Gündem

Tarhan Erdem: Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı olması Anayasa'ya aykırı

Tarhan Erdem: 2007 seçimlerinden evvelki anket çalışmalarında gördük ki AKP karşıtlığı Erdoğan karşıtlığına dönüşüyor. Şimdi artık, Erdoğan karşıtlığı, belli bir oranda, devlet karşıtlığına dönüştü

07 Nisan 2014 21:26

Seçim sonuçları hakkında en yakın anketi yayınlayan KONDA araştırma şirketinin sahibi, Tarhan Erdem, “Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmasının Anayasa’ya aykırı olacağını” savundu

Taraf gazetesinden Tuğba Tekerek’e konuşan Erdem, “Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olması halinde yürütmeye müdahalede bulunacağını bunun da Anayasa’ya aykırı olacağını” söyledi.

Seçim öncesinde iktidar ve ana muhalefet liderlerinin kutuplaşmadan yarar görür hâlleri vardı” diyen Erdem “toplumun çok önemli tecrübeleri olduğu için bugüne kadar geldi, soğukkanlılığını muhafaza etti ama mesela seçimlerden sonraki itirazlar sırasında yaşanan görüntüler iyi görüntüler değil. Son bir aydır, görüldü ki artık o liderlerin dışında bu iki grup, karşı karşıya gelmek üzeredir.” şeklinde konuştu.

Tarhan Erdem’in Taraf gazetesinde yer alan söyleşinin bir bölümü şöyle:

Erdoğan gibi güçlü bir liderin Çankaya’ya çıkması yetki çatışmasına yol açar mı?

Erdoğan cumhurbaşkanlığına adaylığını koyarsa “Niçin koydun” diyemeyiz, ama bana göre aday olmaması lazım.  Çünkü bu oyu almış bir adamın cumhurbaşkanı olması anayasayı ihlal etmesi demektir.

Nasıl yani?

Anayasamıza göre cumhurbaşkanının yetkileri sınırlıdır ve hükümet etmekle cumhurbaşkanlığı birleştirilemez.  Ama Erdoğan seçilirse yürütmenin başı olacak. Bunu kendisi zaten istiyor, ama istemese de bu hâle gelecek. Erdoğan altı seçimde bu kadar başarılı olmuş, sesi bu hale gelene kadar mücadele etmiş, sabahtan akşama kadar çalışmış, bir günde üç ilde miting yapmış bir insan. Cumhurbaşkanlığı koltuğunda otururken “Şu Bakanlar Kurulu’nu topla da şunu konuşalım dediğinde, kimi başbakan koysanız, “Ben Bakanlar Kurulu’nu toplamıyorum, sen bu işe karışma” diyemez. Bakanlar Kurulu toplanır, Cumhurbaşkanı fikrini söyler, söylediğinde de “Sen bizim işimize ne karışıyorsun” diyemezler ya da onu kulak arkası edemezler. Dolaysısıyla bu bir anayasa ihlalidir.

Yani sembolik bir makam olan Cumhurbaşkanlığı’na çok güçlü bir figür olan Erdoğan oturacak. Ve ister istemez o koltuğun dışına taşacak...

Evet... Bu, anayasa ihlali bakımından sakıncası. İkincisi, Erdoğan, kimi başbakan yaparsa yapsın -kendi kızı ya da  30 senedir birlikte politika yaptığı insan- sanıyorum iki ay en fazla üç  ay sonra aralarında ihtilaf  çıkar.

Eğer o kişi söylediklerine karşı gelirse...

Hayır, karşı gelmesine gerek yok. Mutlaka ihtilaf çıkar. Sebebi şu, bizim bürokrasimiz herhangi bir meseleyi başbakana sorar. Başbakan da “Ben cumhurbaşkanına danışayım” diyemez.

E şu anda diyorlar ama... Ya da o zaman Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın isteklerine uygun direktifler verir Başbakan....

Veremez.  Aradan tamamen çekilmesi lazım. Çünkü devlet yönetiminde günde bir mesele olmaz, 20 mesele olur. “Cumhurbaşkanı herhalde şöyle düşünür, ben böyle yapayım” diyemez. Bir karar verir, yukarıdaki alınır. Bir olay, beş olay derken, ikisinin de tepesi atar. Burada, biri cumhurbaşkanı diğeri başbakan olmuş iki kişiden bahsediyoruz. Başbakan da öyle ya da böyle AK Parti’nin seçilmiş başkanı.

Peki Başbakan, Gül olursa ne olur?

O zaman, daha fena. Üç ay dediğim süre üç haftaya iner. Gül veya bir başkası Kur’an üzerine yemin de etse Erdoğan cumhurbaşkanı olduğunda onunla çatışmaktan kaçınamazlar.

