Gündem

SP Genel Başkanı 'AKP'ye oyları ödünç verdik'

Referandumu siyasetçilere ve kanaat önderlerine soruldu...

21 Eylül 2010 03:00

T24 - Referandum sonuçlarını nasıl okumalıyız? Referandumdan kaç sonuç çıktı? Türkiye gerçekten üçe bölündü mü sizce? Referandumu siyasetçilere ve kanaat önderlerine soruldu ve şu yanıtlar alındı:

 

TARHAN ERDEM (KONDA Araştırma şirketinin sahibi)

Sonuca parti eğilimleri tablosu gibi bakılmamalıdır. “Evet”i savunanlar kazanmış, “hayır”ı savunanlar kaybetmiştir. Ben bu sonucun mutluluk getireceğine inanıyorum, toplumumuzu derin ve kalıcı biçimde etkileyeceğini sanmıyorum...

Referandum sonucunu Milliyet’e değerlendiren KONDA Araştırma şirketinin sahibi, gazeteci-yazar Tarhan Erdem, “hayır”ı savunan MHP’nin, “evet tarafına önemli miktarda oy kazandırdığını, CHP’nin oy kazandığının ya da kaybettiğinin açık olmadığını söyledi. “Ak Parti geçen yıl yerel seçimlerdeki oyunu arttırmıştır. Bölünme de, büyük parti kavramının öldüğü de, Ak Parti’nin oylarının değişmeyeceği de gerçek değildir” diyen Erdem şu değerlendirmeyi yaptı:


Mutluluk getirecek

Halkoylaması sonucu şudur: 5982 sayılı “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” Yüksek Seçim Kurulu’nun 13.05.2010 tarihli kararına göre halkoyuna sunulmuş ve 15 milyon 856 bin 440 “hayır” oyuna karşı, 21 milyon 787 bin 606 “evet” oyu ile kabul edilmiştir. “Evet”i savunanlar kazanmış, “hayır”ı savunanlar kaybetmiştir.
Ben bu sonucun halkımıza mutluluk getireceğine inanıyorum; halkımızın gösterdiği olgunluktan kıvanç duyuyorum.  

Oylama günü akşam saatlerinden beri konuştuğumuz sonucun, toplumumuzu derin ve kalıcı biçimde etkileyeceğini sanmıyorum. Ancak, önyargılarımızı saklı tutarak incelemezsek sonuçların, halkımızın karakteri ve eğilimleri hakkında düşünce ve tanılarımızı düzeltmemize yardımcı olacağına inanıyorum. Sonuçlara, parti eğilimleri tablosu gibi bakılmamalıdır. Bu sayılardan, halkın son günlerdeki oy eğilimleri hakkında kesin oranlara varılamaz; parti oylarının hangi sınırlar içinde bulunduğu söylenebilir.


MHP oy kazandırdı

“Hayır”ı savunan MHP, “evet” tarafına önemli miktarda oy kazandırmıştır; CHP’nin oy kazandığı ya da kaybettiği açık değildir, ağustos sonu oyunu (yüzde 25 çevresinde) korumaktadır. Ak Parti geçen yıl yerel seçimlerdeki oyunu arttırmıştır. Diğer bir konu da halkoyu gecesi televizyonlarda görünen Türkiye haritasının renk dağılımıyla ilgili yorumlardır. 

Söylenen şudur: “İleri, kalkınmış, modern yerlerde yaşayanlar Ak Parti’ye karşıdırlar; bu tablo değişmeyecektir, zaten büyük parti kavramı ölmüştür, bu parçalanma devam edecektir, siyasal partiler de buna uygun olarak büyümeyeceklerdir!” 


Oylar değişmez değil

Bu görüşler yanlıştır; bölünme de, büyük parti kavramının öldüğü de, Ak Partinin oylarının değişmeyeceği de, gerçek değildir. Halkoylamasında farklı oy verenler birbirine karşı ve zıt insanlar değildir. Güneydoğuyu hariç tutup kalan 744 ilçe sonuçlarını karşılaştıralım: 

“Hayır”ı savunan başlıca üç parti vardı: CHP, MHP ve DP. Bunları 2009 seçimlerinde aldıkları oylarla halkoylamasındaki hayır oyu oranlarından bazı sonuçlar çıkarabiliriz.
Eğer “hayır” oyu oranı, bu üç partinin 2009 oranından daha çoksa bu üç parti ilerlemiş, az ise gerilemiş demektir.

