Cumhuriyet gazetesi muhabiri Ahmet Şık, 1 yıl önce bugün haberleri ve Twitter paylaşımları ile FETÖ ve PKK propagandası yaptığı iddiasıyla tutuklandı. 2011’de de Fethullahçı Terör Örgütü'nün (FETÖ) savcı ve hakimlerinin kumpasıyla Oda TV davası kapsamında 1 yıl cezaevinde kalmış, Nisan 2016’da bu davadan beraat etmişti. Şık’ın her iki davada yaptığı savunmaların benzerliği, siyasi iktidarların onu gazetecilik faaliyetleri nedeniyle “sanık” olarak gördüğünün kanıtı niteliğinde.
Şık, Cumhuriyet davasının son duruşmasında savunma hakkı gasp edilmeseydi şunu diyecekti:
“Temmuz ayında yapılan duruşmalar sırasında siz mahkeme başkanıyla aramızda, birbirimizi tanımadığımıza dair bir diyalog geçmişti. Bugünden geriye doğru baktığımızda, bu mahkeme salonunda hukukun nasıl katledildiğine yönelik ortaya konan performanstan sonra söylüyorum ki yanılmışım. Sizinle ve duruşma savcınız da dâhil olmak üzere heyetinizin tümüyle tanışıyoruz.Cemaat kumpasıyla, Ergekoncu suçlaması yöneltilerek açılan davanın yine bu salonda duruşmaları yapılan OdaTV yargılamaları sırasında da vardınız. O zaman adınız Mehmet Ekinci’ydi. Savcı Cihan Kansız’dı. Hâkimler; Hikmet Şen ve Seyfettin Mermerci’ydi.”
Cumhuriyet'te yer alan habere göre, Gazeteci Ahmet Şık, Fethullahçıların Emniyet yapılanmasını anlattığı “İmamın Ordusu” kitabı nedeniyle 3 Mart 2011’de OdaTV soruşturması kapsamında gözaltına alınarak tutuklanmıştı. Sonradan Fethullahçı yapının kumpası olarak belirtilen bu soruşturmada Şık’a Ergenekon üyeliği suçlaması yöneltilmişti. Firari savcı Cihan Kansız tarafından hazırlanan iddianamede Şık’ın kitap ile Ergenekon örgütünün amaç ve hedefleri doğrultusunda propaganda yaptığı iddia edilmişti. İddianamede, Cumhuriyet'i Ergenekon örgütünün kurdurduğu, kontrol altına alarak yönlendirdiği öne sürülmüştü. Temmuz 2016’daki darbe girişiminin 34 gün sonrasında gazetemiz hakkında başlatılan soruşturmada da haberlerimiz ve köşe yazılarımız gerekçe gösterilerek FETÖ ve PKK’ye yardım suçlaması yöneltildi. Soruşturma kapsamında delil olduğu belirtilen haberler arasında Ahmet Şık’ın haberleri ve röportajları da yer alıyordu. Büyük bir kısmını FETÖ üyeliği iddiasıyla sanık olan savcı Murat İnam’ın hazırladığı Cumhuriyet davası iddianamesinde, Şık’ın yaptığı haber ve röportajların “terör örgütlerinin amaçlarına hizmet ettiği” iddia ediliyordu.
Benzer iddianameler
Cumhuriyet davası iddianamesinde Şık’a yöneltilen suçlamalar OdaTV iddianamesinde yöneltilenlerle benzerlik taşıyordu. Dönemin önemli gündem maddeleriyle ilgili devlet kurumları ve yargı bağımsızlığına ilişkin haberlerle ilgili her iki iddianame de yöneltilen suçlamalarla ilgili aynı yolu kullanıyordu: “Anayasal kurumları hedef alıyor.”
Cumhuriyet iddianamesinden:
(MİT TIR’larına ilişkin Adana’daki soruşturmayı yürüten tutuklu savcı Özcan Şişman ile yaptığı röportaj ile ilgili)
“...MİT’i terör yapan veya terörü gerçekleştiren bir örgüt ya da örgütlerle işbirliği içinde olan illegal bir yapı gibi gösterdiği...”
