Yıllardır tartışılan Kürt sorununa farklı bir yaklaşım Taraf Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan'dan geldi.
Altan'ın, gazetede yayımlanan ve Kürt sorununa alternatif çözüm önerileri sunan "Bizzat Tanrı gelse" başlığını taşıyan köşe yazısı uzun süre tartışılacak gibi.
Altan'ın, Taraf gazetesinde bugün (14 Mayıs 2009) yayımlanan yazısı şöyle:
Geçen gün genç bir “Türk” arkadaşıma sordum.
“Tanrı’ya inanıyor musun?”
“Evet.”
“Tanrı gelip sana, Kürtlerle Türkler ayrılırlarsa, bu ülkedeki bütün insanlar çok iyi yaşayacaklar, çok zengin ve mutlu olacaklar dese, bizzat Tanrı sana söz verse, Kürtlerin ayrı bir ülke kurmasına razı olur musun?”
Sustu.
“Razı olurum” diyemedi.
O zaman ona sordum.
“Peki, sen aslında insanların iyi ve mutlu yaşamalarını istemiyor musun? Asıl amaç bu değil mi?”
Bakışlarından anladım ki asıl amaç “insanların daha iyi yaşaması” değil.
Şimdi milliyetçilerle ulusalcılar hemen delirmesinler, bu konuşmada vurgu “bölünmekte” değil, bu konuşmada vurgu “insanların daha iyi yaşamasında”, bütün bu kavgaların, mücadelelerin, savaşların nedenini daha net kavramakta.
Sadece o genç adamla konuşmak bile gösteriyor ki bu ülkedeki siyasi çekişmelerin odak noktası “daha iyi yaşamak” değil.
Benzer bir soruyu öfkeli bir Kürt gence, “Tanrı sana bütün insanların daha iyi yaşayacağına söz verse PKK’nın hemen silahlarını bırakmasına razı olur musun” diye sorsak, belki aynı suskunluğu onda da göreceğiz.
Belli ki başka “amaçlar” yerleşmiş zihnimize.
İntikam, “gününü gösterme”, daha fazla toprağa sahip olma, gücü elinde tutma gibi birçok amaç var ve bu amaçlar “insanların mutluluğuyla” çatıştığında biz insanları değil o “kutsal” amaçları tercih ediyoruz.
Bunu anlamanın, bu ülkeyi anlamak için iyi bir ipucu olduğunu sanıyorum.
“Mantıklı” çözüm önerilerine gösterilen “mantıksız” tepkiler belki de bu “kutsal” amaçların altında saklı.
Türkiye bir barış sürecine giriyor.
Barışa çok yaklaştık.
Su, şişeden akacak.
Ama suyun geçeceği en son nokta olan “şişenin boynu,” şişenin en dar yeri.
Su, şişenin dar yerinden akar.
Tıkanması en kolay kısmından.
Ve, burada gerçekten de “insanı” kutsal amaçlardan daha çok önemseyen, saçma muhalefete aldırmayan güçlü bir tavır gerekiyor.
Sadece Deniz Baykal’la, Devlet Bahçeli’nin “barış” ihtimaline gösterdikleri tepkilere bakarak durumu anlayabilirsiniz.
Onlar sıradan parti yöneticileri, bir liderlik vasıfları yok, herhangi bir sorunu çözmeye de gayret etmiyorlar, tam tersine “insanı” değil “kutsal amaçları” benimseyenlerin oylarını toparlamaya uğraşıyorlar.
Bu, sadece Türk tarafında böyle değil.
Kürtlerin arasında da çok sayıda Baykal ve Bahçeli bulunuyor.
Sorunun çözümüne karşı çıkan birilerinin PKK’nın içinde de bulunduğunu sanıyorum.
Karayılan, Hasan Cemal’e “silahlar sussun” derken aşağıda mayınları patlatmanın başka ne anlamı var?
Karayılan’ı “sözüne sahip olmayan, örgütünü denetleyemeyen ve güven uyandırmayan bir adam” durumuna düşürmekten bir çıkarı olmalı o mayınları yerleştirenlerin.
Türk tarafında Cumhurbaşkanı Gül, “barışın öncülüğünü” üstlenmiş gibi gözüküyor.
Böylece, Başbakan Erdoğan’ı muhalefetin ateşinden ve milliyetçi oyları kaybetmekten kurtarıyor.
Peki, Kürt tarafında bu rolü kim oynayacak?
Benim görebildiğim kadarıyla bu, Karayılan değil.
Kendi örgütünün “mayınlı tekzipleriyle” karşılaşarak biraz zor çözer bu meseleyi.
DTP içinde de öyle kuvvetli biri gözükmüyor.
Geriye tek adres kalıyor.
Apo.
Geçenlerde bana gelen Apo’nun avukatlarıyla konuşmuştum.
Eğer yanlış anlamadıysam, “bazı önkoşulların yerine getirilmesi halinde” Apo da silahlı militanları sınır dışına çıkartmayı düşünüyor.
Önceki gün bizim sıraladığımız “barış için kolay önlemleri” devlet gerçekleştirirken, PKK da silahlı militanlarını sınır dışına çekerse, “Türk ve Kürt Baykallar”ın eli zayıflar.
Barışın önünü o kadar kolay tıkayamazlar.
Türkler arasında Apo’dan nefret eden insanların ne kadar çok olduğunu biliyorum hatta Kürtler arasında da Apo muhalifi çok fazla.
Türkler, Apo’yu ve PKK’yı “düşman” olarak görüyor.
Birçok Kürt de “devleti” düşman olarak görüyor.
İyi de, “barış” kiminle yapılır sanıyorsunuz?
Dostunla barış yapacak halin yok ya, “düşmanınla” barış yapacaksın.
Alev Er’in o olağanüstü saptamasında söylediği gibi, “kiminle savaşıyorsan onunla barışırsın.”
Sadece bir tarafın istediğinin gerçekleşmesiyle de barış olmaz.
Barış, bu ülkedeki bütün insanların daha mutlu, daha özgür ve daha zengin yaşamasını sağlayacak.
Ama kesin barış konuşmalarından önce, barışın konuşulmasını sağlayacak bir “iklimin” oluşması gerekiyor.
Bu da karşılıklı jestlerle olur.
Bence şöyle ya da böyle Apo’yla konuşulmalı ve o jestleri onun yapması sağlanmalı.
Tabii, “insanların daha iyi yaşamasını” isteyenler için söylüyorum bunu.
“İnsanların daha çok ölmesini isteyen” Baykallara, Bahçelilere ve onların Kürt benzerlerine bir lafım yok.
Onlar Tanrı’nın sözüne bile aldırmayacak gibi gözüküyorlar, barış isteyenlerin sözüne neden aldırsınlar?