Av. İ. Güneş Gürseler - T24
Tuncay Özkan’ı 1987’de Cumhuriyet Gazetesi’nin parlamento muhabiri olarak tanıdım. Arkadaşlığımız ve dostluğumuz devam ediyor, zaman zaman avukatlığını da yaptım. Gözaltına alınıp tutuklandıktan sonra da yalnız bırakmamaya çalıştım. Tutukluluğu taşıyışını, dayanıklılığını, inatçılığını, özgüvenini ve üretkenliğini saygıyla izliyorum.
Tek kişilik hücreye taşındığını öğrenip endişe ile 4 Mart 2011 tarihinde Silivri Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda ziyaretine gittiğimde bütün olumsuzluklara karşı dayanma ve irade gücünü görünce saygım daha da arttı. Anlattıkları herkesin kolay dayanabileceği zorluklar değildi; sabaha karşı hiçbir gerekçe gösterilmeden yeri değiştirilmişti, henüz inşaat artıkları tümüyle temizlenmeyen, soğuk, rutubetli ve daracık hücresinde kat kat giyinip yattığı halde gene de çok üşüyordu, çareyi saç kurutma makinesinde bulmaya çalışıyordu, tuvaletin kullanıma uygun değildi, tuvaletteki tek lavaboyu bulaşıkları için de kullanma zorunda kalıyordu, yeri değiştirilirken eşyaları farklı yerlerde kalmıştı. Bunları son kitabında da anlattı ve ziyaretine gidenler aynı olumsuzlukların sürdüğünü söylüyor, meslektaşları da yazıyor.
Bütün bunlar karşısında şu soruların yanıtlanması gerekir:
- Tuncay Özkan ve onunla aynı durumda olanların sadece haklarındaki iddialar ve tutuklandıkları suçlar nedeni ile yüksek güvenlikli kapalı ceza infaz kurumuna konulmaları tutukluluğa ne kadar uygundur?
- 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanunun 115 inci maddesindeki kısıtlamalar neden bu kadar ağır uygulanmaktadır?
- Yargılaması sürmekte olan bir tutukluya bu muamele nasıl reva görülmektedir? Bu eziyeti hak edecek ne yapmıştır? Bu ceza için alınan bir karar var mıdır?
Bu soruların ikna edici yanıtları verilememektedir.
Oysa tutukluluk koşullarının, kişinin üzerinde yaratması beklenen ve katlanmak zorunda olduğu sıkıntıların ötesinde, daha büyük eziyete dönüşmemesini sağlamak devletin görevidir. Cezaevlerindeki kişilere kötü davranışlarda bulunulması, bedensel açıdan yaralanmaları, onursal yönden kendilerini küçük düşürülmüş, hakarete uğramış hissetmelerine neden olacak davranışları engellemek devletin sorumluluğundadır. Kişiyi özgürlüğünden yoksun bırakan önlemlerin ve tutukluluk koşullarının, insan onuru ile bağdaşır nitelikte olması, önlemin uygulanış biçimi, içeriğinde zaten var olan onur kırıcı sonuçlarının ötesinde yeni acı ve sıkıntılara neden olmamasını devlet sağlayacaktır. Devlet, tutukluluğun doğasından kaynaklanan kaçınılmaz acıyı daha da çekilmez duruma getirmemekle yükümlüdür. Bu yükümlülük öncelikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3 üncü maddesinin ‘Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz.’ hükmündeki işkence yasağından kaynaklanmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi birçok kararında işkence yasağının içeriğini içtihat haline getirmiştir.
Türkiye’nin cezaevlerini yönetirken bu yasağı ve içtihatları görmezden gelmesi “ileri demokrasi” iddiası ile ne kadar bağdaşmaktadır.