonra halk “Yaşasın İttihatçılar” diye bağırmaya başlıyor.
Altan’ın son kitabı can yakan aşklar, önemli tarihi olaylarla dolu renkli, lezzetli bir roman. Abdülhamit’ten Enver Paşa’ya, İstanbul’un Rus asilzadelerinden kabadayılarına ilginç karakterlerle dolu. Ve her şey Balkan Savaşı’nın ateşinde, Bulgar ordusu İstanbul’un burnunun dibinde, Çatalca’dayken yaşanıyor.
Romandaki dönemle bugün benziyor mu?
- Ümitsizliğe sevk edecek kadar... İttihatçılar iyi niyetle geliyor. Eşitlik, adalet, özgürlük için... AKP de böyle geldi. Askeri vesayet döneminde kişi başı gelir 3 bin dolardı. Bunu ileriye götürmek için muhafazakâr kesime ülkeyi açması, zenginleşmesine izin vermesi gerekiyordu. Yapsa iktidarını kaybedecekti. Vazgeçmedi, kırıldı, AKP geldi. Bir müteahhit partisi, epeyce vahşi, estetikten yoksun fakat iyi örgütlenebiliyor, çabuk hareket edebiliyor. Sermayeyi muhafazakâr kesime açıp yatırımlarla, binalarla 3 bin dolardan 10 bin dolara getirdi.
Ya şimdi?
- Askeri vesayetin sıkıştığı noktada şimdi AKP sıkışıyor. 10 bin dolara binayla, köprüyle yolla gelebilirsiniz. Ama sonra yaratıcılık gerekiyor. Yeni fikirler, aletler, buluşlar... AKP kendini buna açamaz çünkü Türkiye’nin özgürleşmesi ve demokratikleşmesi gerekir.
Ne olacak peki?
- Toplum AKP’yi kenara itecek. Yol ayrımındayız. Ya AKP’yi doğal yollarla kenara itip yaratıcı, üretici bir topluma dönüşür ya da tarihinde rastlamadığı büyüklükte sarsıntı ve acıyla karşılaşır. AKP, Erdoğan’ın idaresinde bu seçimleri kazanırsa çok büyük bir devlet şiddetiyle karşılaşacağız. Kötü giden ekonomiye devlet şiddeti eklenmesi fiziksel kırılmaya yol açar.
Tarihte var mı örneği?
- İttihatçılar toplumun istediği sloganlarla geldi, sonra korkunç baskı uyguladı. AKP gibi. Birden devlet hazinesi ellerine geçti, delirmiş gibi çaldılar. Şu anda Türkiye’de bir yolsuzluk orjisi yaşanıyor. Dalgalar halinde, neredeyse ilçe düzeylerine yayılmış bir yolsuzluk örgütlenmesiyle karşı karşıyayız.
DARBECİLER YUNAN TRAGEDYASI KAHRAMANLARINA DÖNÜŞTÜ
GEZİ ÇOK ÜMİT VERİCİ: Yeni bir nesil geliyor. Çağ lidersiz hareketlerin çağı. Twitter’ın olduğu yerde lidere ihtiyaç yok. Buna karşı zorbalık çok fazla sürmez. Gezi bu açıdan Türkiye tarihinde bir ilktir.
Madem siyasete girdik, oradan devam edelim ve Taraf günlerine dönelim. Bilmediğiniz bir kaynak size Balyoz belgelerini getirdi, yayımladınız. İyi bir kontrol süzgecinden geçirdiniz mi?
