Star yazarı Ahmet Kekeç, ABD ile vize krizi ile ilgili olarak, CHP Genel Başkan Yardımcısı Öztürk Yılmaz'ın “Amerika tüm Türkleri değil, AK Partilileri cezalandırsın” sözlerine tepki gösterdi. Kekeç, "‘Sadece AK Partililer cezalandırılsın’ diyen moron kafa!" dedi.
Kekeç'in "Sadece AK Partililer cezalandırılsın’ diyen moron kafa!" başlığıyla (11 Ekim 2017) yayımlanan yazısı şöyle:
Ne yapsak da, sadece AK Partilileri cezalandıracak bir mekanizma geliştirsek?
CHP’nin Konsolosluktan dönme milletvekili Öztürk Yılmaz bu fikriyatı seslendiren ilk Türk siyasetçisi oldu...
Hani, Musul Başkonsolosumuz olan Öztürk Yılmaz... Refakatindekilerle birlikte DEAŞ tarafından rehin alınan, kurtarıldıktan sonra da “alnı öpülesi” bir diplomat olarak dönemin Başbakanı tarafından karşılanan Öztürk Yılmaz.
O Öztürk Yılmaz işte...
Kendisi şu an CHP milletvekili...
Liderine yakışır bir milletvekili olarak, arada sırada televizyon programlarına çıkıp abukluyor.
Buyurmuş ki Öztürk Yılmaz: “Amerika tüm Türkleri değil, AK Partilileri cezalandırsın.”
Böylesi yüzyılda bir gelir herhalde...
Kötü bir Jöntürk teslimiyetçiliğinden daha kötü bir teslimiyetçilik... “Biz sizdeniz... Biz o kara kafalı Türklere benzemeyiz... Temellük ettiğimiz ahlakla, yaşam biçimimizle, değer tercihlerimizle sizdeniz ve hafsalanızın alamayacağı ileri bir telakkiye sahibiz” diyen bir teslimiyetçilik.
Cemil Meriçbu gibi durumlar için ne söylerdi?
Hatırlatıp da tadını kaçırmayalım bu Konsolosluktan dönme milletvekilinin.
Kemal Tahir, “Batı’yla namusta anlaşmak”derdi.
Daha ağırını bulamadım.
Esasında ne söyleseniz boş... “Büyük müttefik”in (öyle ya, onlar büyük müttefik demeyi tercih ederler) vize restini, “kolektif cezalandırma” yöntemiyle aşmayı teklif eden bu ileri telakkiye ne söylenebilir ki?
Dikkatinizi çekerim: Vize başvurularının bir süreliğine askıya alınması değil; bu “tedbir”in sadece AK Partililer için uygulanması kolektif cezalandırmadır.
Müttefikimiz, darbede suçüstü yakalanmanın telaşıyla, çare olarak vize başvurularının askıya alınması gibi ağır sayılabilecek bir tedbire başvurdu ve olayları daha fazla kurcalamamamızı istedi.
Düşünmemiz için “kendince” bize süre tanıdı.
Ben Öztürk Yılmaz’ın yerinde olsam, “Biz yapmadık, AK Partililer yaptı” türünden ucuz jurnal yöntemlerini bırakır, büyük müttefiki çıldırma noktasına getiren olaylarla ilgi tecessüs geliştirirdim.
En azından neden böyle olduğunu sorardım ve bunun sebebini, cari “kötü yönetim”de değil (öyle ya, memleketin kötü yönetildiğini söylüyorlar), muhataplarımızda (yani muhataplarımızın ilişki biçiminde) arardım.
Değil midir?
DEAŞ’ın saldırısından kıl payı kurtulmuş Öztürk Yılmaz’a göre, DEAŞ büyük müttefikin Irak sosyolojisine çaktığı “kurgulu” bir terör örgütü değil midir?
Neredeyse terör örgütlerinin tümü (DEAŞ’ından PYD’sine, PKK’sından FETÖ’süne), bizzat büyük müttefik tarafından sevk ve idare edilmemekte midir?
Biz niçin Fetullah Gülen’i besleyen, kollayan ve darbeye memur kılan devlet aklıyla ilgili Öztürk Yılmaz’dan bir eleştiri cümlesi duymadık, duymuyoruz?
Mahut kriz kolektif cezalandırma yöntemiyle aşıldığında (yani sadece AK Partilileri cezalandıracak bir mekanizma icat edildiğinde), bize “kriz” olarak dönen problemler tümüyle ortadan kalkacak mıdır? Büyük müttefik iltisaklarından ve terör destekçiliğinden vazgeçecek midir?
Belki duymamıştır. Hatırlatayım sevabına:
15 Temmuz, bir CIA-FETÖ ortak yapımıydı.
Metin Topuztutuklanınca, bütün “bağlantılar” ortaya çıkarıldı.
Büyük müttefikin öfkesi buna...
Mesele AK Parti meselesi değil, Türkiye meselesi...
Bu haksız ve orantısız öfkeye (tepkiye) karşı ülkenizin yanında duracak mısınız, durmayacak mısınız?
Mesele bu!