 

Cumhurbaşkanlığını önlemek çok zor

 

Cumhurbaşkanlığı seçimleri için CHP-MHP’yle Kürtlerin aynı aday üzerinde uzlaşmaları zor görünüyor. Bu durumda, Ak Parti adayının kazanmasını engellemek mümkün olabilir mi?

Çok zor ama siyaset bu. Her şey olabilir ama akılla! Yüzde 43 oy almış bir insanın cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanmasını önlemek önemli bir siyasi operasyon demektir; teorik olarak sağlanabilir ama mevcut muhalefetin bugüne kadar gördüğümüz yöntemleriyle sağlanamaz.

 

Bilimin tanımadığı kutuplaşma

 


Seçim sonuçlarının bize gösterdiği en önemli şey nedir?

Kutuplaşma daha da sertleşti. Türkiye’nin bu gerginlikle yaşaması çok zor.

Nasıl bir kutuplaşma bu?

Seçmenin yüzde 65-70’i -korkumdan söylemiyorum, belki daha fazlası- her meseleyi ama her meseleyi, kutuplaşmaya bağlı olarak düşünüp ona göre davranmaya başladı. Bu insanların bir kısmı, Başbakan bir şey söylemişse onu tekrarlıyor. Diğerleri tam karşısındakini tekrarlıyor. Kutuplaşmanın hiç etkisinde olmaması gereken en basit konularda da bu böyle... Diyelim ki ben aşçıyım,  Başbakan dese ki, “Etli nohut iyi değildir,” ben ertesi günden itibaren etli nohut yapmıyorum.  Senin ne işin var adamın etli nohutuyla, sen aşçısın!

Düşünürken, davranırken tek ölçü Başbakan, öyle mi?

Evet, tek ölçü Başbakan... Bu kadar fakirlik, bu kadar darlık, bu kadar önyargı; çok tehlikeli bir durum. Bizim bu meseleyi halletmemiz, bundan kurtulmamız lazım. Bu ciddi bir ilkellik.

Böyle ilkel düşünenler nasıl bir profil çiziyor?

İçlerinde iki doktora yapmış, dört lisan bilen insan da var, sokaktaki yoksul insan da... Ön yargıya kapılmanın, kutuplaşmaya bağımlı olmanın;  zenginlikle, eğitimle, doğum yeriyle, cinsiyetle, inançla alakası yok. Sosyoloji ve diğer ilimlerin şimdiye kadar tanımlamadığı bir olay bu. Türkiye’nin 2002 yılından sonra geliştirdiği bir mesele...

Bu grubun ne kadarını Başbakan’ın söylediğinin aynısını söyleyenler, ne kadarını karşı taraf oluşturuyor?

Bunu ölçmek zor. Bence AK Parti liderinin söylediklerine evet diyenler yüzde 30-35, öbür taraf da yüzde 20-25. Yüzde 15-20’lik de ölçemediğimiz bir kısım var.

Bu kutuplaşma nasıl başladı?

Çok masum bir olaydan başladı. 2002’de AK Parti iktidara geçtiğinde, bir kısmı haklı bir kısmı haksız, hayat tarzına karışma endişesi başladı. 2007 seçimlerinden evvelki anket çalışmalarında gördük ki AK Parti karşıtlığı yavaş yavaş Erdoğan karşıtlığına dönüşüyor. Şimdi artık, Erdoğan karşıtlığı, belli bir oranda, yüzde 3-5 belki 10, devlet karşıtlığına dönüştü.

Nerede görüyoruz bu devlet düşmanlığını?

Mesele, Dışişleri Bakanlığı’ndaki o konuşmayı dinleyen ve yayınlayan adam, fevkalade mutludur. Aynı şey birçok yerde oluyor. Devlet bürokrasisinde ya da sokakta... “İktidara karşı olsun da ne olursa olsun” diye şunu bunu yapan, çok var. Bundan sakınmak lazım. Bunun yumuşatılmamasında çok büyük sorumluluğu var Erdoğan’ın.

Ama o, sertleşmede yarar olduğunu gördü ve kendini destekleyen insanları sertleştirdi, karşısındaki taraf da katılaştı.

Seçim sonrasında Başbakan’ın konuşmalarına baktığımızda bu kutuplaştırma sürecek gibi. Türkiye, önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimine  böyle kutuplaştırıcı bir atmosferde giderse ne olur?

Toplum bunu kaldırmaz, uzun süre taşıyamaz. Çok önemli tecrübeleri olduğu için bugüne kadar geldi, soğukkanlılığını muhafaza etti ama mesela seçimlerden sonraki itirazlar sırasında yaşanan görüntüler iyi görüntüler değil. Seçim öncesinde iktidar ve ana muhalefet liderlerinin kutuplaşmadan yarar görür hâlleri vardı, birbirlerine hakaret ediyorlardı. Son bir aydır, görüldü ki artık o liderlerin dışında bu iki grup, karşı karşıya gelmek üzeredir.