- Ben gazeteci olarak ne yaptığımızı söyleyeyim, siz gazeteci olarak başka ne yapılabilirdi onu söyleyin. Bunlar ordunun resmi belgeleri. Üstünde yüzlerce isim var. Sicil numaralarını kontrol ettik, hepsinin uyduğunu gördüğümüz zaman “Bu belgeler doğru” dedik. Bunlar ordunun istihbarat servislerinden çıkmış. Kimse kalkıp orduya demiyor: “Bunlar sahteyse senin istihbarat odalarına kim koydu”. O odaların şifresi, parolası, kameraları var. Kim giriyor, kim çıkıyor... Ordu beş sene içinde bir tek insanı sahte belgelerden yargılamadı. Sahte olduğunu iddia ettikleri belgelerden... Bunlar askeri vesayetin belini kıran belgelerdi. Bunu Mehmet Baransu yaptı. Bugün çocuğu hapse atıyorlar, bir de utanmadan eline kelepçe vuruyorlar. Ordu bunun gerçek olduğunu biliyordu. Aytaç Yalman diyor ki: “Kara Kuvvetleri Komutanı olduğumda ilk bir yılım Balyoz’la geçti.” Eğer gerçek değilse neden bir yılını bununla harcar ki? Bu, bir darbe hazırlığıydı. Bugün tartışmamızın nedeni, iktidarın hırsızlığını Balyoz’un arkasına saklamaya çalışması. Darbeciler Yunan tragedyası kahramanlarına dönüştü. 10 yıl önce yıkmaya çalıştıkları iktidarın önünde zırh oldular.
Bir seminerdeki konuşmaların ses kayıtları var, bir de dijital belgeler... Dava ses kayıtlarının değil, dijital belgelerin üzerine kuruldu. Savunma avukatları bu dijital belgelerle ilgili çelişkileri, tutarsızlıkları ortaya çıkardı. Örneğin 5 Mart 2003’te kapandığı belirtilen 11 no’lu CD’de calibri fontu kullanılmış. Oysa Microsoft bu yazı karakterini 2007’de kullanıma soktu. Darbe olursa yardımı alınacak şirketler, sivil memurlar var. Bu kişilerin bazıları o tarihte o şirketlerin personeli değil. El konulacak şirketler arasında ‘Recordati’ ilaç şirketi var. Oysa 2008 yılına kadar o isimde bir tüzelkişilik yok. İddianamede 2003 yılında kapandığı belirtilen bir CD’den, bu tür tuhaf veriler çıktığında bazı şüpheler duymaya başladınız mı?
- Hayır, hiçbir şekilde şüphe duymaya başlamadım. İçine biri bir şey koydu mu koymadı mı, bunu anlayabilecek durumda değilim. Bilişim uzmanları var. Hukuki bir tartışma yapmıyoruz. Gazetecilik ve gerçeği bulma tartışması yapıyoruz. Balyoz’da darbe hazırlığı var mıydı yok muydu? Bütün Balyoz konuşmalarını bir daha dinledim. Duruyor internette. Balyoz’un darbe olduğundan şüphe edenlere sadece şunu söylüyorum: Bir buçuk-iki saatinizi ayırın ve o konuşmaları dinleyin.
“BEN USTAYIM” DEDİĞİ ANDA HİKÂYE BİTTİ. Arap Baharı’yla birlikte Müslüman Kardeşler’in iktidara geleceğine, Erdoğan’ın Sünni dünyanın halifesi olacağına inandılar. Bir gün Davutoğlu canlı yayında dedi: “Ortadoğu bizden sorulur.” O anda başımıza bir felaket geleceğini anladım. Erdoğan tarihe çok büyük bir lider olarak geçecekti. “Ben ustayım” dediği anda hikâye bitti. “Müslüman Kardeşler’i tavlarım, Ortadoğu’yu alırım” aklı bu kadara yetiyor.
Fakat hapse atılan insanların o konuşmalarla ilgisi yok. Dijital belgelerde görevlendirme yazışmalarında adı geçen askerler, kurmay subaylar tutuklandı. O dijital belgeler de sorunlu. Sanki bu TSK’da bir tasfiye operasyonu gibi...
