Fatih Üniversitesi’nde siyaset bilimi üzerine dersler veren öğretimüyesi ve Today’s Zaman’ın köşe yazarları arasında da yer alan Doç. İhsan Yılmaz, Gülen cemaatini dört konuda eleştirdi. "Benim Hizmet Hareketi’ne yönelik eleştirilerim, daha doğrusu özeleştirim dört başlıkta toplanıyor" diyen Yılmaz, "Bunlar, devletçilik, milliyetçilik, diyanetçilik ve empati yoksunluğu" ifadesini kullandı.
Gülen cemattini savunan ve bunu açık bir şekilde ifade eden Doç. İhsan Yılmaz, Fatih Üniversitesi’nde siyaset bilimi üzerine dersler veren bir öğretim üyesi aynı zamanda. Ünlü İslam dünyası uzmanı John Esposito ile birlikte Gülen Cemaati üzerine yazdığı ve Batı’da çok ses getiren kitabı yakında Türkçe yayımlanacak olan ve uzun yıllar Oxford Üniversitesi’nde de siyaset bilimi dersleri veren Doç. Yılmaz, Todays Zaman’ın köşe yazarları arasında da yer alıyor.
Gülen cemaati ile ilgili ‘içeriden bir bakış’la söyledikleri günümüzde yaşana gerilimle ilgili önemli ipuçları veren Doç. İhsan Yılmaz, AKP-Cemaat ilişkilerinin neden bozulduğunu Ferda Balancar'a anlattı. Agos'ta yer alan söyleşi şöyle:
Bunun birkaç nedeni var. Birincisi, ben buna ‘üçüncü dönem zehirlenmesi’ diyorum. Buna güç zehirlenmesi veya iktidar sarhoşluğu da denebilir. İngiltere’de Margaret Thatcher’ın ve daha sonra Tony Blair’in üçüncü dönemlerinde de gördük bunu. Yani bu sadece Türkiye’ye has bir şey değil. Üç kez seçim kazanmayı başaran siyasi partilerde bu tür belirtiler oluyor. Bu da onların sonunu hazırlıyor. İkincisi, Hizmet Hareketi’ne baktığımız zaman bu hareket, sivil İslam’ı temsil ediyor. Onun karşısında devlet-din ilişkilerine daha farklı bakan İslamcılık var. İslamcılık daha devlet merkezlidir. Tepeden inmecidir. AK Parti son dönemlerde İslamcılık anlayışına daha fazla ağırlık verdi.
Fethullah Gülen “İnsan hak ve özgürlüklerinin olduğu bir toplumda, İslam devleti kurmak lüzumsuz bir uğraştır” der. Bu hareketin gönüllüleri 1970’lerden bu yana dönemin İslamcı partilerine pek rağbet etmediler. Gülen’in fikirleri, İslamcılığa mesafeli durduğu için bu hareketin tabanı da mesafeli durmuştur. Milli Görüş partileri yerine merkez sağ partilere oy vermişlerdir. Ancak 2001-2002 yıllarında Milli Görüş’ten kopan yenilikçiler “Gömlek değiştirdik” diyerek sivil İslam anlayışına yakınlaştıklarını beyan edince Hizmet Hareketi’nin tabanı da AK Parti’ye yöneldi. Yapılan kamuoyu araştırmaları Hizmet Hareketi’nin tabanının yüzde 80 oranında AK Parti’ye oy verdiğini gösteriyor.
Peki, şimdi ne değişti?
Özellikle 2010’daki anayasa referandumundan sonra ‘güç zehirlenmesi’ dediğim şey oldu. Referandumdan sonra Anayasa Mahkemesi’nin değişmesiyle birlikte Mili Görüş partilerinde var olan ‘kapatılma sendromu’ kalkmış oldu. İkincisi, Ergenekon soruşturmaları sayesinde darbe korkusu da büyük ölçüde atlatıldı. Bir başka faktör de Hizmet Hareketi’nin güçlenmesinin AK Parti’nin bazı aktörlerini korkutmasıdır.
Geçenlerde katıldığınız bir TV programında Gülen Cemaati’nin de eleştirilmesi gereken tarafları olduğunu söylediniz. Ne tür eleştiriler bunlar?
Öncelikle şunu belirteyim, Hizmet Hareketi’ndeki herkes bu eleştirilerde benimle aynı fikirde değil ama ben bunları her yerde söylüyorum. Erzurum’da 2 bin 500 kişinin katıldığı bir toplantıda da dile getirdim. Benim Hizmet Hareketi’ne yönelik eleştirilerim, daha doğrusu özeleştirim dört başlıkta toplanıyor. Bunlar, devletçilik, milliyetçilik, diyanetçilik ve empati yoksunluğu. Türkiye’de devlet eliyle 100 yıldır süren tepeden inme ulus-devlet ve vatandaş inşası sürecinin ürettiği devletçilikten Hizmet Hareketi’nin tabanı da Türkiye toplumunun geneli gibi etkilenmişlerdir. Devletçilikle birlikte milliyetçilikten de uzak değillerdir. Bu hastalıklardan arınmaya çalışsalar da yine de etkilenmiş oldukları açıktır. Sünni İslam anlayışındaki ‘en kötü devlet devletsizlikten, anarşiden iyidir’ anlayışı, devletçiliği beslemiştir.