Bu üç parti, seçmen sayısı 13 milyon 600 bin olan 390 ilçede gerilemiş, 7 milyon 900 bin seçmenli 127 ilçede ilerlemiş, geri kalan 227 ilçede hemen hemen aynı kalmıştır. 


3 muhalif parti geriledi

Bunun özeti, üç muhalif partinin genel olarak gerilediğidir. Ege ve Akdeniz bölgelerinde de bu üç partinin ilerlediği ilçeler gibi gerilediği ilçeler de vardır. Ege’de 2009’daki oy oranı yüzde 56,2 olan üç partinin (CHP, MHP ve DP), son halkoylamasında aldığı Hayır oyları oranı yüzde 56.0‘dır.
Diğer taraftan, CHP’nin ne yapacağı çok önemlidir. Halkoylamasına kadar olduğu gibi eski politikaları ve siyaset tarzını tamamen terk etmezse, oy oranı bugünkü düzeyinde (yüzde 25’ler) kalır. Politikalarıyla söylem tarz ve içeriğini tamamen değiştirir, kurulu düzene karşı ve insan haklarından yana politikalar oluşturursa,  yükselme ve Ak Partiyle yarış yolu açılır. Herkesin, her şeyi yeniden gözden geçirmesini öneriyorum.


ABDÜLLATİF ŞENER (Türkiye Partisi Genel Başkanı)

Değişim talebi kabul gördü 
 
“Evet” ve “hayır” oylarını kampanya yürüten partilerden birine mal ederek değerlendirmek son derece de yanlıştır. Bu bir anayasa değişikliği olarak görülmeli. Ben değişim talebinin kabul gördüğünü düşünüyorum.

Türkiye Partisi Genel Başkanı Abdüllatif Şener, referandumda vatandaşın değişimi tercih ettiğini belirterek, “Referandumdan farklı bir sonuç asla çıkmazdı. Muhalefet 3-0 geride başladı” dedi.
Şener referanduma ilişkin Milliyet’in “Referandum sonuçlarını nasıl okumalıyız? Referandumdan kaç sonuç çıktı? Türkiye gerçekten 3’e bölündü mü sizce?” sorularına şu yanıtları verdi:  


İKTİDARIN OYU DEĞİL

Referandumdaki “evet” oyları iktidar partisinin, “hayır” oyları da ana muhalefet partisinin oyları değildir. Dolayısıyla bu “evet” ve “hayır”ları kampanya yürüten partilerden birine mal ederek değerlendirmek son derece de yanlıştır. Çok farklı nedenlerle ve gerekçelerle de “evet” veya “hayır” oyu veren vardır. 

Bunu bir anayasa değişikliği olarak görmek gerekir. Ben değişim talebinin kabul gördüğünü düşünüyorum. Yani seçmen değişime evet demiştir. Bu değişim yeterli bir değişim olmayabilir. Ama fark etmez, statükoyu, mevcudu korumayı onaylamamıştır. Hiç bir seçimde, halk oylamasında vatandaş statükoya oy vermez hep değişimi tercih eder. 


3-0 GERİDEN

Kampanya yürüten partiler, iktidarla hesaplaşacak zeminini yanlış seçmişlerdir. 

Bu anayasa paketi iktidarla hesaplaşmanın zemini değildi, olamazdı. Ama buna rağmen bunu iktidarla hesaplaşmanın fırsatı olarak değerlendirmişlerdir. Ve onun üzerinden kampanyalarını sürdürdüler. Ama 3-0 geride başladıklarının farkına varmamışlardır.
Ben bu sonucu doğal bir sonuç olarak değerlendiriyorum. Farklı bir sonuç asla çıkmazdı zaten. 


KİM YAPSA OLURDU

“Hangi iktidar anayasa değişikliği yapsa aynı sonuç çıkardı” yorumlarına katılıyorum. Bu maddelerden hiç birisinin tenkit edilecek bir tarafı yoktur. Hangi maddeyi kimin neden tenkit ettiğini ben anlayabilmiş değilim. Üstelikte tam kampanyanın ortasında Anayasa Mahkemesi’nin gerekçeli kararı yayınlandı. 