- Bu davalar çığrından çıkmış olabilir. Hukukun Türkiye’de iyi işlediğini kimse söyleyemez. Ben 100’den fazla davadan geçtim. Babam 300’den fazla davadan geçti. Bizi haklı yere mi çağırdılar, babam haklı yere mi yattı hapiste? Hayır! Tabii ki hukuk çok kötü işliyor. Ama burada söylediğimiz şey başka: Balyoz’da bal gibi darbe hazırlıyorlardı ve becerebilselerdi çok adam öldüreceklerdi. Hukukta hata varsa, ortaya çıkarsınlar, ki olabilir. Bir kere davanın kendisi çok kalabalık. Bir yüzbaşıyı, binbaşıyı yargılamanın manası yok. Adamlar emir komuta zinciri içinde. Generaller emir veriyor. Generaller
için o adamları harcıyorlar.
HAKSIZLIĞA UĞRAYAN HERKESİ SAVUNMAK BENİM GÖREVİM
Bu bavulu gazetenize kim getirdi?
- Hakikaten bilmiyorum, sormadım. Ben tek şey sorardım, bütün çocuklar bilir: Belgesi var mı? Belgesiz hiçbir haber basmadım. İnsanların aileleriyle ilgili tek bir haber basmadık, bunu yasakladım.
Fakat bu haberlerin insani sonuçları oldu. İzin verirseniz size bir şey okumak istiyorum. Yarbay Ali Tatar’ın kardeşi Ahmet Tatar yazmış odatv’de...
- Biz onunla ilgili, onu intihara sevk edecek bir şey yapmadık.
Kardeşi size söylüyor, okuyayım: “Bir gazeteci düşünün. Bir şeye kendini inandırmış ve bu yolda hak ihlali, hukuksuzluk teferruattan ibaret kalıyor... Bu yüzden yaşanan süreçten, acılardan, kayıplardan başka suçlularla birlikte siz de sorumlusunuz. Berk Erdem’in, Murat Özenalp’in ve kardeşim Ali Tatar’ın kanı sizin de elinize bulaşmıştır.”
- Bir yazı yazmıştım. Ergenekon davasında bir kişi kanserden öldüğünde çocuklara kızdım “Niye bunun haberini daha önce getirmediniz” diye. Keşke haberimiz olsaydı ve onun için elimizden geleni yapsaydık. Bu insanlar mazlum durumuna düştükten sonra haksız acılar çekmiş olabilirler. Büyük bir ihtimalle çektiler. Bizim onları savunma ihtimalimiz yok. Çünkü hâlâ gerçek haksızlığın ne olduğunu kanıtlamaya çalışıyoruz. Bize bunun için zaman vermiyorlar. Bir de daha sonra yaşanan mazlumiyet önceki zulmü ortadan kaldırmıyor. Ben de sana JİTEM’i, parkta sevgilisiyle dolaşırken alıp götürülen çocukları anlatayım. 17 bin ölü var Güneydoğu’da. Bunları yaşatan insanların iktidardan gitmesi için uğraştım.
Peki haksızlıklar ortaya çıktığında gazeteci olarak “Bir dakika! Hukuksuz davranıyorsunuz. Davayı özünden saptırmayın!” diyemez miydiniz? Bunu yapsaydınız mücadeleniz daha iyi sonuç vermez miydi?
- Balyoz vardı, Ergenekon vardı, insanları öldürdü. Hâlâ bunu anlatmak zorundayım. Susup, “Evet haksızlıklar var” dediğimde savunulacak kimse kalmayacak. Nasıl yapacağım bunu? Yapayım... Haksızlığa uğrayan herkesi savunmak benim görevim. İnsan olarak görevim. Ama 17 bin insanın öldüğü bir ülkede hala “Ergenekon var” diye bağırmak zorundaysam ve insanlar “Yok” diyorsa, birileri “Rejim muhaliflerinin listesini hazırladık” derken, “Darbe değildi, araya bilmem ne kattılar” dediklerinde “Darbeydi ulan” diye bağırmak zorundaysam nasıl öbür tarafa döneceğim? Sen de bana bunu söyle! Evet, 20 general darbe hazırlığı yaptı ama bu çocukların ne kabahati var? Bunu desteklerim. Ama bu haksızlığı o darbeyi saklayacakları bir kılıf olarak kullanıyorlar. Sen darbeyi kabul etmediğin zaman birinin bunun darbe olduğunu hatırlatması gerekiyor. Bu kim? Bu biziz.
