Ahmet Tan*
Can çıkmayınca huy çıkmaz.
Seçimi kaybetse de saraydan çıkmaz.
7 Haziran’da kaybetti. Oyu yüzde 40’a düştü.
3 gün sesi de çıkmadı, dışarıya da çıkmadı.
Kimin ne kadar oy alacağından çok artık bunlar konuşuluyor.
Muharrem İnce’ye “ya çıkmazsa” diye sordular.
Yanıt mı?
“Hele bir çıkmasın da göreyim!..”
Aynı gün Cumhuriyet’in 1. sayfasında manşet gibi bir başlık:
“Seçilene kadar seçim!”
Osmanlı’da oyun çok. Yeni Osmanlıyız ya!
***
Saray saray değil, kolordu yatakhanesi. 1056 odasında sürüyle danışman.
Maaşı, makam otosunu ve yükselmeyi hak etmek için her biri “yaratıcılık” ve “şeytani bir plan” peşinde.
Bunu New York Times’ta, Le Monde’de, Der Spiegel’de arayacak değiller ya. Esin kaynakları havuz ve havuzun yavuz yazarları.
“Seçilinceye kadar seçim” formülünün esin kaynağı belli. Yeni Akit’in köşesindeki bir fıkra:
Temel, hayat kadınına ücretini sormuş. Yanıt:
“10 bin TL.”
“20 bin TL vereyim” demiş Temel. “Ama bir isteğim var.”
Kadıncağız çekinerek sormuş: “Neymiş isteğin?”
“İşimiz bitince döverim”
“Ne kadar döversin?” diye boynunu bükmüş.
“Parayı geri alıncaya kadar döverim!”
***
Geçen defa oyu yüzde 40’a düştü. (Bu defa daha da beter düşmesi için daha da çok neden var ki.)
Ama o zaman “İstikşafi” diye bir dümen uydurdu. Bakan olma aşkıyla yanan bazı vekillerin dümen suyuna giren muhalefeti oyaladı. Bahçeli’yi de yanına çekti. Seçmeni dövmekten beter edip oyları geri aldı.
***
Bu haziranda da eli kolu bağlı, sarayın yeni numaralarını, yeni tuzaklarını beklemek yerine dört koldan hücum taktiği gerekiyor.
Muhalefetin muhtaç olduğu kudret ve mühimmat sosyal medyada vardır.
Ki zaten başta Muharrem İnce, Meral Akşener, Selahattin Demirtaş, TemelKaramollaoğlu hepsi artık birer sosyal medya önderidir.
Meydanlar ve TV’ler değil, sonucu artık avuç içi ekranlar belirleyecektir.
“Cumhur İttifakı” diye ortaya çıkanların birbirleri için aylarca teati ettikleri “namussuz”, “zürriyetsiz”, “adam değilsin”, “senden cumhurbaşkanı olmaz” feryatlarının görsel kayıtları elden ele ekrandan ekrana dolaşıp duruyor.
Bunları izleyen yetişkinler kimin ne mal olduğunu bildiği için pek etkilenmiyorlar. Ama ya gençler?!
Bugün o “İttifakçıların” çok değil altı ay önce birbirlerine söylediklerinin gramını bir sokak köpeği yese kudurur gider, bir duvar dibinde çaresizlikten ölür.
Ülkemiz adam gibi bir adalete ve hukuk düzenine keşke kavuşsa da, bu “müttefikler” halkı siyaset ve demokrasiden soğutma suçu işledikleri için mahkûm edilebilse.
***
AKP lideri, “Erken seçim, muhalefet hodri meydan dediği için yapılıyor” diyor.
Milletin gözü önünde olup biten olaylar hem çarpıtılıyor hem yok sayılıyor. Tıpkı sosyal medyada dolaşan F.Gülen ile yan yana can cana görüntülerin ve sözlerin yok sayıldığı gibi.
İnce, seçim bildirgesinde “bilim adamı yetiştirmeye ağırlık vereceğiz” dedi. Ama en büyük eksiğimizden söz etmedi. Tıp fakültelerimizde “ar damarı nakli” için uzman cerrahlar yetiştirmeliyiz.
***
Muharrem Bey biraz da öğretmenlikten dolayı, mitinglerimize üniversiteden birkaç arkadaşımızı da çağıralım diyor. TRT’de ortak bir açık oturum yapalım diyor.
Yarın iyi niyetli bir çağrı daha yapacak:
- İkimiz de şiir seviyoruz. Ben Necip Fazıl’ın ünlü dizelerini okuyayım:
“Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar...”
Sen de Nâzım Hikmet’in “davet” şiirini oku. Hani “Dört nala gelip
Uzak Asya’dan
Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket, bizim..” diye başlayan şiiri.
İnce, rakibinin hassasiyetlerine de saygılı:
“Dört nala kısmını atlasan da olur” diyor.
Ama devamını okumasını şart koşuyor:
“yok edin insanın insana kulluğunu..
bu davet bizim,
yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine
bu hasret bizim..”
Tayyip Bey bu mısraları söylemeyi göze alır mı? Bekleyeceğiz.
***
İnce, uzlaşma adına şöyle bir çağrı da yapabilirdi:
“İkimizin de son mitingi İstanbul ve Ankara’da. Gel miting alanına at üstündegirelim. Dünya medyası İslam İşbirliği Toplantısı’na göstermediği ilginin on katını size gösterir!”
Ama İnce bu çağrıyı yapmadı. İnce’liğinden değil! Sanırız, Allah korusun ölüme, yaralanmaya sebep olmaktan korktu!
* Bu makale, Cumhuriyet'te yayımlanmıştır