Hayır kampanyası yapanların elindeki en büyük koz Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla ortadan kalkmış oldu. 


TEDİRGİN İZLİYORLAR 

Çıkan sonuçlardan birincisi değişimin cazibesi olduğu için halk değişimden yana olduğunu gösterdi. Bununla birlikte ben hâlâ iktidara vatandaşın ihtiyatla baktığını düşünüyorum. Hatta önemli bir seçmen kitlesi iktidarı tedirgin bir şekilde izlemektedir. İktidarın da muhalefetin de alacağı dersler var. 


BAŞBAKAN BÖLDÜ

Şu anda Başbakan’ın siyaset yöntemi bölmeye yöneliktir, seçmeni ayrıştırmaya yöneliktir. Onun için kavgacı bir siyaset üslubu benimsemektedir. Başbakan açısından sonuç almak değil bir şey üzerinden kavga yapmak önemlidir.

Kavramlar üzerinden kavga yaparak, vatandaşı ayrıştırarak kendi oy tabanını pekiştirmek önemlidir. CHP ve MHP’de aynı yöntemi benimsedi. Dolayısıyla bu anayasa oylaması bölünmeyi ortaya getiren, bölünmüşlüğü sağlayan bir ana neden değildir.
Bölünmeyi, ayrışmayı sağlayan şu anki iktidar ve muhalefet partilerinin kendileridir. 


KİN VE NEFRET

Bakın AKP, CHP, MHP ve BDP seçmeni sürekli uçlara doğru çekmeye çalışmaktadırlar. Sürekli vatandaşların gönlüne rakipleri hakkında kin ve nefret duygusu ekmeye çaba harcamaktadırlar. Halkı bölmeye yönelik bir siyaset biçimi benimsemişlerdir. 

Vatandaşı bölerek, parçalayarak ağzı alınmayacak sözlerle bu referandum yürütüldü. Bu referandum bu nedenle ülkeye zarar vermiştir. Bölünmüşlük referandum sonucu değil, Meclis’te grubu bulunan siyasi partilerin siyaset biçimlerinin sonucudur.


HÜSAMETTİN CİNDORUK (Demokrat Parti Genel Başkanı)

Ayrılık coğrafyası oluştu

Referandum yerleşmiş demokrasilerde kullanılmaz. Bizim, parlamenter sisteme güvenmeyen bir anayasa düzenimiz var. Referandumla ayrılık veya özerklik isteklerine bir coğrafya belgesi sundu

Referandum kampanyası sırasında “hayır” cephesi içinde yer alan DP Genel Başkanı Hüsamettin Cindoruk, BDP’nin boykot uygulaması nedeniyle referandumda ayrılık veya özerklik isteklerine zemin oluşturan bir coğrafyanın oluştuğunu söyledi. Cindoruk, referandumla ilgili şu değerlendirmede bulundu:


Zayıf bir çoğunluk

Referandum yerleşmiş demokrasilerde kullanılmaz. Kıta Avrupası’nda İsviçre’nin dışında halkoylamasını olağan bir siyasi araç diye kullanan ülke kalmamıştır. İsviçre gibi konfederasyon bile bu uygulamadan vazgeçme eğilimi taşıyor. Bizim, parlamenter sisteme güvenmeyen bir anayasa düzenimiz var. Bugün olduğu gibi parlamentonun 26 maddelik değişiklik teklifini nafile bir halk oylamasına götürdük.

Tartışmalar bitti mi? Değişikliğin niteliği ulusça kabul gördü mü? Yetersiz Meclis çoğunluğu zayıf bir halkoylaması çoğunluğu ile karşılandı. İktidar devlet kudretini acımasızca kullandığı halde, “hayır” oyları ve boykot uygulaması bir karşıt ve eşit direniş ortaya koydu. Referandum, değişikliği güçlendirmedi. Yürürlüğe koydu. Aşırı solcuların Marksist aydınların “evet” oyları, Tudek Partisi’nin mollalara karşı verdiği desteğe, yanılgıya benzetilebilir.

