Suriye krizini çevreleyen taşlar yavaşça yerinden oynuyor.
Farklı düzlemlerde Rusya ve Türkiye ile yürütülen müzakerelerin yanı sıra bölge liderlerini Beyaz Saray'da ağırlamaya başlayan ABD Başkanı Joe Biden'ın temaslarından çıkacak sonuçlar Suriye'de çözümün parametrelerini değiştirebilir.
Olası pozisyon değişiklikleri kuzeydoğu Suriye'de Kürtlerin liderliğindeki özerklik projesinin geleceğini de doğrudan ilgilendiriyor.
ABD'nin Suriye politikası birkaç zeminde değişim işaretleri veriyor.
Evvela Biden, ABD'li petrol şirketi Delta Crescent Energy'ye tanınan yaptırım muafiyetini uzatmadı. Biden'ın selefi Donald Trump'ın Fırat'ın doğusunda 'petrole bekçilik' misyonuna son vermesi Rusya ile diyaloga girmeyi kolaylaştıran bir adımdı.
Rusya-ABD diyalogunun sonuçları
Biden ile Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Putin'in 16 Haziran'da Cenevre'deki ilk buluşmasından sonra taraflar tavize karşılık taviz yaklaşımıyla pozisyonlarını revize ettikleri izlenimi verdi.
Bu yakınlaşmanın tutarlılığı, Birlemiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi'nin insani yardımların geçişi için Bab el Hava Sınır Kapısı'nın açık tutulması kararıyla test edildi. İlk kez iki ülke Suriye konusunda ortak bir metin çıkardı.
ABD'nin BM Daimi Temsilcisi Linda Thomas Greenfield, bu müstesna duruma "ABD ve Rusya'nın insani girişimi paylaşabilmeleri önemlidir" diyerek parmak basarken, Rus mevkidaşı Vasiliy Nebenzya bunun tüm Orta Doğu'nun yararlanacağı bir dönüm noktası olması temennisinde bulundu.
Ama taraflar, liderler zirvesinden BM dönemecine kadar sadece kapı pazarlığı yapmamıştı. Kürt kaynaklar Suriye'de iki ülkenin kabaca anlaştığını söylüyor.
Amerikan-Rus diyalogunun demiri yumuşattığına dair ilk gösterge, 9 Temmuz'da BM'deki oylamadan önce 28 Haziran'da Roma'da 15 ülkeden dışişleri bakanlarının katıldığı Suriye toplantısındaki havaydı.
Arap kaynaklara göre, ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken öncelikleri insani yardımların genişletilerek ulaştırılması, Irak-Şam İslam Devleti'yle (IŞİD) mücadelenin sürdürülmesi, ateşkesin korunması, Kürtler arası birlik görüşmeleri ile Kürtler ve Şam arasında diyalogun desteklenmesi olarak sıralarken, Trump döneminin siyasetine renk veren "İran'ın Suriye'den atılması" hedefini ise tekrarlamadı.
Ayrıca Esad yönetimini hedef alan sözlerden kaçındı. Kürtlerin Şam'la diyalogunu destekleyen ifade de bir ilk sayılır.
Taslak metinde Suriye'nin yeniden inşasını ve Şam'la diplomatik normalleşmeyi siyasi çözüm sürecinin ilerlemesine bağlayan iki madde vardı; nihai bildiride bunlar da çıkartıldı.
Bazı Arap temsilciler çözüm için Arap rolünün devreye girmesi ve Suriye'nin Arap Birliği'ne dönmesi gerektiği üzerinde dururken Sezar Yasası'nın kendilerine manevra alanı bırakmadığından yakındı. Bu Arap tutumuna İtalya ve Yunanistan gibi Avrupa Birliği (AB) üyelerinin Şam'la normalleşme eğilimlerini de eklemek gerekiyor.
Yeni gerçeklikler karşısında yaptırımların diliyle konuşmayan bir Amerikan görünümü şu türden bir iyimserliğe yol açıyor: Suriye'deki Amerikan askeri varlığı, özerk yönetimin geleceği, yaptırımların kaldırılması, Şam'la ilişkilerin normalleştirilmesi, Cenevre sürecinin ilerletilmesi ve İdlib başta olmak üzere Şam'ın kontrolü dışındaki bölgelerin durumuna odaklanacak şekilde Rus-Amerikan diyalogu derinleşebilir.