Sokakta mı karşı karşıya gelecekler?

Sokakta ya da nerede olursa... Toplumsal çatışmaya gidişin işaretleri var. Ama bu hâle gelmemiz gibi başka bir evreye geçmemizin suçlusu bir iki kişi değil. İktidar partisinin değişik kademlerindeki adamları görevlerini yapmıyor. Gazeteciler, gazeteciliklerini yapmıyor, kusura bakmayın. Halkta yüzde 60-70 kutuplaşma varsa bunda her birimizin payı var.

Daha önce “Toplumun sıkıştırılması nedeniyle Gezi olayları çıktı, 17 Aralık çıktı” demiştiniz. Şimdi, “Bunlara benzer üçüncü bir şey çıkabilir” diyor musunuz?

Tabii her an her şey olabilir. Bunu nasıl yeneceğiz bilemiyorum. Herkes bildiği yolda, önyargılarıyla yaşamaya devam ediyor.

 

Siz sanıyorsunuz ki, seçmen akılsız...

 

AK Parti’nin oyları 2011 genel seçimine göre düştü. Anketlere göre de, AK Parti’ye destekte düşüş trendi var mı?

Var. Bazen iniyor, bazen çıkıyor, ama ortak eğimi gösteren çizgiye bakarsanız, düşüş açıkça görünüyor. Bu eğimi devam ettirmek ve hızını artırmak lazım. Ama maalesef buna dair bir emare görmüyoruz.

Kutuplaşma sonucunda, yolsuzluk AK Parti seçmeninin oy tercihini etkileyen faktörler arasında alt sıralara mı geriledi?

Hayır, o yine kendi önemine layık bir derinlikte ve acıda duruyor. Ama oy tercihine yansıyamıyor maalesef. Yansımaması onların kabahati değil.

CHP seçmeni yolsuzluğa AK Parti seçmeninden daha mı duyarlı?

Ben bu soruya cevap vermek bile istemiyorum. CHP, öyle insanları içinde tutuyor ve aday yapıyor ki, yolsuzluktan bahsettiğinde inandırıcı olamıyor. İki partiyi de tartar halk, oyunu ona göre verir. Siz zannediyorsunuz ki, AK Parti’ye oy verenler, göbeğini kaşıyan insanlardır, akılsızdır, bilgisizdir, ufak menfaatlere oyunu satar. Bakın, ben bu kış en az üç tane, helikopterle dağın başından alınıp hastaneye götürülen ve doğum yapan kadın haberi izledim.  Bu basit bir şey mi? Adamlar bunu hiç mukayese etmez mi? Tabii ki bilerek veriyorlar oylarını.

Ancak şunu söyleyebiliriz değil mi; AK Parti seçmeninin çoğunluğu için helikopterle hastaneye götürülmek önemli, başörtüsü yasağının kalkması önemli ama Twitter yasağı o kadar da önemli değil, başkalarına yapılan haksızlıkları görmezden gelebiliyorlar?

Görmezden gelmiyorlar, ama kendi hayatları daha önemli... Aydınların çoğu, bu insanları, 60 senedir küçümsemiş, ötekileştirmiş. Onları adam yerine koymamış. Bakın, en çok satan gazetenin çok meşhur yazarı daha üç gün evvel, bu insanlara akılsız demeye gelen bir yazı yazdı. Bunları söyledikten sonra o adam sizin tuttuğunuz partiye oy verir mi? Diyorsunuz ki, seçim sandığı geldiğinde beni hatırlasın, kimsiniz de sizi hatırlasın!

Ne zaman tercihini değiştirir seçmen?

Şu karşıda simit satan adam bilse ki, size oy verdiğinde itibar görecek, ötekileştirilmeyecek o zaman farklı davranabilir, ama şimdi farklı davranmıyor, davranamıyor. Bakın ben, CHP’de en az 40 sene fiilen çalıştım. Aşağı yukarı ilk 20 sene bugün sokaklarda bağıranlara yakın düşünüyordum. O yıllarda, seçim akşamları hep hüsrana uğradığımı çok iyi hatırlıyorum. Ama Demokrat Parti’nin niçin daha fazla oy aldığını çok iyi biliyorum. CHP’nin 1957’de neden yüzde 42 aldığını da biliyorum. Hepsinin makul sebepleri var. Şöyle düşünün; bu halk seçim günü uyandı, ondan evvelki olayları çok iyi biliyor ve hep beraber karar verdi. Bu kararı tartışabiliriz, ama bu karara karşı olmak diye bir şey olmaması lazım. Nedenlerini saygıyla öğrenmeye çalışmamız lazım.