Referandum ülkemizin bölünmesi gerektiği taleplerine maddi bir kayıt teşkil etti. Devlet, ayrılık veya özerklik isteklerine bir coğrafya belgesi sundu. Bağımsız veya yeni bir Kürdistan haritası ortaya çıktı. Bu harita, Sevr Antlaşması’ndaki Kürdistan bölgesine çok yakın. Bu sonuç bazı illerimizde yasalara itaat oranının, belediyelere inanç doğrultusunda zayıfladığını, azaldığını gösteriyor. Demokratik özerklik talepleri, sonuç kesinleştikten sonra devlet eli ile ortaya çıkan bu kesin olguya dayandırılacaktır. 

Referandum bu bölgedeki genel seçim sonuçlarını da yaralamıştır. Dikkatli bir analiz, nisbi temsile dayalı genel seçimlerde bu bölgenin ayrılık karşıtı partilere de bir ölçüde temsil görevi verdiğini gösteriyor. Açıkçası, genel seçimlerdeki oy dağılımı ayrılık isteklerini bu denli doğrulamıyor. 


Söylem saptırması

Bir demokraside vesayet değil milli egemenlik kavramı geçerlidir. Başbakanın ikide bir kullandığı iki kavram tam bir demagoji örneği. Üstadların hukuku, vesayet hukuku gibi söylemler sünepe siyasetçilerin on yıllardır dipsiz eylem gerekçeleridir. İşleyen bir rejimde böyle saçma, laf icabı söylem saptırmaları tartışmak tuzağa düşmek olur.


Sonuç doğal 

Demokrat Parti’nin siyasi hayata geçirilmesinde kaynak teşkil eden illerde “hayır” oylarının çoğunluk oluşturmasını doğal karşılıyorum. Demokrat Parti’nin eski gücüne kavuşmasında soyağacı değil, inanç sürekliliğinin temel teşkil ettiği görülüyor. Aydın’da, değerli seçmenlerimiz demokrat düşünceye katkı sağladı. Partimize güç verdi.


DR. GALİP YALMAN (ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü öğretim üyesi)

Sol kavramlar boşaltıldı AKP meşruiyet kazandı

Neyi, nasıl tartışacağımızı “muhalif ama hegemonikler” belirliyor. Sol kavramlar, içleri boşaltılarak kimlik temelli siyasette kullanılıyor. Bu kurgular AKP iktidarının toplumsal meşruiyet kazanmasında önemli rol oynuyor 

ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü öğretim üyesi Dr. Galip Yalman Türkiye’deki pek çok sosyal bilimcinin iki yılda bir buluşup yüzlerce tebliği sundukları Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi’nin öncülerinden biri. Yalman’a referandumdan sonra alevlenen “sol halkı anlamıyor “, “AKP değişimi ve sol değerleri daha iyi temsil ediyor “, “kendini solda zannedenler aslında statükocu” eleştirilerine bakarak ne düşündüğünü sorduk. Yalman bu tartışmanın içeriğinden ziyade Türkiye’de bu tartışmanın hangi düzlemde cereyan ettiğine bakmamız gerektiğini anlattı: 


KENDİ KURGULARI

Özellikle son birkaç yıldır Türkiye’nin tarihsel gelişme sürecini belli biçimde yorumlayan, “devlet merkezli”, ancak anti-devletçi bir perspektifin oldukça etkin olduğunu görüyoruz. Ben bunu “muhalif ama hegemonik” bir bakış açısı ve söylem olarak tanımlıyorum. Çünkü bu söylemi geliştirenlerin kendi doğrularını, daha doğrusu kurgularını toplumsal gerçekliğin kendisi gibi göstermekte oldukça başarılı olduklarını kabul etmemiz gerekir. 

Bunun medyadaki, akademideki, siyaset alanındaki taşıyıcıları, sözcüleri Türkiye’nin siyasal tartışma gündeminin belirleyicileri oldular. Biz de bu tartışmaları büyük ölçüde onların belirledikleri parametreler içinde yapmaya devam ediyoruz. Diğer bir deyişle, bu hegemonyaya karşı çıkma girişimlerinin önü sizin sorularınızda ifadesini bulan türden savlarla kesilmeye çalışılmaktadır. 


SOLUN İLKELERİ

AKP iktidarının toplumsal meşruiyet kazanmasında önemli bir rol oynadığına kuşku olmayan bu kurguların, kimlik temelli bir haklar söylemi ile birleştiğinde, AKP’nin Batı dünyasında, “otoriter bir devlet anlayışına sahip merkeze karşı mücadele eden, demokrasiden yana güçlerin temsilcisi “ olarak algılanmasında da işlevsel olduğu açıktır. 

