İstanbul, 18 Eylül (DHA) – Yaptığı sosyal sorumluluk projeleriyle Bask Dünya Aşçılık Ödülleri\'nde finale kalan 10 şeften biri olan Mardinli Şef Ebru Baybara Demir, tarımsal üretimde yapılması gereken ilk işin Türkiye’nin tohum envanterinin çıkarılması ve yerel tohum bankası olduğunu söyledi.
Dünyanın en itibarlı sosyal gastronomi yarışması Bask Dünya Aşçılık Ödülü’nde finale kalan Mardinli şef ve sosyal girişimci Ebru Baybara Demir, bu kez yerel tohumla üretimi desteklemek için koları sıvadı. Demir, İstanbul’da düzenlenen Gastro Entertainment İstanbul festivalinde yaptığı konuşmada, tarımsal ürünlerin topraktan tabağa yolculuğunda yapılan yanlışları ve çözüm önerilerini aktardı.
Bilinçli tarım
Ebru Baybara Demir, başta Mezopotamya’nın en eski buğdayı “sorgül” olmak üzere tükenmeye yüz tutmuş pek çok tohumu toplayıp çoğalttıklarını, bir yandan bu tohumların yetiştiriciliğini üstlenirken bir yandan da tohum takas dernekleri aracılığıyla yerel tohumların yaygınlaştırılması için çaba gösterdiklerini anlattı. Bu girişimlerinin sonunda ilerleyen yıllarda Türkiye’nin yerel tohum bankasını kurmayı hayal ettiğini dile getiren Demir, ekibiyle birlikte tohum toplama, yetiştiricilik ve takas süreçlerinin envanterini tuttuğunu ve bu şekilde yetiştirilen ürünlerin takibini de yaptıklarını vurguladı.
Nerede o eski lezzetler?
Ebru Baybara Demir, eski lezzetlerin kaybolma nedenini şu sözlerle anlattı:
“Tabağımızdaki yemeğin üretimi, mutfakta değil toprakta başlıyor aslında. Toprağı tanımadan, ürünü tanımadan lezzete ulaşmak, sağlıklı yiyecekler sunmak mümkün değil. Bugün soframıza gelen meyvenin, sebzenin, tahılların, hatta ekmeğin bile eski tadını yitirdiğinden şikayet ediyoruz. Yeni kuşaklar bizim bildiğimiz lezzetleri belki de hiç tatmadılar. Bu bir şikayet olarak ortada duruyor ama çözüm konusunda adım atmak gerek. Çözüm, yerel tohumların çoğaltılıp kullanımının yaygınlaştırılmasından, çiftçinin toprağa saygılı, doğru tarım için eğitilmesinden geçiyor.”
“Çocuklarımıza ve gelecek kuşaklara sorumluluğumuz var”
Demir, bir anne ve bir şef olarak sağlıklı beslenme konusunda daha fazla sorumluluk hissetmeye nasıl başladığını ise şöyle anlattı:
“Bundan beş yıl önce küçük kızımın beyninin konuşma ve hareket merkezinde bir tümör saptandı ve tahmin edersiniz ki dünya başımıza yıkıldı. Neyse ki başarılı bir ameliyat geçirdi ve şu an her şey yolunda gidiyor. Doktorumuz bu durumun son zamanlarda çok yaygınlaştığını söyledi. Nedeni nedir diye sorudum? Cevap çok basitti; ‘Yediğimiz içtiğimiz her şey’ dedi. Ben her şeye dikkat ettiğimi sanırken bu nasıl olabilirdi? O günden beri ne yiyip içtiğimizi araştırıyorum. İnanın dehşete kapılıyorum. Beş yıldır bu alanda çok çalıştım. Gördüm ki biz ne kadar dikkat edersek edelim sorun mutfakta değil toprakta başlıyor. Bu sebepten, önce bir anne, sonra da her gün yüzlerce insanın karnını doyuran bir şef olarak sorumluluğun topraktan tabağa kadar olduğuna inandım. En iyiyi ve olabildiğince en sağlıklıyı arıyorum. Hem evimde hem de restoranımda kullandığım ürünleri bulgurdan salçaya, toprağından alıp kendim üretiyorum.”
Şefler ve çiftçiler el ele vermeli
Çiftçilikle uğraşanların “Toprak nasıl olsa bitmez” varsayımıyla hareket ettiklerini vurgulayan Demir, başta Mardin olmak üzere bölgede çiftçileri toprağa saygılı, doğru tarıma yönlendirmek amacıyla eğitimler verdiklerini belirtti. Kurucularından olduğu Hayatım Yenibahar Derneği’nin “Yaşayan Toprak Yerel Tohum” projesi kapsamında, ziraat mühendislerinin Rojan Amak Emer ve Rengin Yılmaz ile birlikte Güneydoğu’yu köy köy dolaştıklarını dile getiren Demir, yaptıklarını şöyle anlattı:
“Biz şeflerin, doğru ve bilinçli tarım için mutlaka çiftçilerle birlikte çalışmamız, el ele vermemiz gerekiyor. Bir ziraat mühendisi ya da genetik mühendisi çoğu zaman çiftçinin dilinden konuşamıyor, bizim bu anlamda avantajımız var. Kimi zaman kahvehanelerde, kimi zaman birlikte sofra kurarak çiftçilerimizle ürünü ve toprağı doğrudan konuşma fırsatı buluyoruz. Ben bölgedeki çiftçilerle birebir eğitimlerde onların üründeki mineralleri ve organizmaları öldüren tarım ilaçları kullanmaları, anız yakmaları, verimlilik uğruna yerel tohum yerine hibrit tohumları tercih etmeleri konusunda farkındalık sağlamaya çalışıyorum. Bu şekilde acımasızca toprağımızı öldürüyoruz ve gün geçtikçe toprağımızdaki verim de, ondan elde edilen gelir de düşüyor. 500 yıl önce toprağımıza giren domates tohumu Anadolu’nun coğrafi çeşitliliği sayesinde sayısız renk ve lezzette çeşitte yetişirken maalesef bugün Edirne\'de marketten aldığınız domatesle Mardin\'den aldığınız domates arasında hiçbir fark yok artık. Çeşitliliğimizi yitiriyoruz. Yerel tohum bu yönden de çok önemli.”
(Fotoğraflı)