Tüm olaylarda, perde arkasında Cemaat mi var?
- Bugün paralellik diye hukukta yeri olmayan bir suç icat edildi. İnsanları böyle korkutuyorlar. Eğer böyle bir şey yaptılarsa bunu AKP ile birlikte yaptılar. Cemaat’in AKP’den habersiz yapma ihtimali var mı? İşbirliği yaptılar, yüzde 100. Birlikte çalışmışlar, sonra kavga etmişler. Anladığım kadarıyla bunları yakalayan güç cemaat. 17-25 Aralık’ı da, Balyoz’u da... Çok da iyi yapmışlar. Bunu yaparken suç işledilerse, araya bir şey katmışlarsa bunu yakalamak zorundasın.
CEMAAT İKTİDARA GELİRSE CEMAAT’LE DÖVÜŞELİM
DERSLERİNİ ALDILAR. Ordunun darbeye hazırlanmadığını ama Beşiktaş’ın, Çarşı’nın çocuklarının darbe yaptığını söylüyorlar. Büyük bir sahtekârlık yapıyorlar. Bunu Balyozcuları içeri atsınlar diye söylemiyorum. Balyozcular derslerini aldılar.
17 Aralık’ta mı öğrenmişler hırsızlıkları? Cemaat sütten çıkmış ak kaşık mı?
- İyi ya işte burada sorun: Niye daha önce çıkartmadınız? Cemaat’in içinden adamlar suç işlediyse diyeceksin ki: Bak kardeşim bu adam suç işledi. Bak bu suçu. Ortada bir suç yok ki. Bir paralel lafı dolaşıyor. Cemaat iktidara gelirse, gel konuşalım. Cemaat’le dövüşelim...
O zaman bu oyun hiç bitmez. Sisifos’un laneti gibi...
- Romana döneriz burada. 100 yıl önce aynı şeyler yaşanıyordu.
Türkiye “lanetlenmiş” bir yer mi, romanda bir karakterinize söylettiğiniz gibi?
- Hayır ama çok kirli bir çamaşır gibi. Bir kez yıkamakla temizlenecek gibi değil.
Öyle ya da böyle AKP demokratik yollarla iş başına gelmiş bir siyasi parti. Cemaat ise berrak olmayan bir yapı...
- Somut suçu ne? Kötülük yapma gücü kimdeyse onunla dövüş. O da iktidardır. Kiminle dövüşeceğini seçmek de bir zekâ işi biraz da cesaret işi.
Taraf’taki Genel Yayın Yönetmeni yardımcınız Yasemin Çongar geçen hafta bir yazı yazdı: “Balyoz davası birçok kişi gibi bana da kurunun yanında yaşın, darbecilerin yanında masumların da yandığı izlenimini verdi. Bundan büyük bir mağduriyet, bundan büyük bir adaletsizlik olamaz.” Ne diyorsunuz?
- Kesinlikle doğru söylüyor. Neden bir haksızlıktan yana çıkalım? Ömrümüzü bir hakkı savunmak için harcadık. Ama bu haksızlığı başka büyük bir haksızlığı saklamak için kullandıklarından net şekilde konuşamıyoruz ve tavır alamıyoruz. Yoksa Yasemin çok güzel bir yazı yazdı. Benden çok daha akıllı bir yazı yazdı.
ZAVALLI KIZCAĞIZ! EN ŞANSSIZ KEMALİST OYDU
Taraf gazetesinin bir Cemaat operasyonu olduğunu, meşruiyet kazanmak için sizin ve Yasemin Çongar’ın adını, itibarını kullandıklarını düşünenler var.
- Çok basit bir şey söyleyeceğim. Gazetede hepimizin banka hesapları 24 saatte bir kontrol ediliyor. Senelerce MİT, polis, asker tarafından dinlendik. En ufak bir ilişki olsaydı ortaya çıkmama ihtimali yoktu. Gazetenin içinde ajanlar vardı. Bir gün toplantıda çocuklara dedim: “Burada MİT’in veya örgütlerin ajanları var ama bulmaya çalışmayacağım, anlamı yok.” Bir salonda oturuyordu herkes. Herkes toplantıyı dinlerdi, isterse karışırdı. Bu gazetede gizli bir şey nasıl olacak?
