Gündem

Tayfun Atay: AKP’nin sözde 'yeni Türkiye'sinde İslâm, bir 'güruh oyuncağı' haline getirildi

Firuzağa'da bir plakçıya, 'ramazanda içki içtikleri' gerekçesiyle saldırı düzenlenmişti

20 Haziran 2016 13:33

Cumhuriyet yazarı Tayfun Atay, İstanbul Firuzağa’da Radiohead etkinliği düzenleyen Velvet Indieground Records adlı plakçıya ‘ramazanda içki içtikleri’ gerekçesiyle düzenlenen saldırıyla ilgili olarak, "AKP’nin sözde 'Yeni Türkiye'sinde İslâm, bir 'güruh oyuncağı' haline geldi, getirildi. O yüzden ben, AKP denilen ve kendisini dinle, muhafazakârlıkla, İslâm’la özdeştiren bu siyasi felaketi ancak 'dinbaz-faşizan' diye tanımladığımda onun söylem ve pratiğini karşılayabildiğimi düşünüyorum" dedi.

Plakçıya yönelik düzenlenen saldırıyı protesto etmek için toplanan kitleye polis müdahale etmiş, Firuzağa Camisi’nin önünde toplanan kitle "Faşizme karşı omuz omuza; katil, hırsız AKP" sloganları attıktan sonra, polis gruba biber gazı ve barikatlarla müdahale etmişti.

Tayfun Atay'ın, "‘Madımak’ı sıradanlaştıran dinbaz güruhlar" başlığıyla yayımlanan (20 Haziran 2016) yazısı şöyle:

Önceki yazımızda yeni piyasaya açılan muhafazakâr moda markası “Mü’mine”nin hayli sıra dışı defilesi münasebetiyle şu savımızı gündeme getirmiştik: 
AKP iktidarının tarihi, aynı zamanda Türkiye’de Müslümanlığın da doludizgin “sekülerleşme” tarihidir. 
Buna bugün bir başka savı eklemenin vakti:
AKP iktidarının tarihi, bu memlekette “Din-i İslâm”ın en çok tahribata, gözden düşürülmeye, zedelenmeye ve “zehirlenme”ye uğradığı, uğratıldığı bir dönemdir. 
Cihangir-Firuzağa Olayı, bunun en yakın ve “çıplak” örneği. 
AKP’nin sözde “Yeni-Türkiye”sinde İslâm, bir “güruh oyuncağı” haline geldi, getirildi. 
O yüzden ben, AKP denilen ve kendisini dinle, muhafazakârlıkla, İslâm’la özdeştiren bu siyasi felaketi ancak “dinbaz-faşizan” diye tanımladığımda onun söylem ve pratiğini karşılayabildiğimi düşünüyorum. 
Dindar, dine sahip olan, sahip çıkan demek. 
Dinbaz ise dinle “oynayan” demek (sondaki Farsça “bâz” eki, bilindiği üzere “oynayan” anlamı taşır). Tabii nihayetinde de dine zarar veren demek... 
Toplumun yarısına yakınını dinle oynaya oynaya kendisine meftun ederken, diğer yarısını da yine aynı “oynama” ile kendisinden alabildiğine nefret ettirmiş bir iktidar “tavan”ının, elbette “taban”da da, meydanlarda, caddelerde, sokaklarda akisleri olacaktır. 
Hem de o meşhur “imam-cemaat” deyişi uyarınca tabii. 
Türkiye gibi kültürel çeşitlilik, zenginlik ve melezlik arz eden kozmopolit bir toplumu, adeta bir “güruh türdeşliği”ne indirgemek istiyorlar. 
Ve bu feci tasarrufu, “İslâm” başlığı altında sadece bizim önümüze değil, tüm dünyanın önüne koyuyorlar. 
Yaptıkları her şey, böylesi çokkültürlü, çok-kimlikli, çok-tercihli bir toplumsal örüntüyü, kendilerine “retorik” bir oyuncak ettikleri İslâm dolayımıyla kültür ve kimlik anlamında yekpare bir “beton”a dönüştürmeye yönelik. 
Ama tabii olmuyor. Olmayınca da “betonlaşma”ya direnenleri “şeytanlaştırma” yoluna gidiyorlar. 
Şu Kur’anî “İnananlar kardeştirler” sözünü alalım mesela!.. 
Söz, bir “barış dini” diye takdim edilen İslâm’la hiç alâkası olmayan şekilde kutuplaştırmalara, çatıştırmalara ve ölme ve öldürtmelere alan açma yolunda hanidir çatır çatır işlevselleştiriliyor. 
Acaba Firuzağa’da Türkiye sevdalısı bir Koreli’nin plâkçı dükkanına “Ramazan’da içki içiliyor” diye saldıran güruh da o dinbaz ağızlardan toplumun bir kısmına barış değil savaş çağrısıyla ve sevgi değil nefret saçarak yükseltilen bu sözün kulaklarında yarattığı çınlama ile seferber olmuş olabilir mi?! 
İhtimal yok değil... 
İşte o zaman İslâm, bu ülkede semavî, uhrevî, manevî bir “kaynak” olarak tüm kredisini kaybetmeye yüz tutuyor, tutturuluyor. 
Bunun yalnızca dindar-olmayan toplum kesimi nezdinde böyle olduğu da söylenemez. 
İslâm’ı hayatına topyekûn geçirip sahiplenen her dindarın da ben inanıyorum ki Firuzağa’daki hadisenin kaydını izlerken sadece hicap duyması ve yüzünün kızarması söz konusu olabilir. 
Ve dindarlar değil, ancak “dinbaz”lar bu olan-bitene sert çehreli bir pişkinlikle mazeret arayışı içinde hareket edebilirler. 
Dine bundan daha büyük bir zarar vermek de hemen hemen imkânsız denilebilir. 
Yine denilebilir ki Firuzağa’daki azgın saldırganın “Sizi içeride yakarız” sözünde en “veciz” karşılığını bulduğu üzere, Sivas-Madımak’ta 1993’te yaşananı sıradanlaştırmayı vaat eden bir siyasi anlayış ve pratikle dünyanın ve tarihin önünde yol almaya devam ediyorlar.