7 bin yıllık geçmişiyle dünyanın en eski yapısı olarak bilinen ve geçen yıl UNESCO tarafından “Dünya Kültür Mirası Listesi”ne dahil edilen Diyarbakır Surları, sokağa çıkma yasakları ve çatışmalar nedeniyle harabeye döndü. Bakanlar Kurulu kararıyla da acele kamulaştırılan Sur'da tepkiler büyüyor. Karara tepki gösteren isimlerden biri de UNESCO süreci öncesi, 2012’deki hazırlık çalışmaları sürecinde yer alan Diyarbakır Kalesi, Hewsel Bahçeleri Kültürel Peyzajı Alan Başkanı Nevin Soyukaya, “Sur’daki kamulaştırma kültürel sürekliliğe darbedir” dedi.
Diyarbakır, Anadolu'da binlerce yıldan beri bir çok medeniyetin izlerini taşıyan canlı bir tarih kültür ve sanat hazinesi. M.Ö. 7000 yıllarında Çayönü'nden başlayan ve günümüze kadar gelen sadece bölgede değil dünya tarihinde de önemli roller oynayan bir çok uygarlık bu yörede değerli eserler bıraktı. Bu eserlerin başında "Diyarbakır Surları" geliyor. Tarih boyunca yaşanan onlarca savaşa rağmen kendini korumasını bilen Surlar’ın bulunduğu bölge, sokağa çıkma yasakları ve yaşanan çatışmalar nedeniyle adeta harabeye döndü. Tarihi yapı geçen yıl Dünya Mirası Listesi’ne dahil edilirken; Ankara, bu yapıları besleyen, geçiş güzergahları olarak kabul edilen ve içinde 610 tescilli yapının bulunduğu bölgenin iyileştirilmesi/geliştirilmesi için UNSECO’ya taahhütler verdi. Bunların hayata geçirilmesi bir yana son 6 ay içinde yaşanan olaylar nedeniyle Suriçi bölgesinin 6 mahallesi adeta enkaz haline geldi. Bu süreçte Mimarlar Odası, Diyarbakır Barosu ve Mezopotamya Hukukçular Derneği’nin UNESCO’ya “müdahale” çağrıları yanıtsız kaldı. "Peki bu durumda ne olacak?" sorusu yanıt ararken, Hükümet, 21 Mart 2016 tarihinde Sur'da 16 ve Yenişehir ilçesinde 2 olmak üzere toplam 18 mahallede 6 bin 642 parsel için "acele kamulaştırma" kararı aldı. Birçok STK tarafından tepkiyle karşılanan karara bir tepki de Diyarbakır Kalesi, Hewsel Bahçeleri Kültürel Peyzajı Alan Başkanı Nevin Soyukaya'dan geldi.
Şeffaf bir çalışma yürütülmüyor
Çatışmalar nedeniyle Suriçi'nin büyük hasar gördüğünü ifade eden Soyukaya, yasak nedeniyle içeride ne tür bir çalışmanın yürütüldüğünü bilmediklerini söyledi. Sur'un Dünya Mirası'na dahil edilmesinden önce Kentsel SİT Alanı olarak yasalarca koruma altına alındığını hatırlatan Soyukaya, "Böylesine hem tescilli hem de Dünya Mirası olan bu bölgenin tahribatı çok ciddi boyutta. Dolayısıyla hem ulusal hem de uluslar arası mevzuata bağlı olarak buranın yeniden ihya edilmesi gerekir. Bunu yaparken de bilimsel veriler ve UNESCO’nun da genel yasalarında olmazsa olmaz dediği katılımcılığı esas almak şart. Kentin yerel yönetimleri, belediyeleri, alan yönetimi, hatta STK’ları, meslek odalarını olaya dahil etmek şart. Şeffaf çalışmak, şeffaf ve katılımcı çalışmayı esas almak şarttır, olmazsa olmazdır. Bir başka olmazsa olmaz; koruma amaçlı imar planı ve alan yönetim planını esas almak gerekir. Söylemlerde koruma amaçlı imar planının esas aldıklarını söylüyorlar ama uygulamada koruma amaçlı imar planını esas aldıkları çok da söylenemez" dedi.
