Dünya

"Super Bowl'un hissetirdikleri: Ben eski ben değilim, artık biz olmak istiyorum"

19 Mart 2021 13:55

Burak Korkmaz*

Amerikan Futbolu, evinden binlerce kilometre uzağa, Akdeniz'in ortasındaki bir adaya, ırkçılık gibi Amerikan toplumunun sorunlarını taşıyabilir mi? Yıllar önce, üniversite stadında, sabahın altısında başlayan antrenmanı yeni bitirmiş ve soğuktan donmadan kahvaltıya ulaşmak için soyunma odasından hızla çıkmaya çalışıyordum, arkadan gelen yüksek sesle irkildim, “herkes akşam antrenmanından bir saat önce burada olsun, sizinle konuşmamız lazım beyler”. O dönem takımın koçluğunu yapan Hayden Flowers, kararlı ve sert bir tonla takıma seslendi. Önce hiçbirimiz anlam veremedik, sonuçta antrenmanda göze çarpan bir şey yoktu. Akşam antrenmanı öncesinde takımı toplayan Koç Flowers, bize takımdaki Afrikalı oyunculara karşı ırkçı davranışlara tolerans göstermeyeceğini sert bir dille ifade ettiğinde yaşadığım şaşkınlığı anlatacak söz bulamıyorum. Konuşmanın ardından yanına gittik ve kendisine Türkiye’de olduğunu, bir yanlış anlama olması gerektiğini ve ırkçılığın burada yeri olmadığını açıklamaya çalıştık. İkna olmadı, çünkü onun geldiği kültürde bunun bir yeri vardı ve gördüğüne inandığı ilk işaret onu müdahale etmeye zorlamıştı. Konu, deplasman maçı için taşınacak bavullar ve Afrikalı oyunculara bavullarını taşıtmak isteyen bir iki oyuncuydu. İşin ilginç yanı, bavulunu taşıtmak isteyenlerden birisinin de Afrika kökenli bir Türk olmasıydı.

Bir parçası olmaktan hep onur duyduğum, Doğu Akdeniz Üniversitesi Amerikan Futbolu takımı Kargalar, farklı ırklar, milletler, dinler, mezhepler, politik görüşler ve hayat tarzlarından yüzlerce insanın zaman içinde yer aldığı bir yapıydı ve o güne kadar kimse böyle bir suçlamayla karşımıza gelmemişti. Koç Flowers, ayrımcılığın etkilerinden o kadar korkmuş olmalı ki evinden binlerce kilometre uzakta, basit bir oyuncu şımarıklığından bir ırkçılık sorunu görmeyi başarmıştı. Peki bu Kıbrıs’a kadar uzanan sorun ve futbol konusu nedir? Önce futbol ve Super Bowl konularına bir değinelim.

Amerikan Profesyonel Futbol Ligi’nde (National Football League), final karşılaşması (Super Bowl) elli beşinci defa gerçekleştirildi. Futbol, Amerikalıların deyimiyle football, Amerikan kültüründe önemli yer işgal eden bir spor dalı. Öyle ki Amerikan tarihinde en çok izlenen canlı yayınlara bakıldığında futbolun Amerikan popüler kültüründeki önemi anlaşılıyor, Super Bowl’u geçebilen tek yayın Apollo 11’in Ay yüzeyini inişi. Kısacası, ne basketbol, ne buz hokeyi, ne de baseball, Amerika’da kitleler üzerinde en etkili sporun ve spor faaliyetinin, futbol olduğunu söylemek yanlış olmaz. Zira altı yaşından, kırklı yaşlara kadar insanların oynadığı, milyonların dolaylı yoldan katıldığı, Eisenhower ve Kennedy gibi başkanların forma giydiği bir spor futbol.