Sonuçta Bab el Hava kapısını açık tutulması, ABD'nin yeniden inşa ve diplomatik normalleşmeyi imkânsız kılan tutumunda bir nevi sessizlik ayarına geçmeyi sağladı.
BM Özel Temsilcisi Geir Pedersen siyasi çözümü kadük bırakmamak için adım adım gidilmesinden yana. Haliyle bu esnemenin pratik sonuçları zaman alabilir. Rus-Amerikan diyalogunun ilerlemesi halinde Fırat'ın doğusundaki durum pazarlığın en kritik başlığı olmaya aday gözüküyor.
16 Haziran'daki Cenevre buluşmasından sonra Rus Dışişleri Bakanı Sergel Lavrov, Kürtleri Şam'la müzakereye girmeye çağırdı. Kürtler de buna hazır oldukları yanıtını verdi.
Tabii Rusya'nın Kürtleri Şam'a itme arayışı yeni olmadığı için Lavrov'un çağrısı manidar gelmeyebilir. Yine de bu çağrıyı, yeni gerçekliğe uyarlanan Amerikan tutumunun gölgesinde değerlendirmek gerekiyor.
Türk-Amerikan ortaklığının yansımaları
Suriye siyasetine yansımaları olacak bir diğer süreç farklı bir bağlamda Türkiye ve ABD arasında ilerliyor.
Türkiye'nin Kabil Havaalanı'nı koruma misyonunu üslenmesi halinde Türk-Amerikan ilişkilerinde oluşacak yeni denge, ABD'yi Suriye'de Türkiye'nin hassasiyetlerini daha fazla dikkate alan bir tutuma çekebilir.
Ankara, S-400'ten vazgeçmeyi bile Suriye Demokratik Güçleri'ne (SDG) desteğin kesilmesi şartına bağlamıştı. Şimdiye kadar Biden yönetimi, Ankara ile SDG konusundaki uzlaşmazlığı, ilişkileri hepten bozmayacak şekilde ayrı bir kompartımanda tutmayı tercih etti.
Son olarak Dışişleri Bakan Yardımcısı Victoria Nuland, 21 Temmuz'da Senato Dış İlişkiler Komitesi'nde soruları yanıtlarken Türkiye'nin itirazlarına rağmen Halk Koruma Birlikleri'ne (YPG) desteğin süreceğini belirterek, "Sanırım şu aşamada çoğunlukla aynı fikirde olmama konusunda anlaştık" dedi.
Bu sözlerin yanı sıra Nuland, Türkiye'nin Kabil'de kalmasına atfettikleri öneme de değindi: "Bu katkı, birliklerimiz çekildikten sonra Kabil'de güçlü bir diplomatik varlığı sürdürebilmemiz için hayati önem taşıyor."
Biden hem Kürtleri yüzüstü bırakan bir görüntüden kaçınmak hem de Türkiye ile yaşadığı çelişkiyi aşmak için Rusya kanalından Kürtlere bir gelecek formülü üzerinde durabilir. Bu eninde sonunda Suriye krizinin nereye bağlanacağıyla ilgili bir mesele.
Irak'tan çekilmenin Suriye'ye etkisi
ABD'nin Irak'tan çekilmesi de gündemde.
Irak Başbakanı Mustafa el Kazımi, 26 Temmuz'da Beyaz Saray'da Biden'la görüşmesine, Irak'taki birkaç üste konuşlanmış muharip güçlerin çekilmesi ve askeri varlığın eğitim misyonuna indirgenmesi önerisiyle gitti.
Irak Meclisi'nin yabancı güçlerin çekilmesi yönünde bir kararı bulunuyor.
Irak'ta hava destekli Amerikan askeri varlığı, Suriye tarafında SDG'ye eşlik eden güçlerin lojistik hattını oluşturuyor.