Oda TV iddianamesinden:
(Gülencilerin emniyet yapılanması ile ilgili “İmamın Ordusu” kitabı ile ilgili)
“Kitap olarak yayımlanması planlanan örgütsel çalışmanın, Ergenekon davasının hukuki bir dava olmaktan öte siyasal bir dava olduğu, TSK ve Yüksek yargı başta olmak üzere Anayasal kurumların hedef alındığı tezleri işlenerek davanın kamuoyunda inanılırlığını ortadan kaldırmaya yönelik toplumu yanlış bilgilendirme yapılması amaçlanmıştır. Bu kitap çalışmasında; hukuki çerçevede ve bugüne kadar şüphelilerden ele geçirilen somut delillerle yürütülmekte olan Ergenekon soruşturması ve kovuşturmasının, Gülen cemaati tarafından yürütülen bir tertip ve düzmece olduğunun işlendiği, böylelikle soruşturmayı yürüten kurum ve çalışanlarına ağır iftiralarda bulunarak kamuoyundaki güvenilirliklerinin ortadan kaldırılmaya çalışıldığı ve nihai olarak davanın kıymetsizleştirilmesinin hedeflendiği anlaşılmıştır.”
Hep mesleği savundu
Şık’ın 2011 yılının sonlarında başlayan OdaTV davasında yaptığı savunma ile Cumhuriyet davasında engellenen beyanı arasında benzerlikler bulunuyor. Şık’ın her iki davanın duruşmalarında Roland Barthes’ten alıntılayarak söylediği “Faşizm susma değil söyleme mecburiyetidir.” sözleri siyasi iktidarların gazetecilik faaliyetleri nedeniyle kendisini hedef aldığını ortaya koyuyor.
Oda TV savunmasından:
“...Dördüncü maddeye göre ‘yandaş medya’ demek ve böyle bir medya olduğunu ifade etmek Ergenekon üyesi olmak için yeterli. Ayrıca ‘uzun tutukluluk’ gibi insan hakları ihlallerinden bahsetmek de kişiyi zanlı yapabiliyor. Beşinci maddeye göre yazdıklarınız Ergenekon davasının sanıklarının savunmalarıyla bir kez hemfikir olursa suçlanabilirsiniz. Altıncısı ise Ergenekon operasyonunu yapan savcı ve polislerin, yanlış ve hukuksuz icraatlarını eleştirmek Ulusal Medya 2010 belgesi sayesinde artık yasak."
Engellenen beyanından:
"Şimdi kumpas olduğu kabul edilen, ancak AKP’nin ele geçirdiği gücün zulmüyle suç ortaklığını örtbas edip, tüm yükünü Gülen Cemaatinin sırtına yüklediği soruşturma / davalar zinciri de bu dizaynda önemli bir rol üstlendi. Çünkü günümüzde düşman ilan edilenlerin ‘FETÖ’CÜ’ denilerek kolaylıkla etkisiz hale getirilmeye çalışıldığı gibi, o dönemde de kullanışlı sözcük ‘Ergenekoncu’ idi. Hedef alınanlar tutuklanmıyorsa bile medyanın tetikçilik yaptığı itibar suikastlarıyla susturulmak isteniyordu"
OdaTV savunmasından:
“Aslında siz de biliyorsunuz; adaletten hukuktan yoksun, sahte ve düzmece belgelerle yürüyen bu dava da sahtedir, göstermeliktir, geçersizdir. Hukuki bir yargılama değildir. Aksine politik bir yargılamadır. Ve eğer beni mahkûm edemezseniz bu komployu düzenleyenlerin, gerçek suçluların peşine düşmeniz ve onları mahkûm etmeniz gerekir. Yapmanız gereken beni yargılamak değil, bu pervasız komplonun kimler tarafından kurgulandığını ortaya çıkarmaktır. Sizler de biliyorsunuz ki hakkımdaki iddiaların tümü yalandır. Özgürlüklerle birlikte hukukun da yok edildiği, yasaların iğdiş edilip tanınmaz hale getirildiği baskı rejimlerinde, diktatörlüklerde hep böyle senaryolar üretilir. Oraların zalimleri de sahibinin sesi medyasıyla ‘onlar terörist’ der. Oraların haktan, hukuktan, adaletten nasibini almamış taraflı-bağımlı memurları da benim gibi ‘teröristleri’ tutuklar. Oralardaki kimi medyacılar da polis, savcı, yargıç olup cellat kılığına girer. Yakalar, suçlar, hüküm verir ve infaz eder.”