Sizin bilginiz dışında olamaz mı? Gazetenin sahibinin vs.?
- Parasızlıktan kırılıyordu herkes. Bir akşam saat 11, hiç unutmuyorum. 6-7 çocuk var. Biri geldi dedi ki “Abi eve gideceğim fakat Akbil bitmiş. Arkadaşlarda da hiç para yok. Sende var mı?” dedi. Cebimde 10 lira vardı, ona verdim. Ne parası ya? Ben Taraf’a gelmeden önce Türkiye’nin en çok satan romancısıydım. Yüz yıldan beri aynı yerde oturduğumuz için bizde herkes parasını aynı bankaya yatırıyor. Orada parama bakan bir kız var. Çok Kemalist bir kız. Kişisel ilişkimiz çok iyi, kitaplarımı seviyor fakat Taraf’tan nefret ediyor. Herkes de bizim para aldığımızı söylüyor. O kız bir gün bana dedi ki: “Ahmet Bey, Taraf’ı bırakın. Bitti para!” Yani zavallı kızcağız... En şanssız Kemalist oydu!
Sizin para aldığınızı söyleyen kimse yok aslında.
- Kim aldı? O çocuklar ev kiralarını ödeyemediler. Çocuklarının okul parasını ödeyemediler. Anlatıyorum, Akbil’i yoktu be! Herkes şahit bunlara. Çocuklar aç, simit alıp yerdik. Çok güzel simidi vardı oranın! Bunlarla dalga geçerdik.
Türkiye güçlü lider konusunda problemli değil. Enver çok güçlü bir liderdi. Mustafa Kemal çok güçlü bir liderdi. İsmet Paşa, Menderes, Demirel, Ecevit... Erdoğan güçlü bir lider. Problem, toplumun zayıf olması. Liderler toplumun zayıf kalmasını istiyor.
Bunu yapsaydınız mücadeleniz daha iyi sonuç vermez miydi?
- Balyoz vardı, Ergenekon vardı, insanları öldürdü. Hâlâ bunu anlatmak zorundayım. Susup, “Evet haksızlıklar var” dediğimde savunulacak kimse kalmayacak. Nasıl yapacağım bunu? Yapayım... Haksızlığa uğrayan herkesi savunmak benim görevim. İnsan olarak görevim. Ama 17 bin insanın öldüğü bir ülkede hala “Ergenekon var” diye bağırmak zorundaysam ve insanlar “Yok” diyorsa, birileri “Rejim muhaliflerinin listesini hazırladık” derken, “Darbe değildi, araya bilmem ne kattılar” dediklerinde “Darbeydi ulan” diye bağırmak zorundaysam nasıl öbür tarafa döneceğim? Sen de bana bunu söyle! Evet, 20 general darbe hazırlığı yaptı ama bu çocukların ne kabahati var? Bunu desteklerim. Ama bu haksızlığı o darbeyi saklayacakları bir kılıf olarak kullanıyorlar. Sen darbeyi kabul etmediğin zaman birinin bunun darbe olduğunu hatırlatması gerekiyor. Bu kim? Bu biziz.
Tüm olaylarda, perde arkasında ‘cemaat’ mi var?
- Bugün paralellik diye hukukta yeri olmayan bir suç icat edildi. İnsanları böyle korkutuyorlar. Eğer böyle bir şey yaptılarsa bunu AKP ile birlikte yaptılar. ‘Cemaat’in AKP’den habersiz yapma ihtimali var mı? İşbirliği yaptılar, yüzde 100. Birlikte çalışmışlar, sonra kavga etmişler. Anladığım kadarıyla bunları yakalayan güç ‘cemaat.’ 17-25 Aralık’ı da Balyoz’u da... Çok da iyi yapmışlar. Bunu yaparken suç işledilerse, araya bir şey katmışlarsa bunu yakalamak zorundasın.