Irak'ta 2008'deki Güçlerin Statüsü Anlaşması'nı çağrıştıran yeni bir durum, Suriye'deki Amerikan operasyonlarının çerçevesini değiştirmeyi gerektirebilir.
Sadece Irak değil Suriye'de Deyr el Zor'daki üsler de son zamanlarda İran destekli milislere hedef oldu.
Washington-Bağdat arasındaki müzakereler böylesi bir zeminde sürüyor.
ABD'nin IŞİD sona erinceye kadar SDG'ye desteğin süreceği taahhüdü askeri varlığın korunmasını gerektirse de bu söz, farklı bir konuşlanma ihtimalini dışlamıyor. ABD'nin saha varlığını koordinasyonla sınırlayıp SDG'ye havadan desteğini Ürdün üzerinden sürdürmesi seçenekler arasında.
ABD'yi yeniden düşünmeye itecek ya da teşvik edecek bir iki başka gelişme daha var.
Çin'in Şam'a el vermesi
Çin, BM Güvenlik Konseyi'nde Rusya ile birlikte hareket etmesine karşın Şam'a karşı temkinli bir tutum benimsedi. Şimdi ise bunu terk ettiği sinyalini veriyor.
Dışişleri Bakanı Wang Yi, 17 Temmuz'da Beşşar el Esad'ın dördüncü dönemine başladığı yemin törenine katılan yıldız konuktu. Arap kaynaklara göre Çinli Bakan üç ayaklı bir çıkış stratejisinden söz etti:
- Suriye'nin egemenliği ve toprak bütünlüğü korunmalı; Suriye halkının tercihlerine saygı duyulmalı; rejim değiştirme hayallerine son verilmeli; Suriye halkının ülkenin geleceğini belirlemesine izin verilmeli.
- Suriye halkının çıkarları ve refahı öncelik olmalı; bütün yaptırımların kaldırılmalı ve Suriye'nin yeniden inşasının önü açılmalı.
- Çifte standarda düşmeden BM Güvenlik Konseyi'nin listesindeki tüm terör örgütlerinin elimine edilmesini de içeren tutarlı bir terörle mücadele stratejisi izlenmeli. Çin bununla İdlib'de Türkiye üzerinden beslenen Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) ve Doğu Türkistan İslam Partisi'ni de kast ediyor.
Pekin'in bu ileri adımı ABD'nin esnemesinden kaynaklandığı gibi Biden yönetimini esnemeye zorlayacak bağımsız bir karar da olabilir.
Yeni Arap tutumu ve Ürdün'ün önermesi
Burada bir parantezi de Arap devletleri arasında Suriye'ye bakıştaki trajik değişime açmak gerekiyor.
Araplar arasında Türkiye'nin genişlemeci hamlelerin kesmek için Suriye ile ilişkileri normalleştirmeyi önceleyen bir görüş güçleniyor.
Bu minvalde Biden'ın Beyaz Saray'da ağırladığı ilk Arap lideri olan Ürdün Kralı Abdullah'ın mesajları önemliydi. Washington'da gazetecilere demecinde Ürdün'ün Sezar Yasası ile Suriye'ye dayatılan yaptırımlardan en fazla etkilenen ikinci ülke olduğunu ve Suriye'ye yardımların tüm bölgeyi rahatlatacağını belirtip ekledi: "Ürdün, Suriye krizine Arap kardeşlerimiz ve uluslararası toplumla işbirliği içinde çözümler sunmaya, Suriye'yi Arapların kucağına geri döndürmeye çalışıyor."
Trump zamanında Orta Doğu meselesinde arka plana itilen Ürdün ve Mısır'ın yeniden eski rollerine dönmeye başlaması Suriye dosyasında aykırı seslerin daha fazla duyulacağı anlamına geliyor.
Ürdün güney cephesindeki silahlı grupları besleyen Amman Operasyon Odası'nın 2017'de kapanmasından sonra Şam'la temaslarını artırmıştı.
Arap müttefiklerin çağrıları Biden yönetimindeki esneklik emarelerini güçlendirebilir. Bütün bu yeni denklemin Türkiye'nin askeri varlığına ve Kürtlerin gelecek hayallerine denk düşen yanları da olacaktır.