Gündem

Soner Yalçın: Oda TV davasından önce Ahmet Şık'ı tanımazdım, telefonda bir kez konuşmuşuz, kavga etmişiz

"Bu kadar acıya dayanmak için ne çok güçlü olmak lazım?"

08 Mart 2018 15:38

Sözcü yazarı Soner Yalçın, gazeteci Ahmet Şık ile ilgili bir anısını köşesine taşıdı. "Odatv Davası'ndan önce Ahmet Şık ile tanışmazdık. Bir kez telefonda konuşmuşuz onda da kavga etmişiz! Eh serde Adanalı; kavgasız olmaz" diyen Yalçın, "Duruşmalarda uzaktan gö­zümle annesi Fatma Şık'ı ta­kip ederdim. Düşünürdüm; bu kadar acıya dayanmak için ne çok güçlü olmak lazım? Sa­dece oğlu Ahmet'in cezaevin­de olmasını kastetmiyorum" diye yazdı.

Soner Yalçın'ın Sözcü'deki ( 8 Mart 2018) yazısı şöyle:

Erdoğan'ın son dönem lüga­tında “bedel” sözcüğü var:
– Bedelini ödeyecekler…
– Bedelini öderler…
– Bedeli var…
Bedel… Ağır bir söz.
Bedel'in (bdl) kökü Arapça, “badal” demek.
Anlamı; yerine geçme, karşılık, eşdeğer olma.
Buradaki “bedel”; düşünce­nin ve eylemin sorumluluğunu belirtiyor.
Karşılığı, can'dır, özgür­lük'tür…
Gazeteci Ahmet Şık'a fik­rinin- yazısının bedeli, öz­gürlüğünün katledilmesiyle ödetiliyor.
Ne yazık ki ülkemizde hala…
– Fikir suçu var…
– Düşünceyi eyleme geçi­ren yazı suçu var…
Kalem ve söz -bedeli ödenen- suç kapsamındadır. Oysa…
Dün muhalif Erdoğan ko­nuşmuş; bedelini ödemişti…
Bugün iktidarının gücüy­le diyor ki:
“Bedelini ödersiniz!”
Ahmet Şık yazmanın-konuş­manın bedelini; FETÖ döne­minde ödedi, AKP döneminde de ödüyor! Hep “dokundu”, hep “yandı!”
Görünen: Düşünce sanık sandalyesinde olduğu sürece hangi iktidar gelirse gelsin bu “suçun” bedelini ödemeye devam edecek!
Kuşkusuz… O, gerçeği yaz­manın acı bedellerini bilerek bu mesleği seçti.
Buna ister gazetecilik so­rumluluğu deyin…
İster hakikat aşkı veya halk sevgisi de­yin…
Ahmet Şık bedelini göze ala­rak gazetecilik yaptı/yapacak.
Bilir ki…
İnsanlık tarihi göstermiştir ki…
Kaybeden; bedeli öde­yen olmaz, bedeli öde­ten olur!