Amerika Birleşik Devletleri'nde, uzun yıllardır oynanan futbol, tarihsel olarak 1820’lere ve Ivy League okullarına (ilk olarak Princeton), köken olarak İngiliz ragbiye dayandırılsa da zaman içerisinde, hem toplumun pek çok kesimine yayıldı, hem de ayrı bir spor dalı olarak rüştünü ispatladı. Futbolun, profesyonel olarak en ciddi atılımını 1960’larda yaptığını söylemek yanlış olmaz. Daha önceleri iki büyük lig, American Football League ve National Football League, halinde yürütülen profesyonel futbol, 1966 yılında bir yapı altında birleştirildi ve bugün bildiğimiz National Football League ortaya çıkarıldı. Ancak bu iki büyük lig, American Football Conference ve National Football Conference adlarını alarak iki konferansa dönüştü ve varlıklarını federatif bir yapı olan National Football League’in altında korumaya devam ettiler. İşte Super Bowl, sezon öncesi, sezon ve playoff maçları sonrasında belirlenen bu iki konferansın şampiyonlarının, karşı karşıya geldiği maç. Bu maçın galibi dünya şampiyonu olarak ilan ediliyor.

Her zaman olduğu gibi dünya Amerika Birleşik Devletleri’nden ibaret Amerikalılar için. Peki futbol nedir? Futbola pek çok farklı tanım yapılabilir. Ben, futbolun bir savaş simülasyonu olduğunu, her sene farklı atletik kabiliyet ve zeka seviyesindeki milyonlarca Amerikalının takım halinde, bir amaç çerçevesinde, sert fiziksel ve zihinsel faaliyette bulunarak eğitildiğini düşünüyorum. Profesyonel spor dışında da futbolun toplumsal etkisi çok yaygın. Futbol sadece sahadaki oyunculardan oluşmuyor. Zira sahada bir ekip varken saha dışında da çok sayıda oyuncu var, çünkü futbol hücum, defans ve özel takımların olduğu, çok katmanlı bir oyun. Bunun yanında, saha kenarında sayıları ihtiyaca göre değişmekle beraber, koçların oluşturduğu kalabalık bir diğer takım, takımların sahadaki ihtiyaçlarını karşılayan destek ekipleri, yine bir spor dalı olarak kabul edilen amigo takımları, takımların maddi destekçileri, aileler ve yaşanan kasaba, kent veya şehirdeki taraftarları ile tam bir topyekün savaş görüntüsü veriyor. Oyuncular okullarının veya yaşadıkları yerin koruyucuları bir anlamda. Öyle bir sahiplenme söz konusu ki küçük yerlerde bir lise maçı işletmelerin kapanıp insanların stadı doldurduğu bir toplumsal olaya dönüşüyor. Bence bu hissiyatı oldukça iyi ortaya koyan ve Amerika’da küçük bir kentin lise takımının gerçek hikayesini anlatan Friday Night Lights filmini izlemek lazım. Büyük üniversite takımlarını takip edenler bu asker ve spor ilişkisini daha net tespit edebilirler. Zaman zaman oyuncuların askeri tesislerde antrenman yaptığını, askeri personelin antrenmanlara ve maçlara katıldığını görmek mümkün. 2007 sezon öncesi kampında Georgia Tech sahasına bir AH 64 saldırı helikopteri indirdiklerini izlemiştim. Bu nedenle Super Bowl öncesi savaş uçaklarının veya helikopterlerinin yaptığı geçiş, askerlerin ve diğer acil servis çalışanlarının yer aldığı bayrak seremonisi sizleri de şaşırtmamalı. Zira bu militarist damar hiç saklanmıyor zaten.

