Star Başyazarı Ahmet Taşgetiren, "Tayyip Erdoğan’ın yola çıkarkenki, sonra Başbakanlığının önemli bir dönemindeki sözlerinin Kürt halkındaki karşılığı ile bugün Devletin en tepesindeykenki sözlerinin karşılığı aynı mı?" diye sordu. Taşgetiren, "Doğu ve Batı'yı birlikte kuşatacak bir 'dil özeninin gerektiğini' söyledi.
"Terör örgütünün yığınak yaptığı yerleşim yerlerinde terörle mücadele eden güvenlik elemanlarımız canlarını ortaya koyuyor ve hiç şüphesiz morale ihtiyaçları var" diyen Taşgetiren, "Bu moral çerçevesinde Mehter Marşının da, Tekbir’in de, Bayrağın da özel bir duygu kaynağı olduğu kuşkusuzdur. Ama tüm bunların, diyelim Çanakkale’deki ya da Kıbrıs’taki anlamıyla Sur’daki, Yüksekova’daki anlamı birbiriyle aynı olmuyor" ifadesini kullandı.
Ahmet Taşgetiren'in, "Şu soruların cevabı çok önemli" başlığıyla yayımlanan (10 Haziran 2016) yazısı şöyle:
Birkaç soru soracağım. Bunların cevabının niteliği bence çok önemli: - Acaba Doğu - Güneydoğu’da yaşayanlar, Kürt halkı, Cizre, Sur, Silopi, Nusaybin, Lice, Yüksekova’da terörle mücadele çerçevesinde harabeye dönen yerleşim yerlerinin sorumluluğunu kime yüklüyor?
- Acaba Kürt halkı, terörle mücadelenin mehter marşları ile başlamasını, bittiğinde tekbirler arasında komando yemini yapılmasını, terörden temizlendikten sonra harabeye dönmüş binaların üzerine Türk Bayrağı asılmasını nasıl değerlendiriyor?
- Halkın özyönetim ilanına, sokaklarda hendek kazılmasına ve barikat yapılmasına, oralara silahlı militanların yerleşmesine destek vermediğini anlayabiliyoruz. Ancak bölgede, silahlı yığınağın boyutları sebebiyle bugüne kadar benzeri görülmeyen bir “terörle mücadele” şekli sergilendiği, bu sebeple insanların evlerini terk ettiği, geri döndüğünde de ev yerine bir harabe ile karşılaştığı durum söz konusu. Acaba halk, bu sonucu da terör örgütünün vebali olarak görüp “Lanet olsun” diyor mu, yoksa devleti de sorumlu tutuyor mu?
-”Türk kamuoyu” mu demem lazım “Batı bölgelerimiz” mi, bilmiyorum ama ülkemizin, insanlarımızın bir bölümünde bütün bunlardan “Terör örgütü”nün sorumlu tutulduğu söylenebilir. Ama acaba “Doğu - Güneydoğu”da, ya da söylemek doğru ise “Kürt kamuoyu”nda, örgütle devlet arasında sorumluluk nasıl paylaştırılıyor?
- Terör örgütü ile kök-uzantı alakası bulunan siyasi yapının, içerde - dışarda, deprem sonrası görüntülerden devleti sorumlu tutan bir propaganda yürüttüğü biliniyor. Bunun dışarda alıcıları var, hem sanıyorum, bizim resmi söylemimizden daha çok alıcıları var. Acaba içerde 7 Haziran’da ulaştığı oy zemininin ne kadarı bundan etkileniyor? Bu etki azaldı mı, ne kadar azaldı?
Ak Parti iktidara gelesiye kadar devletin terörle mücadelesinde yaşadığı zorluk, ülkenin Doğusuna - Batısına aynı anda mesaj verebilmekte toplanıyordu. Dağlara “Ne mutlu Türküm diyene” yazılıyordu, bu, bölge insanında “Devlet tahakkümü”nün göstergesi gibi algılanıyordu. Diyarbakır Cezaevi’nde insanlara günde 50 kere İstiklal Marşı okutuluyordu, bu da karşıt bir istiklal aşkını
körüklüyordu.
Ak Parti liderliğinin, özellikle Tayyip Erdoğan’ın farkı, ülkenin doğusuna - batısına aynı söylemle hitap edebilmesinde ve Türklerde - Kürtlerde benzer karşılığı oluşturabilmesinde ortaya çıkmıştı. Oradan da çözüm süreci, milli birlik ve kardeşlik projesi vs gibi süreçlerle terörün yaşattığı kan kaybından kurtulma imkanına gelinmişti.
Diyelim bize bir “Üst akıl operasyonu” uygulandı, terör örgütü ve siyasi uzantısı bu oyunun aktörlüğüne soyundu, yerleşim yerleri -Devlet nasıl göremediyse- bir iç savaş projesine göre silah ve bombalarla tahkim edildi ve bir yıldan bu yana yaşananlar yaşandı. 500’ü aşkın şehit, 10 bin civarında örgüt zayiatı. Türkiye bu operasyona boyun eğmez, bu belayı savuşturur. Bunda kuşku yok. Ancak, şöyle bir kaygı yabana atılır gibi değil:
- Türkiye’nin Doğusuna - Batısına, ülke insanının Türküne - Kürdüne aynı anda söz söyleyebilme imkanı bir kere daha zora giriyor mu? Tayyip Erdoğan’ın yola çıkarkenki, sonra Başbakanlığının önemli bir dönemindeki sözlerinin Kürt halkındaki karşılığı ile bugün Devletin en tepesindeykenki sözlerinin karşılığı aynı mı?
Terör örgütünün yığınak yaptığı yerleşim yerlerinde terörle mücadele eden güvenlik elemanlarımız canlarını ortaya koyuyor ve hiç şüphesiz morale ihtiyaçları var. Bu moral çerçevesinde Mehter Marşının da, Tekbir’in de, Bayrağın da özel bir duygu kaynağı olduğu kuşkusuzdur. Ama tüm bunların, diyelim Çanakkale’deki ya da Kıbrıs’taki anlamıyla Sur’daki, Yüksekova’daki anlamı birbiriyle aynı olmuyor.
Terör örgütünün “Türkiye insanları”ndan bir kısmının yüreğini çalmaya çalıştığı ve bunun uluslararası kimi projelerle bağlantılı olduğu bir durumu yaşıyoruz. “Hamaset”le yaklaşılacak durumdan öte bir şey bu.
Son söz: Sur’un, Silopi’nin, Nusaybin’in vs’nin yeniden inşası, ihyası olayını bir an önce gerçekleştirmek ve Doğu’yu - Batı’yı birlikte kuşatacak bir “Dil özeni”ni yeniden hayata geçirmek gerekiyor.