Hakan Özyıldız*
Ortalık son KHK’ların gündemiyle meşgul.
OHAL kararnamesiyle Gemlik yeni yerine taşınıyor, taşeron işçilere kadro veriliyor, savunma alanında yeni bir KİT kuruluyor. Dahası Vakıfbank’ın hisse yapısı değişiyor. Hazine, bankaya özel tertip devlet iç borçlanma senedi ve kira sertifikası veriyor. T. Varlık Fonu’nun daha fazla borçlanmasının önü açılıyor. Böylelikle ikinci kamu hazinesine doğru bir adım daha atılıyor. En önemlisi bazı bütçe işlemleri bütçe dışına çıkarılıyor. Bir mali kural olan kamu borçlanma limiti bir kez daha deliniyor.
Böylelikle mali disiplin artık sadece bütçe açığına bakılarak karar verilen bir kavram olmaktan çıkıyor. Çünkü turpun büyüğü heybede, bütçe dışında.
Bu konularda çok yazdım. Kendimi tekrarlamaktan ve sizleri sıkmaktan çekindiğim için konuya tekrar girmeyeceğim. Ama sivillere “eylem bastırma yetkisi(!)” veren meşhur 121. Madde'nin, bu haliyle, ülkenin demokrasi geleceğine dinamit koymak olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim. Acilen kaldırılmamasının sonuçları sadece sosyo-politik dengeleri değil, doğal olarak, ekonomideki risk algısını da olumsuz etkileyecektir. Bu bağlamda yerli ve/veya yabancı sermayenin doğrudan yatırım kararlarını askıya almaya başladığını duyarsanız şaşırmayın.
Gelelim bugün ele almak istediğim trafik kaosu konusuna.
Büyük şehirlerde araba kullanıyorsanız, son yıllarda gittikçe tırmanan bir sorunu fark ediyorsunuzdur: Artık yollar park yerine döndü. Önce park edilmesi yasak olan cadde/sokak kenarları işgal edildi. Araçlar park edilmez levhalarının yanı başına park edildi. Bazı yerlerde trafik polisi uyardı, ceza yazdı. Ama polis gidince şoförler geri gelip araçlarını tekrar aynı yere park ettiler.
Çoğu zaman ceza yazıldı. Ama insanlar iki nedenle ceza ödemediler. Birincisi, bazılarının gelirleri ceza ödemeye yetmiyor. İkincisi, iki senede bir çıkarılan aflar ve kamu alacaklarını yeniden yapılandırma kanunları ceza ödememeyi alışkanlık haline getirdi.
Kısacası, kural koyan, koyduğu kuralı uygulayan ve uymayanı cezalandıran devlet yapısında sıkıntılı bir durum göze çarpıyor.
Bunu nereden çıkardın diyenlere Muhasebat Genel Müdürlüğü’nün rakamlarına bakmasını öneririm. Ben öyle yaptım. Kasım 2017 bütçe gelirlerinin tahakkuku ve tahsilatı verilerine baktım. Trafik para cezası ve Karayolları Taşıma Kanunu'na göre alınan para cezalarından toplam tahakkuk eden miktar 5,7 milyar lira. Buna karşılık tahsilatı yapılan tutar 2,1 milyar lira. Yani yazılan cezaların sadece yüzde 37’i toplanabilmiş. Ceza alanların büyük çoğunluğu cezalarını ödememişler. Dahası ödememekten korkmamışlar.
Bu gelişmenin sonucunda, yani kurallar uygulanamaz, cezalar tahsil edilemez olunca trafikteki park sorunu yeni bir aşamaya geldi. Ankara’da protokolün kullandığı caddelerin dışında kalan yerlerde, sadece cadde/sokak kenarlarına değil onların yanına ikinci parklar başladı. Aynı durumun İstanbul’da ve diğer büyük illerde de çok yaygın olduğunu duyuyorum.
Artık neredeyse üç şeritli caddede geçecek yer kalmayacak. Dün bunu Ankara’da Cebeci’de yaşadım. Duraktan yolcu almak için yanaşacak yer bulamayan halk otobüsü, kısa süreliğine de olsa, bütün yolu kapattı. Trafik durdu, otobüs yolcu indirdi ve aldı. Tamam, onun suçu yok, durağına ikili park etmişlerdi, yanaşamadı diyebiliriz. Ama inanıyorum ki çok uzak olmayan bir gelecekte, benzeri olayları daha sık yaşamaya başlayacağız.
Bildiğiniz gibi şehirde yaşamak demek kurallara uymak demektir. Daha önemlisi uymayanın emniyet tarafından uyarılması, para cezası yazılması, olmadı gözaltına alınması, savcılığa yönlendirilmesidir. Ardından, hızlı çalışan yargı sisteminin de hukukun gereğini yerine getirmesidir. Bu zincirin halkalarında bir kopukluk olunca şehirlerde yaşamak daha da zorlaşacaktır.
Zorlukları azaltmak için, ülke nüfusunun şehirlerde yaşadığını ama ne yazık ki çoğumuzun şehirli olamadığını hatırlamakta yarar var.
*Bu yazı hakanozyildiz.com'dan alınmıştır.