İşin profesyonel tarafında, yöneticiler, menajerler, takım sahipleri, spor merkezleri, reklamcılar, televizyonlar ve tüm sahne sanatları yer alıyor. Futbol bu yanıyla ciddi bir endüstri. Takip edenler hemen pek çok profesyonel atletin (Amerika Birleşik Devletleri’nde sporcular atlet olarak tanımlanır) Afrika kökenli Amerikalı olduğunu görebilirler. National Football League oyuncularının yaklaşık 70%’i Afrika kökenli Amerikalılardan oluşuyor. Ancak bu durum yönetim ve ofiste tamamen tersine ve hatta daha da dengesiz bir duruma dönüşüyor. Kimileri bu durumu, atletik kabiliyetleri yüksek olan Afrika kökenli Amerikalılardan sahada faydalanan şirketlerin, onların zekalarını göz ardı ettikleri biçiminde yorumluyor. Hatta bunu sistemli ırk ayrımcılığının bir parçası olarak görenler de var. Buradan bakıldığında Amerika Birleşik Devletleri nüfusunun ciddi bir bölümünün Afrika kökenli Amerikalı olduğunu düşünebilirsiniz. Ancak gerçek pek öyle değil, rakamlar 13% civarında. Beyaz Amerikalıların kendilerine yeterince şans verilmediği için sporda eşit olmayan biçimde temsil edildiklerine ilişkin bir isyan henüz duyulmadı. Ancak saha faaliyeti, rekabetin herkes tarafından daha ölçülebilir olduğu bir alan olduğundan ve sonuçta National Football League profesyonel bir iş ve takımların temel amacı kar etmek olduğundan, sanırım bu tür bir isyanı görmek kolay değil. Diğer taraftan yönetim ve ofis işlerinde, rekabetin nesnel şartlarının sağlanmadığına ilişkin olarak bir itiraz söz konusu. Bu da National Football League‘de yaşanan tartışmaları spordan öteye, bir sistem tartışmasına götürüyor. Bu ikilem, futbolun her seviyesinde bulunuyor.

Neden çoğu oyun kurucu beyaz? Neden koşucular siyah? Neden koçlar beyaz? Takım sahibi siyah neden yok? Bu tür pek çok ötekini işaret eden tartışmalar, bitmez tükenmez biçimde devam ediyor. İki kesimde de bir arada iş yapan ve bu tartışmaların uzağında ciddi bir grup bulunuyor. Zira futbolun doğası bu ayrımları kabul etmemekte, bilakis birlikte iş yapabilen takım başarıya ulaşıyor. Tersi gerçekten zor, yine sinemadan örnek vermek gerekirse, profesyonel futbol içindeki konuları en iyi anlatan film, Oliver Stone’un yönettiği, Al Pacino ve Cameron Diaz gibi dev oyuncuların rol aldığı, Any Given Sunday. Bir göz atmanızı öneririm. Aslında bu bugünün konusu değil, on yıllardır bu tartışma var. Belki bu bir yaşam tarzı meselesi, bir tarafta kilise, topluluk, Hristiyan rock, diğer tarafta çete, mahalle, rap, sahiller ve iç bölgeler, şehirler ve kasabalar, kent ve taşra, Demokratlar ve Cumhuriyetçiler. Futbolun, National Guard mantalitesinin, Pop Warner’dan (Altı yaş futbol etkinliği), Koleji (Amerika Birleşik Devletleri’nde üniversite kolej olarak adlandırılır) bitirene kadar insanlara aşılanması olduğunu düşünen birisi olarak, bu biçimde zorunlu askerliğin pek çok öğesinin, daha az masraflı ve etkin biçimde kitlelere ulaştırıldığını düşünürüm. Zira National Football League’in gelişimi ve Amerika Birleşik Devletleri’nde askerliğin profesyonellik esasına geçişi arasında bir bağ var mıdır diye hep merak etmişimdir.

Daha önce de söylediğim gibi futbol bir savaş simülasyonu, Super Bowl’daki rakamların Romen sayıları ile yazılıyor olmasını da bu çerçevede değerlendiriyorum. Zira yapılan şey savaş, oyuncular gladyatörler ve saha bir arena. Acaba kitlelerin yönetimi açısından futbol da Roma’daki gladyatörlerin işlevini mi görüyor?