Öte yandan ‘devlet baba’ anlayışı bütün toplumda egemendir. Milliyetçilik ise en çok Kürtlerle ilişkilerde ön plana çıktı. Mesela Hizmet Hareketi’nin öğrenci evlerinde Kürt öğrenciler, dışlanırız korkusuyla yıllarca Kürtçe konuşmaya çekindiler. Ne kadar acı bir şey bu. Kürtler, kimliklerinden ötürü sıkıntı çekerken onlara gerekli destek verilemedi. Bunda milliyetçiliğin aşılamaması rol oynadı.
Diyanetçilik de bir üçüncü hata. Diyanet’in en azından özerkliğinin yıllar öncesinden savunulması gerekiyordu. Bunu da yapmadık. Diyanet kadroları devlet memuru olarak, siyasi iktidarların her yaptığını halkın gözünde meşrulaştırmak için uğraş verdi. Şimdi Hizmet Hareketi her üç alanda da ciddi bir mücadele veriyor. Devletin başında dindar kardeşleriniz de olsa size cephe alabiliyor. Toplumdaki milliyetçilik duyguları harekete geçirilerek Hizmet Hareketi yıpratılmaya çalışılıyor. Diyanet ise fetvaları ve Cuma hutbeleriyle Hizmet’e karşı mücadelenin aracı oldu. Dördüncü eleştirim ise empati yoksunluğu. Ne Kürtlere, ne Ermenilere ve Rumlara yönelik yeterince empati yapmadık. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, 2011’de TBMM Anayasa Komisyonu’na Kürtçenin, Türkçenin yanı sıra eğitim dili olarak kullanılmasının bir hak olduğunu ifade etti. Ama bu tür tutum değişiklikleri için biraz geç kalındı. Bunlar daha önce olmalıydı. Aynı şekilde Ermenilerin 1915 ile ilgili acılarıyla ilgili de empati yapmakta ağır davrandık. Bugün geçmişe göre ve Türkiye toplumunun değişik kesimlerine göre Hizmet camiası daha ileri bir noktadadır ama elbette yeterli değildir.
Cemaate yönelik en sık duyduğumuz eleştiri ‘devlet içinde örgütlenme’. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
İnancımıza ve değer yargılarımıza göre inancı, düşüncesi ne olursa olsun her insan, liyakat çerçevesinde devletin her yerine gelebilmeli. Ama söz konusu olan devlet içinde grup çıkarını gözeterek hareket etmek ise, bu yasalara aykırı olduğu gibi dine de aykırıdır. Prensip budur ama uygulamada insanlar sonuçta melek değildir. Bu tür suçlar işleyenler varsa bunun kalıcı çözümü, devletin şeffaflaşmasıdır. Hizmet Hareketi eskiden beri AB sürecine destek veriyor. Eğer AB süreci başarılı olursa devlet kurumları şeffaflaşacak. Hizmet Hareketi, devlet içinde örgütlenerek devleti ele geçirmek isteseydi AB sürecine destek vermezdi.
Neden Cemaat’ten bu kadar çok insan devlet kurumlarında çalışıyor?
Bu, bir eğitim hareketi. 40 yıldır okullar açıyorlar. Yıllar geçtikçe, eğitim düzeyi yüksek bu insanlar devlet kurumlarında çoğalıyor. Batı’da da bunun örnekleri vardır. Dindarlar uzun yıllar devlet kurumlarından uzak tutuldular. Bu nedenle bu eğilim normal. Ama bunların içinde yanlış yapan, hukuka aykırı davranan varsa, devlet veya yargı gerekeni yapsın. Dediğim gibi devlette şeffaflık olursa, AB reformları yapılırsa, bu tür yapılanmalar da tehdit olmaktan çıkar.
Cemaat, siyasi parti kurar mı?
Kesin şeyler söylemek zor. Bu Cemaat için bir kriz dönemidir. Kriz dönemlerinde bu tür hareketlilikler, arayışlar normaldir. Ancak kriz dönemi bittiğinde bu tür arayışlar geride kalabilir. Öte yandan kriz bitse de bu hasarsız olmaz. Bazı şeylerin geriye dönüşü yoktur. AK Parti-Hizmet ilişkileri hiçbir şey olmamış gibi devam etmez. Mesela Kürt hareketini artık kimlik taleplerinden vazgeçiremezsiniz. Hizmet hareketi de yeni koşullara kendini uyarlamayı bilen bir harekettir. Bence Hizmet bundan sonra daha görünür işler yapmaya başlayacak. Kamuoyunda daha aktif olacak. Henüz kamuoyuna duyurulmadı ama buradan söyleyeyim. AB sürecini takip etmek için AB Platformu kurulacak. Bu platform aracılığıyla AB süreci yakın takibe alınacak. Bu bir sivil toplum faaliyetidir ama siyasi bir tutumdur. Bence bu tür etkinlikler artacak. Öte yandan AKP’de bir çoğulculaşma olacağını tahmin ediyorum.
Sözünü ettiğiniz çoğulculaşma AKP’nin içinden yeni bir parti çıkarır mı?
AKP’nin aldığı yüzde 50 istisnai bir durumdur. AKP bir koalisyondu ama bunu bir arada tutmak gittikçe zorlaşıyor. Bu gidişle AKP’nin oyu yüzde 30’lara inecek. Geriye kalan yüzde 20 ise başka yerlere kanalize olacak. Eğer Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül’ü emekliliğe zorlarsa, Gül bu süreçten bir partiyle çıkar. Ama görünen o ki Erdoğan-Gül ittifakı yeniden canlanıyor. Ama böylece Gül’ün itibarı da düşüyor. Bu ittifak sürse bile Erdoğan ve Gül beraber eriyecekler. AKP bundan sonra yüzde 50 oyu asla göremez.