Sembol davalar

Halen… Dünyada sembol gazetecilik davaları var:
Suudi Arabistanlı gaze­teci Raif Bedavi bunlardan biri. Kurduğu haber sitesinde­ki yazıları nedeniyle 2012'de tutuklandı. 10 yıl hapis ve bin kırbaç cezası aldı.
Dünyada en çok yazı­lan-konuşulan gazeteci­lerden biri de Ahmet Şık. Raif Bedavi adına verilen ödülün sahibidir.
Evet. Ne yazık ki…
Türkiye'nin basın özgürlü­ğü sicili bozuk. Bu durum, darbeci FETÖ kaçkını sözde gazetecilerin işine yarıyor. Ahmet Şık'ın arkasına sakla­nıp, mağdur propaganda­sıyapıyorlar.
Bu hal, Türki­ye'nin asıl mücadelesini zorlaştırıyor; dünya kamuoyu anlayamıyor. Nasıl anla­sınlar; FETÖ ile mücadele ettiği için kitabı toplatılan, zindana atılan Ahmet Şık, bu kez “FETÖ'cü” diye Silivri Cezaevi'nde!
Artık buna son verilmeli­dir…
Ahmet Şık'ın gazeteci mes­lektaşları diyor ki:
“Karartacakları delil yok…
Kaçma şüpheleri yok…
Silah yok, tank yok, terör yok…
Ne mi var:
– 275 sayfalık Cumhuriyet iddianamesinde 667 kez ‘haber' kelimesi var…
– 495 güne varan tutukluluk var…
Hukuksuzluk var, insan hakla­rı ihlali var, hasret var…
Zira:
– FETÖ'den yargılanan savcı­ya davayı hazırlattılar.
– Gülen'in müritlerini tanık yaptılar.
– Fetullahçıları serbest bı­rakanlara arkadaşlarımızı tutuklattılar.
Hani, yargıda kumpas devri bitmişti?
Hani, tutukluluk istis­naydı?
Hani, geciken adalet adalet değildi?
Akın Atalay, Murat Sabun­cu ve Ahmet Şık…
Arkadaşlarımız 9 Mart Cuma günü Silivri'de bir kez daha hakim karşısında olacaklar.
Artık özgürlüklerine kavuş­malarını istiyoruz…”

“Bu kaçıncı önlem"

Odatv Davası'ndan önce Ahmet Şık ile tanışmazdık. Bir kez telefonda konuşmuşuz onda da kavga etmişiz! Eh serde Adanalı; kavgasız olmaz!
Duruşmalarda uzaktan gö­zümle annesi Fatma Şık'ı ta­kip ederdim. Düşünürdüm; bu kadar acıya dayanmak için ne çok güçlü olmak lazım? Sa­dece oğlu Ahmet'in cezaevin­de olmasını kastetmiyorum…
Fatma Şık'ın kardeşi avukat Ahmet Albay Adana'da kur­şunlanarak öldürüldü. Oğlu Doç. Bülent Şık'ın “Sevgili dayım” adlı 2012'deki yazısını hiç unutamadım:
“O yılların Adanası çocuk kabadayılarla doluydu ya da her çocuk bir kabadayıydı. Kavga etmek günlük hayatın bir parçasıydı. Her sokak çocuğu racon kesmenin ne demek olduğunu bilirdi. Ama dayım başkaydı, bana kitap okumamı salık verirdi. Güzel kalemler hediye ederdi. (…) 17 Nisan 1980 Perşembe akşamı eve birileri geldi, annem ve babam telaşla evden çıktı. Sonra Murat abi bizi teyzemlere götürdü. Vardığımızda bütün kuzenler oradaydı. Her zaman olduğu gibi şamata ya da gırgır yoktu.

Sonra Ahmet dayımın vurulduğunu öğrendik.
Dayımı tedavi için Ankara'ya götürdüler. Annem de gitti.
Bir hafta ya da on gün sonra geri geldi; dayımı tedavi için yurtdışına götüreceklerinden söz ediyordu. Birkaç gün sonra annem apar topar tekrar Ankara'ya gitti. Sonra…
Anneannemin bir araba­nın arka koltuğunda evlerine gelişini hatırlıyorum. Onunla beraber araba da sallanıyor­du. En sessiz dayım merdiven boşluğuna oturmuş ve elini yüzüne kapatmıştı. Nice sonra damla damla yere dökülen gözyaşlarını gördüm. O kabadayı, delifişek dayılarım ağlıyordu. Henüz 35 yaşında olan Ahmet dayım kurtarıla­mamış ve ölmüştü.(…)”
Tasavvufta abdal…
Bedel sözcüğünden ge­lir; “bedeller” demektir.
Evliyalara mahsus mertebe­dir.
Pir Sultan Abdal'ın dedi­ği gibi…
Bu kaçıncı ölmesi Fatma Şık'ın…
Ahmet'i bırakın!
Yeter bu zulüm, bu bedel…