ARTIK ESKİ YAZARLARIMI İZLEMİYORUM, ÜZÜLÜYORUM DA...
‘Taraf okulu’ diye bir ekipten bahsediliyor şimdi. Çok tartışılan yazarlar çıktı: Emre Uslu, Rasim Ozan Kütahyalı, Yıldıray Oğur vs. Bazılarıyla koptunuz. Hatta biri için “Birkaç kuruş için oda hizmetçiliği yapan çocuk” dediniz. Bugün onları nasıl izliyorsunuz?
- Orada herkes direndi, dövüştü. Sonra epeyce bir kısmı başka bir yol seçti. Böyle olmasa iyi olurdu. Türkiye’nin çok onurlanacağı, gurur duyacağı insanlar haline gelebilirlerdi. Tercih etmediler. Herkes kendi tarihini kendi yazar. Artık onları izlemiyorum. Üzülüyorum da. Hakikaten sevmiştim. Deli bir İtalyan ailesi gibiydik. Birlikte çile çeker, çok gülerdik. Artık onlarla ilgili konuşmak istemem. Yapacak bir şey yok.
Çok fırtınalı bir süreç yaşadınız. Olan biten sizin psikolojinizi, sağlığınızı nasıl etkiledi? Sizi değiştirdi mi?
- Ben yaşlı bir adamım. Yaşlı adamlar kolay kolay değişmez.
Gazeteciliğe dönecek misiniz bir gün?
- Bütün zamanımı romanlara ayırmak istiyorum. Roman yazmayı seviyorum. Bu tam sevişirken bir adamın gelip “Şu arabayı biraz iter misin” demesi gibi. Hayır, arabayı itmek istemiyorum. Sevişmeyi seviyorum yahu! Bir romancı gazeteci olmamalı. Bir romancıyı gazeteci olmaya mecbur bırakan toplum sakatlıkları olan bir toplumdur.
Onun kelepçeler içinde dolaşmasına razı olursam aynaya nasıl bakacağım?
Herkese belgelerimizi açtık. O dönemde Mehmet Baransu’nun altına imza attığı o haberlere gelip bakma cesaretini bile gösteremediler. Bugün utanmadan o çocuğu suçluyorlar. İktidar hırsızlığını saklamak için o çocuğu hapse atıyor ve ödlekler utanmadan o cesur çocuğun hapse atılmasını alkışlıyor. Sonra bana diyorlar ki “sen niye konuşuyorsun”. Ben neden konuşmayacağım! O çocuk benim yanımda çalışıyordu. Ben onun genel yayın müdürüyüm. Getirdiği haberleri ben bastım. Onun kelepçeler içinde dolaşmasına razı mı olacağım! Razı olursam ben aynaya nasıl bakacağım! Çocuğu alıp götürecekler ve ben de arkamı dönüp gideceğim. Sonra hayatımın geri kalan kısmını nasıl yaşayacağım?
Şu anda Türkiye’deki rejimin adı nedir?
- Yarı diktatörlük. Ve büyük ihtimalle seçimlerden sonra tam diktatörlüğe dönecek, bir felaket olacak.
Bununla mücadele etmeyecek misiniz gazeteci olarak?
- 80 milyon insanız. Bensiz yapabilirler.
Neden felaket olacak?
- Susturmak için de bugünkünden büyük şiddet uygulayacak. Başkanlık dediği şey bu. Ekonomik sıkıntıyla devlet şiddeti bir araya geldiğinde bu toplum patlar. Bunun dikişleri sadece bir yerde değil. Kürt-Türk meselesinde var, şehirli-varoş dikişleri var, alaturka-alafranga dikişleri var. Bütün dikişleri aynı anda patlar ve öyle bir kaos çıkar ki! Tweet attığı için insanlar evinden alınıyor. Evi basılıyor! Bu zaten neyin geldiğini gösteriyor. Ama AKP’liler şunu bilsin: Bu gelen şey hepimizin başına geliyor. Para kazanmayı çok seviyor olabilirler. Para kazanmanın da imkânı
olmadığı bir yere gidiyoruz.