12 gözetleme kulesi talebi
Koruma Kurulu’na çatışmalı alana 8, dışında kalan alanlara da 4 gözetleme kulesi dikileceği bilgisinin geldiğini anlatan Nevin Soyukaya, şöyle devam etti:
"Ayrıca yol ve sokakların genişletilme talebi var. O kulelerin planı yok. Kuleler ne kadarlık bir alanı kapsıyor, yok. Bu kulelerin Koruma Amaçlı İmar Planı’nda yeri yok. Kamyon kamyon, aynı anda 3-4 kamyonun girip çıktığı hafriyatın boşaltıldığına tanık oluyoruz. Ama nereler açılıyor, nereler yıkılıyor, hangi sokaklar genişletiliyor? Kurşunlu Cami önündeki yapı yok olmuş, şadırvanlar yıkılmış, o doku gitmiş. Bunların hiçbiri Koruma Amaçlı İmar Planı’nda yok. Bu nasıl Koruma Amaçlı İmar Planı’na uymaktır? Koruma Amaçlı İmar Planı’na uyulmadığına dair elimizde çok ciddi veriler var ve çok ciddi endişelerimiz var. Yine Alan Yönetimi Planı’na uyulmadığına dair, uyulmadığı zaten aşikar. Zaten uyulsaydı eğer her şeyden önce bütün çalışmaların Alan Yönetim Başkanlığı ile Alan Yönetim Başkanlığı’na bağlı oluşturulan ve UNESCO’nun alan yönetim yönetmeliğinin de öngördüğü, alanın izlenmesini sağlayan ve denetimini sağlayan bir teknik birimi vardır. O birimin içindeki uzmanların da dahil edilmesi gerekilirdi. Oysa hiçbir şekilde ne uzmanlar dahil ediliyor ne de Alan Yönetimi Başkanlığı dahil ediliyor. Bu güne kadar yapılan çalışmada oysa UNESCO Alan Yönetimi sınırları içerisinde bütün bu yaşananlar, bütün bu alanlar, çatışma, çatışma sonrası alana dönük fiziki düzenleme ve bütün bu süreçte hem uluslar arası yasanın zorunlu kıldığı hem iç yasaların zorunlu kıldığı Alan Yönetimi Başkanlığı’na verdiği görev alandaki eş güdümü sağlamaktır. O eş güdümü sağlayabilme için de Alan Başkanlığı’nın bütün bu çalışmalardan haberdar olması ve bütün çalışmaların içerisinde eş güdüm sağlaması gerekir. Oysa bugüne kadar Alan başkanlığı çalışmalara dahil edilmedi. Alan Başkanlığı’nın resmi yazılarına rağmen 3 defa yazı yazdık. İlk 2 yazıdan sonra Valilik ve Kültür Bakanlığı’na yazı yazıp alanda yapılacak bütün çalmalarda Alan Başkanlığı’nın yasalar gereği dahil olması gerektiğini, eş güdümü yürütmeye dahil olması gerektiğini belirttik. Buna rağmen valilikten bize gelen yazıda ‘alanda komisyonların kurulduğu ve ihtiyaç olması halinde sizden uzman talep edilecektir’ şeklinde oldu. Hala dahil değiliz. Koruma Kurulu Kararı’nda alandaki hafriyatların boşaltılması sadece müze elemanlarının denetimine bırakıldı. Alanda tespit yapılmadan hafriyat boşaltımı olmaz bu ciddi bir problemdir. Harfiyat alanına gittim. Orada özgün yapılara ait kapı söveleri gördüm. Yine özgün işlenmiş taşlar gördüm. Niye atılıyor bunlar? Neye dayanarak atılıyor bunlar? Hangi yapıya ait? Hiçbir şey bilmiyoruz. Bize sözlü olarak söylenen tescilli yapılara ait olan malzemeleri ayırıp bir yerde yığıyoruz. Bu da yanlış, yapamazsınız. Önce tespit yapacaksınız. Önce bütün uzmanların, ICOMOS Türkiye’deki uzmanların dahil olduğu heyetin alanda tespit yapması gerekir ardından da hafriyat boşaltımının yapılması gerekir. Kepçeler rastgele tarihi kalıntıları iç içe kaldırıyorlar. Bu ciddi yanlıştır. Alan yönetimi ile çalışılmıyor. Aldığımız bilgelere göre toplantılarda alan yönetimi ile ortak bir çalışma yürütüldüğü söylenmiş. Hiçbir şekilde bizimle çalışılmıyor."