Engellenen beyanından:
“Ardında siyasi iktidarın olduğu bu operasyon ilk günden bu yana, hukuka değil emirlere riayet eden kimi yargı mensupları ve bir siyasi çeteye biat etmiş medya tarafından yürütüldü. Adına iddianame dediğiniz paçavraya delil diye konulmak istenen yalanlar, operasyondan haftalar önce kimi tetikçilere dikte ettirildi. Resmi yalanlara dönüşecek suçlamalar, 31 Ekim 2016 gününden başlayarak önce sosyal medyadan, ardından mafya medyasının internet siteleri, gazeteleri ve televizyonlarından yaygınlaştırıldı.”
Tarih karşısında aklandı
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Şık’ın OdaTV davasındaki tutuklama nedeniyle yaptığı bireysel başvuruda Türkiye’yi mahkûm etti. Şık’ın halen sürmekte olan tutukluluğuna ilişkin başvurusunda ise karar bekleniyor. Şık, ilk başvurusunda olduğu gibi kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile ifade özgürlüğü hakkının ihlal edildiğinin tespitini talep etti. Şık’ın 1 yıl tutuklu kaldığı OdaTV soruşturması ve yargılamasında görev alan hâkim ve savcıların tamamı ve Emniyet yetkililerinin birçoğu ihraç edildi, tutuklandı veya firar etti. “Bu komployu kuranlar cezaevine girecek” diyen Şık, bu nedenle hakkında açılan davadan da geçen kasım ayında beraat etti.
Oda TV savunmasından:
"Bu davayla da tarih bir kez daha devrildiği halde hiç değişmeden kalan bir iktidarın öyküsünü anlatıyor. Eskisini, kendinden öncekini alaşağı eden her gücün, içinde devirdiğinin kötü tohumlarını barındırdığını yine kanıtlıyor. Girdiği kabın şeklini almakta pek bir mahir olan medya eliyle, psikolojik harp teknikleri hayata geçirilip demokratik muhalefet etkisizleştiriliyor. Polis ve yargı eliyle de muhalif olanlar kanun kılıflı hukuksuzluklarla cezaevlerine atılıyor. Yani adına Ergenekon denilerek soruşturulduğu iddia edilen derin devlet yöntemleri hâlâ tedavülde. Sadece sahipleri değişti o kadar. Ama bilmelisiniz ki ben ve benim gibi düşünenler, yani sahibinin değil aklının ve vicdanının sesine kulak verenler, tıpkı öncekine olduğu gibi aynı yöntemleri kullanan bu yeni Ergenekon’a da karşı olmaya devam edecek. Bu yüzden herkesin bildiğini bir kez daha tekrarlamakta fayda var. Tarihte hesabı sorulmamış hiçbir suç kalmamıştır. Bu kez de kalmayacak. Tarih, her şeyi ve herkesi hak ettiği yere koyacak. Kimimizi yazdıkları ve söyledikleriyle, kimimizi de verdikleri kararlarıyla.”
Engellenen beyanından:
“İlk günden bu yana alnımız açık, yüzümüz aydınlık, dimdik karşınızda duran biz, meslek etiğine sıkı sıkıya bağlı gazeteciler olarak tarih karşısında aklandık. Ancak tarihin sizler hakkında vereceği hüküm için iyimser tahminlerde bulunmak mümkün değil. Her birimizi, önceden ve başka bir yerde belirlenmiş olan cezalara hükmedeceğinizden hiç şüphem yok. Ama bilin ki; bir hiyerarşinin kanatları altında verilen talimatların uygulayıcısı olmak, sizleri asla sorumluluktan kurtarmayacak.”