AŞK BİR ZİRVEDİR
Kıskançlık, mutsuzluk aşkın fıtratında mı var? Böyle belalı bir şey olmak zorunda mı?
- Yüzde yüz sadakati, her şeyi mutlak istiyorsun. Bunları da kendin tarif ediyorsun. Karşındakini düşünmüyorsun bile. O tarife uymadığı anda kendini ihanete uğramış hissedebiliyorsun.
Ortada aslında bir ihanet yokken...
- Yokken bile uydurabiliyorsun. Sevdiğin insanla arana en büyük engel olarak kendini koyuyorsun. “Sevmemiştir” duygusu, affedememe hali insanı öyle bir hapishane içine koyuyor ki kapısı yok. Çünkü o sensin. Kendin bir hapishanesin. Bu gerçekten bir acı. Güvenmemek, kıskanmak, seni az sevdiğine inanmak, bundan dolayı gururunun ne kadar yaralandığını fark etmek ve sonunda affedememek. Bu aşkı yok etmiyor, belki alevlendiriyor ama sevdiğin insana ulaşamayacağın bir hapishane oluşturuyor.
Yahu bu nedir böyle? Rahat rahat aşksız yaşasak olmaz mı?
- E olur. Ama düz bir çizgi gibi olur. Geometride çizginin çeşitli türleri var ama zirve de var. Aşk bir zirve. Birçok duygunun aynı anda delice bir coşkuya kavuşması. Bütün varlığını, bütün duygularını hissediyorsun. Nefreti de şehveti de özlemi de kıskançlığı da aşağılanmayı da yücelmeyi de hissediyorsun. Büyük bir orkestra gibi... Hepsi birden yükseliyor. Bu müzik olmasa olur mu, olur. Ama insanlar senfonilerdeki, konçertolardaki yükselişleri seviyorlar ve sevmekte haklılar.
Bugünün insanı bu tür aşklardan biraz kaçıyor galiba.
- Kendimizi tanımıyoruz. Sen bunu söyledikten iki gün sonra delice bir aşkın içinde ağlamaya başlayabilirsin, bilemezsin. O duygular içinde duruyor. Sen ölene kadar duracak. Nasıl, ne zaman, kiminle çıkacağını bilemezsin. O kadar olmadık birisiyle çıkar ki hayatın boyunca şaşarsın. Yeryüzünün tek eğlencesi insanlar... Bir yaratan varsa, onu eğlendiren tek yaratık biziz.
Romanda “Şark erkekleri kurdukları dünyanın gerçek olduğunu kanıtlayabilmek için kadınları öldürmeye bile hazırdırlar” diyorsunuz. Türkiye’deki kadın cinayetlerini böyle açıklayabilir miyiz?
- Her erkek diğerlerinden iyi olduğuna inanır. 3 milyar erkek var. Hepsi diğerlerinden daha iyi seviştiği kanaatinde! Erkeğin kadına muhtaç olduğu yer bu: Benim daha iyi olduğumu söyle. En küçük şüpheyle, alayla karşılaştığında bütün varlık nedeni çöküyor. Yok olduğunu hissediyor ve gücünü göstermek istiyor. Vahşi bir şekilde gidip kadını öldürüyor. Öldürdükleri genelde onları terk eden kadınlar. Cinayet işleyenlerin bu tür bir bilinçle anlatacaklarını zannetmiyorum ama hissettikleri şey bu.
Ya öldürmese bile dünyayı kadınlara dar edenler?
- Bazıları da küçümseyerek, alay ederek, başka bir kadınla kıskandırarak yapmaya çalışıyor: “Sen yanıldın, ben çok iyiyim. Bak seninle alay edebiliyorum, seni dövebiliyorum, sana para vermeyip açlığa bırakıyorum.” Öldürmeye bağlı bir zincir. Öldürmek kadar korkunç değil ama aynı temelden...
© Tüm hakları saklıdır.