"Kaygılarımız UNESCO'ya iletilmedi mi?"
Bu kaygıları Kültür Bakanlığı'na rapor ettiklerini belirten Soyukaya, "UNESCO BM’nin alt kuruluşudur. BM’yi devletler oluşturmuştur. Dolayısıyla UNESCO devletleri baz alır. Diyarbakır’da tarihi yapılar nedeniyle UNESCO ile bağlantılıdır. Dolayısıyla altına atılan imzalar vardır ve bu sözleşmeler geçerlidir. Türkiye de devlet adına Kültür Bakanlığı muhataptır. Biz de Büyükşehir Belediyesi nezdinde kurulan Alan Yönetimi başkanlığı olarak hem miras dosyasını hazırlayan kurum olarak hem de şehirdeki tüm aktörlerin dahil olarak hazırladığımız alan yönetim planını Kültür Bakanlığı aracılığıyla UNESCO’ya sunduk. Yasalara göre bunu böyle yapmak zorundayız. Biz devletin resmi heyeti içerisinde tanınmıyoruz. Çatışmaların devam ettiği süreçte girebildiğimiz alanlarda gözlemlerimizi ve elde ettiğimiz fotoğrafları bir rapor haline getirdik ve Kültür Bakanlığına illettik UNESCO’ya bildirmek üzere ancak hiçbir yanıt alamadık. UNESCO’dan da bir bilgi talebi gelmedi. Buradan yola çıkarak diyoruz ki belki UNESCO’ya bizim raporlarımız bildirilmedi" dedi.
"Bir kent mağdur ediliyor"
Kamulaştırma Yasası’nın 27’inci maddesindeki "devlet el koyar" sözüne atıfta bulunan Soyukaya, şöyle devam etti:
"Sur yaşayan ve iskan edilen bir kent olduğu için çoğunlukla vatandaşa ait yerlere el konulmuş. Dünyada bunun örneği yoktur. Lokal kararlar alınabilir ama tarihi ve yaşayan bir kenti kamulaştırmak nasıl bir mantıktır? Buna dair karar almak ve tepkiler karşısında ‘yapmayacağız hepsini kimseyi mağdur etmeyeceğiz, Suriçi’ni ihya edeceğiz, Suriçi’ni iyileştireceğiz’ lafları kabul edilemez. Vatandaşın evini almak, Suriçi’ni ihya etmek akla tek şey getiriyor; burası soylulaştırılıyor. Demografik yapı değiştiriliyor. Kimliğe, sürdürülebilir kültürel dokuya müdahale var. Toplumun hafızasına bir bütün müdahale var. Bu kararın karşılığı budur. Oysa biz UNESCO’ya giderken en güçlü argümanımız buydu. Surlar 7 bin yıldır yaşayan bir kenti korumuş ve bu kent çok kültürlü, dinli ve dilli yapısıyla bir dünya kentidir dedik. Bu kamulaştırma kararı işte bu kimliğe müdahaledir. Siz bir kenti alıyorsunuz ve başkalarına devrediyorsunuz, kabul edilemez. Lalebey ve Alipaşa’da bunun örneğini gördük. Kentsel dönüşüm adı altında insanlar kentin çok uzak bir noktasına taşındı. TOKİ Üçkuyular'a gönderildi. Bu insanların evleri kamulaştırıldı. Kendilerine ödenen para peşinata sayıldı. Bu insanlar hatıralarından uzaklaştırıldı. Gittikleri yerlerde tutunamadı, bankalara borçlandırıldı, hacizlik oldular. Sur'a dönüp, kiracı oldular... Oranın sakinleri en az 50 yıldır Suriçi’ndeler. O belleğin taşıyıcılar oldular. İki nesil orada büyüdü, çocukları orada doğdu. O fiziki yapıyla birlikte kültürel mirasın da korunmasıdır esas olan. Bütünlüklü düşünmek gerekir. Eğer bütünlüklü düşünülmüş olsaydı insan odaklı bir çözüm aranırdı. Kültürel devamlılığa darbedir bu kamulaştırma. Mesele sadece para değil. İŞKUR’dan 3-5 aylık işler vaat edilerek sözler veriliyor. Evlerin bedeli verilecek. Hadi insanları mağdur etmediniz ya bir şehri mağdur etmek; bu karar tarihi kenti mağdur etmektir."