Hüseyin Gülerce
(Zaman, 13 Temmuz 2012)
Sahi jetimiz neden düştü?
Jetimizin düşmesi/düşürülmesi üzerinden tam yirmi gün geçti. Ama düştü mü, düşürüldü mü hâlâ tartışıyoruz. Düştü ise kaza mı, teknik arıza mı, düşürüldü ise uçaksavar ile mi, füze ile mi düşürüldü henüz belli değil.
Sayın Başbakan önceki gün sitem ediyor, "Türkiye Cumhuriyeti'nin Genelkurmay'ına, Bakanlığı'na, Başbakanı'na itibar etmiyorlar." diyordu. Tamam da, Sayın Başbakan'ın, "uyarı yapmadan, tamamen düşmanca, tamamen hasmane bir şekilde saldırdılar" dediği saatlerde, Genelkurmay'dan yapılan son açıklamada, "keşif uçağının enkazında herhangi bir yangın başlatıcı madde profiline, organik ya da inorganik patlayıcı madde artığına ve herhangi bir mühimmata rastlanmadığı" vurgulandıktan sonra, "Suriye resmî makamlarınca, kendileri tarafından düşürüldüğü iddia edilen" ifadesine yer veriliyordu. Yani Başbakan "saldırdılar" diyor, Genelkurmay, "Suriye'nin iddiası" diyor... Üstelik bu açıklama Genelkurmay'ın konuyla ilgili beşinci açıklaması. Ve bir daha altını çizelim, başta "Suriye tarafından düşürülen uçağımız" diyen Genelkurmay, şimdi "Suriye resmi makamlarınca düşürüldüğü iddia edilen" lafını ediyor...
Kime, neye, hangisine nasıl inanacağız? Siz çelişkili açıklamalar yaparsanız elbette kafalar karışır, elbette aslında ne olduğunu daha fazla merak etmeye başlarız. Anladığımız kadarıyla tam ne olduğunu anlamamız için bir-iki haftaya daha ihtiyacımız var. Dün Rusya ve ABD, kendi radar kayıtlarını verdi, bunlar incelenecek. Uçağın deniz dibindeki diğer parçaları çıkarılıp incelenecek. Ondan sonra -herhalde- işin aslını öğrenebileceğiz.
Neden böyle oldu? Hükümet aceleci davrandı. Genelkurmay'dan gelen bilgiler, kamuoyunu yatıştırmak için hemen açıklandı. Hâlbuki o bilgiler enkazla ilgili teknik incelemeler yapılmadığı için zaten yeterli olamazdı.
Dikkat çeken husus şudur: Askerî konularla ilgili gelişmelerde hükümete zikzak çizdiriliyor. Uludere olayında da öyle oldu. Şahsen ben Uludere'de hükümete bir tuzak kurulduğunu açıkça yazdım. Jetimizin düşmesinde de böyle bir tuzak havası var. Jetimiz düştü mü, düşürüldü mü o yakında belli olur. Ama belli olan bir şey var. Suriye, "biz düşürdük" diyor. Yani olayı sahipleniyor. Suriye bunu neden yapıyor? Asıl soru bu.
Suriye bize tuzak kuracak/kurabilecek bir ülke değil. Ancak tuzağın kapanı olabilir. Kapanı kim/kimler kuruyor? Uludere'deki izler ile bu kapandaki izler aynı mı?
Bu tuzakların Türkiye'nin güçlenmesi ve iç siyasi istikrarı ile ilgisi nedir? 2050'de Türkiye'nin nüfusu 95 milyon hesap ediliyor. Sadece bölgesinde değil, uluslararası alanda da küresel aktör olacak Türkiye'nin önü, PKK ve Suriye kullanılarak şimdiden kesilmek mi isteniyor? İsrail ve İran, bölge ülkeleri olarak Türkiye'nin yeni gücünden ne kadar rahatsızdır? ABD, Almanya, Fransa, İngiltere ve Rusya ne düşünüyor, ne hesap yapıyor? Çin, neden bu kadar Suriye hamisi? Biz bütün bu soruların cevaplarını, jetimizin düşmesi ile birlikte düşünmek zorundayız.
Dış politikada fazla hissiyat hâkim. Zaten üç asırdır hissiyatımız ağır basıyor. Heyecanlanmak güzel bir şey de, "başkalarını rahatsız etmeme" diye bir ilke de var. Rahmetli Özal, "Adriyatik'ten Çin Seddi'ne..." diye bir laf etti. Rusya ve Çin'i hiç hesaba katmadı... Balkanlar, Ortadoğu, Kafkaslar, şimdilerde Afrika'nın bütününde yıldızı parlayan bir Türkiye var. Hiçbir şey yapmasanız bile bu yumuşak güç, komşularınızdan beynelmilel güç odaklarına pek çok ülkeye, merkeze rahatsızlık verir.
Hissiyatı, meydan okumayı bırakmamız lazım. Türkiye kendini öne atmamalıdır. Tamam, Suriye meselesinde biz kendimizi insani açıdan birinci derecede sorumlu görebiliriz. Ama öne çıkıp Suriye ile karşı karşıya kalmış iki ülke algısı meydana getirmek doğru değildir. Suriye politikamızın temelde yanlış olduğunu söylemiyorum. Usul, yol, yordam da önemli diyorum. Aceleci, fevri, hissi çıkışlar doğru politikaları tartışmalı hale getirir...