Sözcü yazarı Soner Yalçın, gazeteci Ahmet Şık ile ilgili bir anısını köşesine taşıdı. "Odatv Davası'ndan önce Ahmet Şık ile tanışmazdık. Bir kez telefonda konuşmuşuz onda da kavga etmişiz! Eh serde Adanalı; kavgasız olmaz" diyen Yalçın, "Duruşmalarda uzaktan gözümle annesi Fatma Şık'ı takip ederdim. Düşünürdüm; bu kadar acıya dayanmak için ne çok güçlü olmak lazım? Sadece oğlu Ahmet'in cezaevinde olmasını kastetmiyorum" diye yazdı.
Soner Yalçın'ın Sözcü'deki ( 8 Mart 2018) yazısı şöyle:
Erdoğan'ın son dönem lügatında “bedel” sözcüğü var:
– Bedelini ödeyecekler…
– Bedelini öderler…
– Bedeli var…
Bedel… Ağır bir söz.
Bedel'in (bdl) kökü Arapça, “badal” demek.
Anlamı; yerine geçme, karşılık, eşdeğer olma.
Buradaki “bedel”; düşüncenin ve eylemin sorumluluğunu belirtiyor.
Karşılığı, can'dır, özgürlük'tür…
Gazeteci Ahmet Şık'a fikrinin- yazısının bedeli, özgürlüğünün katledilmesiyle ödetiliyor.
Ne yazık ki ülkemizde hala…
– Fikir suçu var…
– Düşünceyi eyleme geçiren yazı suçu var…
Kalem ve söz -bedeli ödenen- suç kapsamındadır. Oysa…
Dün muhalif Erdoğan konuşmuş; bedelini ödemişti…
Bugün iktidarının gücüyle diyor ki:
“Bedelini ödersiniz!”
Ahmet Şık yazmanın-konuşmanın bedelini; FETÖ döneminde ödedi, AKP döneminde de ödüyor! Hep “dokundu”, hep “yandı!”
Görünen: Düşünce sanık sandalyesinde olduğu sürece hangi iktidar gelirse gelsin bu “suçun” bedelini ödemeye devam edecek!
Kuşkusuz… O, gerçeği yazmanın acı bedellerini bilerek bu mesleği seçti.
Buna ister gazetecilik sorumluluğu deyin…
İster hakikat aşkı veya halk sevgisi deyin…
Ahmet Şık bedelini göze alarak gazetecilik yaptı/yapacak.
Bilir ki…
İnsanlık tarihi göstermiştir ki…
Kaybeden; bedeli ödeyen olmaz, bedeli ödeten olur!
Sembol davalar
Halen… Dünyada sembol gazetecilik davaları var:
Suudi Arabistanlı gazeteci Raif Bedavi bunlardan biri. Kurduğu haber sitesindeki yazıları nedeniyle 2012'de tutuklandı. 10 yıl hapis ve bin kırbaç cezası aldı.
Dünyada en çok yazılan-konuşulan gazetecilerden biri de Ahmet Şık. Raif Bedavi adına verilen ödülün sahibidir.
Evet. Ne yazık ki…
Türkiye'nin basın özgürlüğü sicili bozuk. Bu durum, darbeci FETÖ kaçkını sözde gazetecilerin işine yarıyor. Ahmet Şık'ın arkasına saklanıp, mağdur propagandasıyapıyorlar.
Bu hal, Türkiye'nin asıl mücadelesini zorlaştırıyor; dünya kamuoyu anlayamıyor. Nasıl anlasınlar; FETÖ ile mücadele ettiği için kitabı toplatılan, zindana atılan Ahmet Şık, bu kez “FETÖ'cü” diye Silivri Cezaevi'nde!
Artık buna son verilmelidir…
Ahmet Şık'ın gazeteci meslektaşları diyor ki:
“Karartacakları delil yok…
Kaçma şüpheleri yok…
Silah yok, tank yok, terör yok…
Ne mi var:
– 275 sayfalık Cumhuriyet iddianamesinde 667 kez ‘haber' kelimesi var…
– 495 güne varan tutukluluk var…
Hukuksuzluk var, insan hakları ihlali var, hasret var…
Zira:
– FETÖ'den yargılanan savcıya davayı hazırlattılar.
– Gülen'in müritlerini tanık yaptılar.
– Fetullahçıları serbest bırakanlara arkadaşlarımızı tutuklattılar.
Hani, yargıda kumpas devri bitmişti?
Hani, tutukluluk istisnaydı?
Hani, geciken adalet adalet değildi?
Akın Atalay, Murat Sabuncu ve Ahmet Şık…
Arkadaşlarımız 9 Mart Cuma günü Silivri'de bir kez daha hakim karşısında olacaklar.
Artık özgürlüklerine kavuşmalarını istiyoruz…”
“Bu kaçıncı önlem"
Odatv Davası'ndan önce Ahmet Şık ile tanışmazdık. Bir kez telefonda konuşmuşuz onda da kavga etmişiz! Eh serde Adanalı; kavgasız olmaz!
Duruşmalarda uzaktan gözümle annesi Fatma Şık'ı takip ederdim. Düşünürdüm; bu kadar acıya dayanmak için ne çok güçlü olmak lazım? Sadece oğlu Ahmet'in cezaevinde olmasını kastetmiyorum…
Fatma Şık'ın kardeşi avukat Ahmet Albay Adana'da kurşunlanarak öldürüldü. Oğlu Doç. Bülent Şık'ın “Sevgili dayım” adlı 2012'deki yazısını hiç unutamadım:
“O yılların Adanası çocuk kabadayılarla doluydu ya da her çocuk bir kabadayıydı. Kavga etmek günlük hayatın bir parçasıydı. Her sokak çocuğu racon kesmenin ne demek olduğunu bilirdi. Ama dayım başkaydı, bana kitap okumamı salık verirdi. Güzel kalemler hediye ederdi. (…) 17 Nisan 1980 Perşembe akşamı eve birileri geldi, annem ve babam telaşla evden çıktı. Sonra Murat abi bizi teyzemlere götürdü. Vardığımızda bütün kuzenler oradaydı. Her zaman olduğu gibi şamata ya da gırgır yoktu.
Sonra Ahmet dayımın vurulduğunu öğrendik.
Dayımı tedavi için Ankara'ya götürdüler. Annem de gitti.
Bir hafta ya da on gün sonra geri geldi; dayımı tedavi için yurtdışına götüreceklerinden söz ediyordu. Birkaç gün sonra annem apar topar tekrar Ankara'ya gitti. Sonra…
Anneannemin bir arabanın arka koltuğunda evlerine gelişini hatırlıyorum. Onunla beraber araba da sallanıyordu. En sessiz dayım merdiven boşluğuna oturmuş ve elini yüzüne kapatmıştı. Nice sonra damla damla yere dökülen gözyaşlarını gördüm. O kabadayı, delifişek dayılarım ağlıyordu. Henüz 35 yaşında olan Ahmet dayım kurtarılamamış ve ölmüştü.(…)”
Tasavvufta abdal…
Bedel sözcüğünden gelir; “bedeller” demektir.
Evliyalara mahsus mertebedir.
Pir Sultan Abdal'ın dediği gibi…
Bu kaçıncı ölmesi Fatma Şık'ın…
Ahmet'i bırakın!
Yeter bu zulüm, bu bedel…