Hürriyet yazarı Taha Akyol, İçişleri komisyonunda kabul edilen tasarıya göre il ve ilçe müftüleri de evlendirme memurları arasına eklenmesi hakkında yapılan gündemdeki tartışmaları değerlendirdi. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "İsteseniz de istemeseniz de geçecek" sözlerini hatırlatan Akyol, "Kutuplaşma yerine demokratik kültür ve teamüller geçerli olsaydı, bu konuda bir ön komisyon kurulur, taraflar dinlenir, izah edilir, ortak bir metinde uzlaşma olmasa bile tansiyon bu kadar yükselmezdi" dedi.
Akyol, "Kutuplaşma ortamı ve dayatma üslubu, bir bardak suda fırtınalar yarattı" diye de belirtti.
Taha Akyol'un "Müftü nikâhı" başlığıyla yayımlanan(17 Ekim 2017) yazısı şöyle:
Müftü nikâhı ülkemizde yine siyasi kutuplaşma konusu oldu. Cumhurbaşkanı’nın “isteseniz de istemeseniz de” söylemi kutuplaşmada gelinen noktanın bir özetidir.
Halbuki müftü nikâhını isteyenler de istemeyenler de Türkiye Cumhuriyeti’nin “eşit” haklara sahip vatandaşlarıdır.
Kutuplaşma yerine demokratik kültür ve teamüller geçerli olsaydı, bu konuda bir ön komisyon kurulur, taraflar dinlenir, izah edilir, ortak bir metinde uzlaşma olmasa bile tansiyon bu kadar yükselmezdi.
Medeni kanun geçerlidir
En önemli gerilim konusu, müftülere nikâh yetkisi verildiğinde eski fıkıh kitaplarındaki gibi 18 yaşından küçük çocukların evlendirilebileceği, çokeşliliğin mümkün hale gelebileceği yolundaki endişelerdir.
Halbuki bu konular nikâhı kıyan yetkilinin belediye memuru veya Diyanet memuru olmasıyla ilgili değildir.
Medeni Kanun’da düzenlenmiştir. Müftü de Medeni Kanun’u uygulayacak, çokeşlilik ve evlenme yaşı gibi eski âdetler kesinlikle hukuken geçerlilik kazanamayacaktır.
Eski fıkıh kitaplarında, dini bir hüküm olarak değil, eski çağların anlayışı olarak 9 yaşındaki kızla, 12 yaşındaki erkek çocuğunun nikâhlanmasının mümkün olduğu yazılıdır. Osmanlı zamanında 1917 tarihli “Aile Hukuku Kararnamesi”nde bu yasaklanmış ve 4. maddesinde kızın 17, erkeğin 18 yaşını tamamlamış olması “şart” koşulmuştu.
Tek başına bu örnek bile neden Tanzimat’tan itibaren adım adım fıkıhtan modern hukuka geçildiğini anlamak için yeterlidir.
Aile hukuku
Bırakın sanayi toplumlarını, 19. yüzyılda Osmanlı toplumu bile fıkıhla yönetilemeyecek hale geldiği için Tanzimat’tan itibaren ticaret ve ceza alanlarından başlayarak modern kanunlar çıkarılması yoluna girildi.
Cumhuriyet bu gelişimin zirvesidir.
Kaynağı fıkıh olmakla birlikte bir hukuk anıtı olan Mecelle de modern “kanun”du.
Medrese ve fıkıh yetersiz kaldığı için Abdülhamid ‘Hukuk Mektebi’ni (fakülte) açtırmıştı.
Medrese Mecelle’nin yenilenmesini bile başaramayacak, inisiyatif hukuk mektebi mezunlarına geçtikçe hukuki modernleşme hızlanacaktır.
1917 yılında çıkarılan Ali Hukuku Kararnamesi reformist bir adımdı. Fakat İstanbul işgal edildiğinde Patrikhane’nin isteğiyle, İtilaf devletlerinin baskısıyla ve Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’nin onayıyla iptal edilmiş, aile hukuku alanı ‘düzensiz’ kalmıştı.
Bir bardak suda
Osmanlı’nın okumuş kadın nesillerini temsil eden Fatma Aliye Hanım’a, Halide Edip Hanım’a, Yaşar Nezihe, Şükufe Nihal, Nakiye ve Nezihe Muhiddin Hanımlara eski âdetler kabul ettirilebilir miydi?
Bugün de tutucu erkeklere karşı tesettürlü kadın yazarlar eşitlik ve özgürlük fikrini savunuyor.
Hukukla toplumsal gelişme arasındaki bağı hepimiz görmeliyiz.
Görmemiz gereken diğer bir olgu da bugünkü gelişme seviyemizde “dayatma”değil, “müzakere ve uzlaşma” yönteminin doğru olduğu gerçeğidir.
Zaten İslam’da nikâh, sivil bir sözleşmedir. “Resmi nikâh” Kanuni Süleyman zamanından beri hissedilen hukuki bir ihtiyaçtır. Müftünün de yapacağı resmi nikâhtır.
Resmi kayıt geçerli olmak şartıyla insanlar tercihlerine göre nikâh yapabilmelidir.
İktidar “Kilisede nikâh kıyılmıyor mu?” diyor. Bu benzetme doğru değildir. İslam’da nikâh sivil bir işlem olduğu gibi bugün Batı’da da geçerli olan resmi nikâhtır. Kilise nikâhı bir törendir.
Kutuplaşma ortamı ve dayatma üslubu, bir bardak suda fırtınalar yarattı.