Bu açıdan bakıldığı zaman demokrasi, özgürlük, eşitlik gibi geçmişte sadece bizde değil, dünyada da sol siyasetler açısından, emeğin hak kazanımları açısından çok önemli kavramlar ve ilkeler, büyük ölçüde içleri boşaltılarak kimlik temelli siyasetlerin amaçları doğrultusunda kullanılmaktadır. Bir başka deyişle bu kavramlara bu yeni siyasetlerin hegemonya araçları olarak işlev kazandırılmaya çalışılmaktadır. 


VESAYET SÖYLEMİ

 
Bu muhalif ama hegemonik söylemin, referandum sürecinde de sık sık tekrarlanan yeni bir kurgusu var: Vesayet rejimine karşı mücadele. AKP sözcülerinin de benimsediği bu kurgunun çarpıcı yanı, Türkiye’de birçok bağlamda günah keçisi olarak gösterilen popülist siyaset yapma biçiminin çok tipik bir örneğini oluşturmasıdır.  

Çünkü farklı tanımlamaları bulunmakla birlikte, popülizm kavramlaştırmalarının ortak tanımlayıcı unsuru, halk ve elitler ayırımı temelinde, kapitalist toplumların sınıflı toplumlar olduğu gerçeğini göz ardı etmekte işlevsel olmasıdır.


1950’LERİ OKUSUNLAR

Anayasa Mahkemesi, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu gibi kurumlar, “güçlü devlet geleneğinin vesayet kurumları olduğu için ve bunlar devleti topluma karşı güçlü ve bağımsız kıldıkları için reforma tabi olmaları gerekir “ kurgusunu benimseyen ve kendilerini liberal ya da demokrat diye tanımlayanların unuttukları bir tarihsel gerçek var. Anayasal ve kurumsal düzenlemeler dünyada ve Türkiye ’de seçimle gelmiş iktidarların, meclis çoğunluğuna dayanarak keyfi ve giderek anti-demokratik bir yönetime yönelmelerini engellemek için gerekli görülmüştür.
Darbecilik ve vesayet rejimi söylemlerini dillerinden düşürmeyenlerin, biraz Türkiye’deki demokrasi mücadeleleri tarihini öğrenmelerinde yarar vardır. Bugün vesayet rejiminin kurumları olarak aşağılanan Anayasa Mahkemesi vb. kurumların hangi gerekçelerle 1961 Anayasası ile siyasal sistemin temel kurumları olduğunu öğrenmek isteyenlerin, örneğin 1950’li yılların hem ekonomik, hem siyasi liberalizm savunucularının katkı yaptığı Forum dergisi arşivlerine ya da 1961 Kurucu Meclis tartışmalarına bakmaları çok öğretici olacaktır.


NUMAN KURTULMUŞ (Saadet Partisi Genel Başkanı)

Ak Parti’nin oyları bizim ödünç oylarımız

Bugün Ak Parti’ye verilmiş olan oylar Saadet Partisi’nin ödünç oylarıdır. Ama Ak Parti yönetimi ve kurumsal kimliği arasında uygulanan politikalar bakımından fevkalade farklılıklar olduğu aşikârdır

SP Genel Başkanı Numan Kurtulmuş, partileri ile Ak Parti arasında çok farklar olduğunu belirterek, “Görüşleri, fikirleri bu kadar birbirinden farklı olan partilerin herhalde birleşmesi sözkonusu olamaz, düşünülemez bile. Her ağaç kendi gövdesi üstünde yükselir. Bugün Ak Parti’ye verilen oylar Saadet Partisi’nin ödünç oylarıdır” dedi. 

Numan Kurtulmuş, Milliyet’in “Saadet Partisi, Ak Parti’ye katılır mı? Milli Görüş Ak Parti çizgisine gelir mi?” sorularına şu yanıtları verdi: 


AK PARTİ’YE ELEŞTİRİ 

Saadet Partisi ile Ak Parti arasında farklar var. Ekonomik politikalarımız farklı. Maalesef AKP kendinden önceki üçlü koalisyondan devraldığı Derviş-Fisher modelini harfiyen uyguluyor. Bu programın içinde ekonominin sosyol yönü yoktur. İşsizliğin önlenmesi meselesi yoktur. Büyük balıkların küçük balıkları yuttuğu bir ekonomik model vardır. En temel farklılığımız budur.
Bölgeye ilişkin dış politika ve AB süreci ile ilgili anlayışımız da farklı.  