Gelelim Super Bowl LV’e. Maçın kendisinin ne olduğunu size uzun uzadıya anlatmayacağım ama ilk defa bir ev sahibi şehrin takımı (Super Bowl her sene başka bir şehirde oynanıyor), Super Bowl maçına çıkmaya hak kazandı ve şampiyon oldu. Bunun yanında eski New England Patriots oyun kurucusu Tom Brady, yanına bir iki arkadaşını da alarak gittiği Tampa Bay Buccaneers’ta yedinci defa şampiyonluğu kazandı ve bir rekor kırmış oldu. Ancak sporcu yanım bunları takip ederken, sosyal bilimci olarak benim dikkatimi başka şeyler çekti. Super Bowl bu sene bana başlıkta yazdığım cümleyi hissettirdi, “ben eski ben değilim artık biz olmak istiyorum”. Belki de bu cümleyi devrik cümle olarak kurmak lazımdı, “ben artık eski ben değilim, ben olmak istiyor biz” gibi. Çünkü ortada olan şu, National Football League, bu ırk ayrımcılığı tartışmalarından artık bezmiş ve kırık dökük biçimde bu işten kurtulmaya çalışıyor. Super Bowl için ana temayı kapsayıcılık olarak belirlemişler sanırım. Biliyorum sadece National Football League değil, Amerika Birleşik Devletleri herşeyi ile bu konuyu geride bırakmaya çalışıyor. Ama bazen yapılanlar yeni ve daha tehlikeli bir şeyi ateşleyebilir mi? Reklamları (Super Bowl reklamları her geçen sene artan zaman fiyatları ile hep gündemdedir. İletişim okuyanlar bilir, Super Bowl eğitimlerde hep işaret edilen önemli bir medya olayıdır) izliyorum. İzleyenlerin gözüne sokulurcasına Afrika kökenli Amerikalı ve beyaz çiftler var, reklamlarda neredeyse tüm oyuncular Afrika kökenli Amerikalılar zaten. Ardından eskisi gibi değilim senfonisine içecekler katılıyor, içinde inek sütü olmayan süt, alkolsüz Bud ve bitmeyen bir doğal yaşam vurgusu. Bir ara National Football League’in “sistemli ırkçılıkla mücadele için 250 milyon dolar verdik” reklamı çıkıyor ve ben o sırada Colin Kaepernick’in başına gelenleri hatırlıyorum.

Çok değil kısa süre önce aynı National Football League, Trump yönetiminde hiç de bu kadar “duyarlı” değildi. Milli marş esnasında diz çöken oyuncular linç ediliyordu. Black Lives Matter, ligi teslim almışa benziyor. Çeşitlilik sadece ırklar arasında sağlanmaya çalışılmıyor elbette, işgücünde de çeşitlilik gözetilmiş. Kadınlar, ilk defa olmasa da koç olarak ve hakem olarak maçta görev yaptılar. Kadın hakem orada olmayı en çok hak eden hakemlerden biri olduğu için mi, yoksa bir de kadın hakem olmalı diye düşünüldüğü için mi görev almış emin değilim. Benzer bir gariplik milli marşta yaşandı. Daha önceleri siyah veya beyaz birileri çıkar söylerdi. Bu gözler, Whitney Houston’ı da izledi, Beyonce’yi de, Dixie Chicks’den de dinledim, Mariah Carey’den de. Ama bu sene dengeyi tutmak ve tepki almamak adına bir country sanatçısı olan Eric Church ve R&B sanatçısı Jazmine Sullivan’a düet yaptırıldı. Bu birleştirici bir yaklaşım mı yoksa ayrımları daha mı çok ortaya çıkarıyor emin değilim.

Son olarak futbolu bilen herkesin tartışmasız katılacağı o National Football League reklam videosu, “We need each other”. Kısacası, konuşan belki National Football League adına konuşuyor ama bende yankısı şu; ABD diyor ki “her renkten, dinden, politik görüşten insan, bir araya gelip takım halinde mücadele ediyor, futbol budur, bizi Amerika yapan budur”. Pardon ama Trump yönetimi sırasında dört Super Bowl oldu, o zaman bu çok duyarlı National Football League neredeydi acaba? Anlıyorum ve görüyorum, kral öldü yaşasın yeni kral ve yeni kralın yoğurt yemesi bunu gerektiriyor. Biraz öyle biraz böyle, şov devam etmeli.


* Bu yazı, ilk olarak Burak Korkmaz'ın Linkedln sayfasında yayımlanmıştır.