Sedat Ergin
(Hürriyet, 26 Haziran 2012)
Suriye krizinden çıkarılacak dersler
İster ulusal hava sahasının içinde ister dışında olsun, Suriye’nin Türkiye’nin bir savaş uçağını düşürmüş olmasının mazur görülebilecek hiçbir yanı yoktur.
Geçen cuma günü saat 10.30 sularında Malatya Erhaç hava üssünden havalanan Fantom uçağının pilotları Yüzbaşı Gökhan Ertan ile Teğmen Hüseyin Aksoy bugün hayatta değiller.
Olayın hukuki, siyasi ve diplomatik sonuçları, iki genç subayın ölümlerinin gerçekliğinden daha ağır, daha önemli değildir. Suriye, iki vatandaşımızı öldürmüştür.
Suriye’nin bu davranışının, asgari insani ölçüler bir tarafa, devletler hukuku bakımından da hiçbir dayanağı yoktur. Uluslararası hukuk, ulusal hava sahasının ihlal edilmiş olması halinde bile uçağın düşürülmesi gibi bir misillemeye cevap vermiyor. Bu, ancak korsan rejimlerin başvuracağı bir yöntemdir.
Tazminat talebi de dahil olmak üzere uluslararası hukuktan kaynaklanan bütün haklarını sonuna kadar öne sürmek, Suriye’nin saldırganlığını uluslararası alanda tescil ettirip bu ülkeye gereken diplomatik bedeli ödetmek Türkiye’nin meşru hakkıdır.
Suriye rejiminde çözülme mi?
Uçağı düşüren füzenin düğmesine nasıl basıldığı hâlâ açıklık kazanmış değil. Bu hareket Şam’daki Esad rejiminin Türkiye’ye mesaj vermek üzere ölçülmüş-biçilmiş bir hesaplı kararının mı uzantısıdır? Yoksa hava savunma bataryasındaki bir muhakeme zafiyetinden mi kaynaklanmıştır?
Tahminler birinci şıkka yönelmekle birlikte, karşımıza çıkan fiilin kendisi Suriye rejiminin itibar ettiği geleneksel davranış kalıplarına ters düşüyor. Çünkü Esad rejimi, üçüncü ülkelere zarar vermek istediğinde kendisi bir eylemde bulunmaktansa, el altından o ülkeyi hedef alan gizli kapaklı yöntemleri kullanmanın ustasıdır. O zaman bu durum belki de Suriye rejimindeki bir karışıklığın, çözülmenin işareti olarak da görülebilir.
Sonuçta hangi şık geçerli olursa olsun, Suriye’deki rejim kusurlu olduğunu kabul edip, bu vahim olayın kendisi açısından doğurduğu sorumlulukların tümünün gereğini yerine getirmekle yükümlüdür
Toplumun psikolojisine dikkat
Olayın uluslararası ölçekte yarattığı bir algıyla da baş edilmesi gerekiyor. Kanlı bir iç savaşa sahne olan, silahlı muhalefeti acımasız yöntemlerle bastırmaya çalışan “küçük ülke”, husumet içinde olduğu, bölgenin “düzen kurucusu” olma iddiasındaki NATO müttefiki “büyük ülke”ye zarar vermiştir.
Bu, Türkiye’de hem karar vericilerin hem de kamuoyunun kolay kolay sineye çekebileceği bir durum değildir. Bu tür hadiselerin toplum psikolojisinde uzun yıllar kapanmayan izler bıraktığını yakın tarihimizdeki başka benzer örneklerden de biliyoruz.
Ayrıca, bilinçli bir politika olması halinde Suriye rejiminin hangi saiklerle bu yola gittiği sorusu üzerinde de kafa yormalıyız. Uçağın düşürülmesinden tam bir gün önce The New York Times gazetesinde “Amerikalı yetkililer”e atfen verilen bir haberde, Suriye’deki muhalefetin CIA’nın da katkısıyla Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar tarafından silahlandırdığı ileri sürülmüştür.
Keza olayın meydana geldiği geçen cuma günü İngiltere’de yayımlanan The Guardian gazetesinde de muhalefete silah sevkıyatında Türkiye, Suudi Arabistan ve ABD’nin birlikte hareket ettiklerini anlatan paralel içerikte bir haber çıkmıştır. Üstelik Guardian muhabiri, haberde Reyhanlı’dan gelen silahların Suriye’deki bir köyde nasıl dağıtıldığına bizzat tanıklık ettiğini de anlatıyordu.
Dış politikaya ayar ihtiyacı
Resmi açıklamalarda ne kadar inkâr edilirse edilsin, Türkiye’nin Suriye’deki muhalefete silah sevkıyatında en azından bir transit noktası olarak kullanıldığı artık az çok aleniyet kazanmış gözüküyor. Bu da kaçınılmaz olarak Şam’ın tehdit değerlendirmelerinde Türkiye’yi bir “düşman ülke” konumuna oturtuyor.
Türkiye güney komşumuzdaki iç savaşta açıkça taraftır. Suriye karşısında izlenen politika daha kontrollü, dengeli bir çizgide tutulabilmiş olsaydı, ilişkilerde bugün tanık olduğumuz ölçülerde bir kopma, savrulma da pekâlâ önlenebilirdi.
Uçak düşürme olayının Türkiye’nin beklentilerini karşılayacak bir şekilde geride bırakılmasının ardından özellikle bölgeye dönük dış politikanın hedeflerinin ve başvurulan söylemlerin ciddi bir şekilde gözden geçirilmesi gerekli gözüküyor. Bu ayarlamanın ayakları yere basan, gerçekçi bir zeminde yapılması gerektiğini düşünen insanların sayısı artıyor.