BİRLEŞMEMİZ MÜMKÜN DEĞİL 

Görüşleri, fikirleri bu kadar birbirinden farklı olan partilerin herhalde birleşmesi sözkonusu olamaz, düşünülemez bile. Her su kendi mecraında akar. Her ağaç kendi gövdesi üstünde yükselir. Burada belki insanlığın aklına bu tür soruları getiren konu şudur. AKP içindeki arkadaşlarda bizim camiamızın içinden çıkan arkadaşlar olduğu için yani eski camianın insanları acaba bunlar tekrar bir noktaya gelir mi? Bu bir süreçtir, rüzgârdır. Gelir geçer. Hayatının bir gününü bile bizim davamıza adamış olan herkesi yeniden derler toparlar yolumuza devam ederiz.
Böyle baktığınız zaman evet Ak Parti’ye oy veren geniş kitlede bizim seçmenimizdir. Bugün Ak Parti’ye verilen oylar Saadet Partisi’nin ödünç oylarıdır. Ama AKP yönetimi ve kurumsal kimliği arasında uygulanan politikalar bakımından fevkalade farklılıklar olduğu aşikardır. 


MİLLİ GÖRÜŞ BİR PROJE

Milli Görüş lafı ile ilgili bir takım şüpheler, terüddütler, acabalar var. Her milletin milli görüşü olur. Sadece Milli Görüş’ü Saadet Partisi’nin kurumsal kimliği ile ibaret görmüyoruz. Biz Milli Görüşü bir medeniyet projesi olarak görüyoruz. Bir medeniyet iddiası olarak görüyoruz. Bizim siyasi çizgimiz Mevlana’nın dediği gibi olmak durumundadır. 

Pergelin bir ayağı değerlerinde sabit olacak diğer ucu ise bütün insanlığı kuşatacak kadar geniş yürekli olacak. Bu anlamda AKP pergelin ayağını açmıştır ama bir ayağını sabit tutamamıştır. Temel farklılıklarımızdan biri budur. 


İTTİFAKI KONUŞMADIK

Saadet Partisi’nin Ak Parti ile seçim ittifakına yöneleceği kulislerde konuşuldu. Ama SP’nin ne GİK’in de ne başkanlık divanında ne de partinin koridorlarında herhangi bir partiyle bir seçim ittifakı asla konuşulmamıştır. Bu anlamda ne bir çalışma vardır, ne de bize aksetmiş bir şey vardır. Bunlar tamamen SP’nin dışında ortaya konulan spekülasyonlardır. Bu bir şey gösteriyor. Bundan sonra SP olmadan Türkiye’de siyasal denklem kurulamayacaktır. SP Türkiye’nin kilit partisi haline gelmiştir. 


METAL YORGUNU

Son iki yıllık süreçte Milli Görüş, kendi tabanının dışında da insanlara ulaşmayı başarmıştır. Ciddi ilgi ve sempati topladık. Bu siyasal anlayışı sürdüreceğiz.
İnşallah bir gün, çok yakın bir gelecekte “Nerede kalmıştık” diyerek herkesi toplayarak yolumuza devam edeceğiz. Türkiye’nin kendi özünü koruyan siyasi anlayışa ihtiyacı vardır. Ak Parti’nin 8 yıllık hükümet sürecinden sonra ciddi bir metal yorgunluğu içine girdiği görülüyor.


MEHMET BEKAROĞLU (Eski FP ve SP’li)

Erdoğan yorulunca Kurtulmuş yerine geçmez 

Bir sürü farklılıklar vardır. En azından Saadet Partisi, Ak Parti’nin benimsemiş olduğu neoliberal politikalara ciddi şekilde karşı çıkıyor. Ekonomik bakış açıları farklı. İtirazın temelinde toplumsal adalet anlayışı var. Ama Saadet Partisi bunu halka anlatamadı

Milli Görüş’ün partileri FP ve SP’de siyaset yapan Mehmet Bekaroğlu, Saadet Partisi’nin Ak Parti’ye katılmasını beklemediğini belirterek “Şimdi orayı bırakıp ‘ben burada oynamıyorum, Ak Parti’ye katılırım” gibi bir şey yapması beklenmez. “Tayyip Erdoğan yorulduğu zaman yerine gelecek olan Numan Kurtulmuş’tur” demenin hiç bir orjinalitesi, hiç bir anlamı yoktur. Hiç bir doğruluğu yoktur bunun” dedi. 

