Veysel Ok*
Balyoz haberlerine dava
İddianame, Dündar-Gül iddianamesinden uzunca yapılan “alıntılar,” tartışmalı bir bilirkişi raporu ve gazetecilerin ifadelerinden ibarettir
Taraf gazetesinde “Balyoz” haberlerinin yayınlanmasından altı yıl geçtikten sonra darbe planlarını ifşa eden gazeteciler Ahmet Altan, Yasemin Çongar, Mehmet Baransu, Yıldıray Oğur hakkında iddianame hazırlandı. Aynı iddianamede gazeteci Tuncay Opçin de şüpheli sıfatıyla yer aldı.
Savcı Faruk Söker, müvekkillerim Ahmet Altan ve Yasemin Çongar’ın “Balyoz Darbe Planları” ile ilgili haberleri Taraf gazetesinde yayınladıkları gerekçesiyle TCK'nın 326/1, 327/1 329/1 maddeleri uyarınca toplamda elli yıl hapis istemiyle cezalandırılmasını talep etmiştir. Aynı dönemde Taraf gazetesi Yazıişleri Müdürü olan Yıldıray Oğur hakkında da benzer suçlamalar ve ceza istemi söz konusudur. Mehmet Baransu ve Tuncay Opçin hakkında ise bu suçlamalara ek olarak örgüt suçlaması da yapılarak, yetmiş yıldan fazla ceza talebinde bulunuldu.
Türk Ceza Kanunu'nun 326, 327 ve 329. maddeleri “Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk” başlığı altında düzenlenmiş maddelerdir. Bu maddeler devletin güvenliğine veya iç ve dış yararlarına ilişkin belge ve vesikaları yok etmeyi, temin etmeyi ve açıklamayı suç saymıştır.
Gizlilik kararı olmasına rağmen kamuoyuna yansıyan ve yayınlanan iddianameyi incelediğimizde, Can Dündar-Erdem Gül hakkındaki iddianameyle, Savcı Faruk Söker tarafından müvekkillerim hakkında hazırlanan iddianamenin onlarca sayfasının benzerliği aşan bir şekilde örtüştüğünü fark ettim. Tabii ki savcının iddianameyi intihal ettiği kanaatinde değilim, ancak bu benzerliğe hukuki bir gerekçe de bulamıyorum.
Savcı Faruk Söker dosyada sanık olmamasına rağmen Can Dündar için aynen şu cümleleri kullanmıştır:
“Dolayısıyla ulusal güvenlik, ulusal menfaat, devlet sırrı ve mahkeme kararlarını yok sayan, özellikle sanık Can Dündar’ın savunmasında yaptığı gibi bu değerleri aşağılayan, onu suç işlemenin aracı ve örtüsü kılan, dejenere bir basın özgürlüğü anlayışının, ne ulusal ne uluslar arası hukuk normlarıyla ne de çağdaş ülke uygulamalarıyla bağdaşır yönü bulunmamaktadır.”
Müvekkillerim hakkındaki iddianame, Dündar-Gül iddianamesinden uzunca yapılan “alıntılar,” tartışmalı bir bilirkişi raporu ve gazetecilerin ifadelerinden ibarettir.
Savcı Faruk Söker’in kendi cümleleri ile müvekkillere isnat ettiği suçlamalar şöyledir: “Şüpheliler Devletin güvenliğine ilişkin belge vesika dokümanları temine aracılık ettiği, temin ettiği, bilgileri açıkladığı ve bu yüzden suçlara katıldığı sabit olmuştur.”
Taraf gazetesinin o günkü yönetimi hiçbir şekilde devletin güvenliğine ilişkin belgeleri temin etmede aracılık etmemiş ve bu belgeleri imha etmemiştir. Bu durum dosya içeriği, tanık beyanları, HTS kayıtları ve gazetecilerin kamuoyuna yansıyan ifadeleriyle de sabittir.
İddianame içeriğinden ve gazetecilerin ifadelerinden de anlaşılacağı üzere, gazeteci Mehmet Baransu tarafından Taraf gazetesine üç adet CD ve bir adet DVD getirilmiştir. Müvekkillerim, Mehmet Baransu tarafından getirilen CD ve DVD’lerden basılmış bilgisayar çıktıları üzerinden, gazetecilik faaliyeti çerçevesinde inceleme yapmış; belgelerdeki bilgilerin görünür gerçeğe uygun olduğuna, güncel olduklarına ve belgelerin yayınlanmasında kamu yararı olduğuna kanaat getirerek söz konusu belgeleri yayınlamışlardır.
Müvekkillerimin Taraf gazetesinde yayınladıkları belgeler, devletin iç ve dış siyasal yararları bakımından niteliği gereği gizli kalması gereken ya da devletin güvenliğini tehlikeye sokan bilgiler değildir.
Taraf gazetesinde yayınlanan belge ve bilgiler; 2003 yılında “Balyoz” adı altında, dönemin 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan liderliğinde bir grup askerin, AK Parti iktidarını devirmek için darbe planı yaptığına dair belgeler ve ses kayıtları ile ilgilidir.
“Balyoz davası” diye tabir edilen davada kesinleşmiş mahkûmiyet kararından sonra yeniden yapılan yargılamada ise mahkeme; Türkiye’de değişen siyasî dengelerin baskısıyla ses kayıtları, tanıklıklar ve belgeler gibi somut delilleri göz ardı ederek darbeye teşebbüs ettiği iddia edilen askerlerin beraatlerine karar vermişti.
Ancak İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcı Vekili bu beraat kararına ikna olmamış; bir grup askerin darbeye teşebbüs ettiğinin ve darbe planları yaptığının somut delillerle sabit olduğu ve bu nedenle de cezalandırılmaları gerektiği gerekçesiyle beraat kararını 08.06.2015 tarihinde temyiz etmiştir.
Balyoz davası diye tabir edilen dosya hâlâ Yargıtay incelemesindedir ve hakkındaki hüküm henüz kesinleşmemiştir.
Burada sorulması gereken soru ve tartışılması gereken husus şudur: Gazeteciler, ordu içinde bazı subayların, darbeye zemin hazırlamak amacıyla birtakım planlar yaptığına dair ses kaydı ve CD gibi dokümanlar eline geçtiğinde ne yapmalıdır?
Gazeteciler, ellerine ulaşan ve doğru olduğuna inandıkları bu belgeleri başlarını ağrıtmamak için görmezden mi gelmeli?
Yargılamanın seyrinin ülkenin siyasal atmosferine bağlı olarak değişmesi bu hususta müvekkillerim açısından bir farklılık yaratmayacak, yargılama sürecinde mesleki faaliyetlerini, gazeteciliği savunmaya devam edeceklerdir.
Bu yazı ilk olarak Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'te yayımlanmıştır.