Bekaroğlu, Milliyet’in “Saadet Ak Parti’ye katılır mı? Farkları var mı? Milli Görüş Ak Parti çizgisine gelir mi?” sorularına şu yanıtları verdi:  

Numan Bey’in açıklamalarında Ak Parti’yi eleştiren bir sürü şeyler getiriyor. “Fark var” iddiası ile ortaya çıkmış. Öncelikle de Ak parti’den farkını tanımlamaya çalışıyor. Şimdi orayı bırakıp “ben burda oynamıyorum, Ak Parti’ye katılırım” gibi bir şey yapması beklenmez. Böyle bir spekülasyonda bulunmak haksızlık olur diye düşünüyorum.
Bu tartışma özellikle referandum sürecinde evet oyu kullanmaya karar verilmesinden sonra çıktı.

12 Eylül’e kadar “evet”, 12 Eylül’den sonra “hayır” dediler. Ama Numan Bey partiiçi sorunlardan dolayı güçlü bir kampanya yürütemedi. Dolayısıyla Ak Parti’nin gölgesinde kalmış gibi bir görüntü ortaya çıktı. Spekülasyonlar buradan yapılıyor. Ama Ak Parti’ye gider mi kendisine de sormak lazım. 


CİDDİ FARKLILIKLARI VAR

Bir sürü farklılıklar vardır. En azından Saadet Partisi, Ak Parti’nin benimsemiş olduğu neoliberal politikalara ciddi şekilde karşı çıkıyor. Ekonomik bakış açıları farklı. Milli Görüş’ün öteden beri itirazları, iddiaları vardı. Bu itirazın temelinde de toplumsal adalet anlayışı vardı. “Siz bazı konularda bazı şeyler yapıyorsunuz, büyüme oluyor ama adalet konusunu ihmal ettiniz” diyorlardı. Bu konuda Ak Parti’ye itiraz ediyorlardı. “Siz mütevazi insanlardınız, halk gibi yaşardınız. İddianızda buydu. Ama iktidar nimetlerinizden dolayı siz ve yandaşlarınız zenginleşti. Eleştirdikleriniz gibi yaşamaya başladınız. Lükse, israfa baktınız ve toplumun geniş kesimlerini unuttunuz. Onlara sadaka, asgari ücret. Siz ise lüks içinde geniş imkanlarla yaşamaya başladınız” diye Ak Parti’ye itirazları var. 


SAADET PARTİSİ ANLATAMADI

Ama Saadet Partisi bunu halka anlatabilmiş mi diye sorarsanız, bana göre anlatamadı. Bugün muhafazakar dediğimiz hem Saadet’e hem Ak Parti’ye oy verecek seçmen şu soruya cevap veremiyor; niçin Erdoğan’a değil de Saadet Partisi’ne oy vereceğiz. Bu anlatılamadı. Dolayısıyla birbirlerine yakın gördükçe seçmen güç nerede, iktidar nerede ona yönelecektir. Ak Parti’ye yönelecektir. Saadet Partisi’nin temel problemlerinden biri budur. 


ERDOĞAN’IN YERİNE GEÇMEZ

Milli Görüş çok şeyi içeren çok soyut, geniş bir kavram. Nasıl Ak Parti’ye gelecek? Ak Parti siyasetine gelince de kendi siyasetlerinin, Saadet’in bir anlamı kalmayacak. Yani Numan Kurtulmuş ve Saadet Partisi, Ak Parti’den farklı olduğu için Ak Parti’nin evrildiği yere gelmediği için eski iddialarını bugünkü dille ifade etmeye çalıştığı için bir anlamı olabilir. Yoksa “Tayyip Erdoğan yorulduğu zaman yerine gelecek olan Numan Kurtulmuş.” Bunun hiç bir orjinalitesi hiç bir anlamı yoktur, hiçbir doğruluğu yoktur. Ak Parti zaten var orada. Ak Parti’nin içinde de var zaten Milli Görüşçü.



(Milliyet - 21 Eylül 2010)