Gündemdeki kaotik tartışmalarla entelektüel yaşamın etkileşimini masaya yatıranYeni Şafak yazarı Akif Emre, "Popüler kültür ve tüketim piyasasına en erken adapte olanlar sol entelijansiya idi. Devrim sloganlarından reklam yazarlığına, örgütcülükten reklam yapımcılığına geçeli epey oldu. Bir müddettir benzer süreç muhafazakâr çevreler için de geçerli olmaya başladı" dedi.
"Düşünceden sanata entelektüel hayatımızda verimsizliğin, can alıcı meselelerden kaçan bir kısırlık yaşanıyor" diyen Emre, "Hele devlet bürokrasisinde ömrünü çürüten, siyasal parti, örgüt, cemaat güdümünden çıkamayanların aydın olma iddialarını sürdürebilmeleri imkansız" ifadelerini kullandı.
Emre sözlerini şöyle sürdürdü:
"Edebiyatı olmayanın siyasal ve toplumsal tasarımı da olmaz, nakıs kalır. Düşüncesi olmayan her hareket çelişkiye düşmeye, tökezlemeye mahkumdur. Piyasanın ve güncelin esiri olan entelektüelin yarınlara emanet edilecek bir sözü olamaz."
Akif Emre'nin Yeni Şafak'ta "Aydınların gündemi var mı?" başlığıyla yayımlanan (12 Mart 2015) yazısı şöyle:
Ne çelişkili bir gündemdeyiz, ne boğucu kavgaların ortasındayız: her şey sıradanlaşıyor. Artık hayret bile etmiyor, idraklerimiz körleşiyor.
Üstelik anlamlı bir cümle kurmasını beklediklerimiz bir gündeme bile sahip değiller... Geniş anlamda aydını; sanattan edebiyata, düşünceden akademiye entelektüel çaba içinde olan birikimdir kastettiğimiz. Aydın kesimin siyasetin düzeyi, tartışma konuları ne olursa olsun bundan bağımsız bir düşünce iklimi, fikir gündemi olmalıdır. Siyasete toplumsal olaylara yabancılaşmış, ilgisiz bir bağımsızlık değil kastettiğimiz. Hayatın içinde hayata müdahil olacak, gerçek gündeme dair fikir üretebilecek bir üretkenlikten, eylemlilikten söz ediyoruz.
Düşünceden sanata entelektüel hayatımızda verimsizliğin, can alıcı meselelerden kaçan bir kısırlığın yaşandığını tekrar etmeye gerek yok. Bu duruma en büyük sebep; bağımsız olması beklenen, ufuk açıcı, yarınlara işaret etmesi beklenen imali fikir sahiplerinin “memurlaşma”sıdır. Burada memurlaşmaktan kasıt, yaptığı ilk cağrışıma binaen sadece doğrudan büroktatik mekanizmanın emrine girenler değil, yer aldığı yapıların (sivil, resmi, ticari) güdümünden çıkamama halidir. Hele devlet bürokrasisinde ömrünü çürüten, siyasal parti, örgüt, cemaat güdümünden çıkamayanların aydın olma iddialarını sürdürebilmeleri imkansız. Nitekim serbest düşünme zamanlarında velüt olabilen pek cok kalemin bürokratik mekanizmalarında çoraklaştığı, fikir sancısından ziyade kısır kavgaların birer taraftarına dönüşmeleri sık rastlanır bir durumdur. Dar grup yapısı içine hapsolup, toplumsal ve siyasal projeleri önceleyen bir tür proje mühendisliğine dönüşen fikir adamlarının düşünsel verimliliklerinden neler kaybettiklerini sıralamaya gerek yok.
Burada sorun aydın denilen zümrenin her tür siyasal toplumsal ilişkilerden kopuk, hayatı adeta fanus içinde sürdürmesi talebi değil. Hayat devam ederken gündelik olanın teslim alamayacağı bir entelektüel yogunlaşmanın, çabanın diri tutulmasıdır. Kaldı ki bu konu sadece yogunlaşmakla halledilecek bir mesele olmanın ötesinde zamanla ahlak problemi halini alması kaçınılmazdır. İçinde bulunulan yapıların/ortamın her birey gibi aydını da teslim alması belli şartlarda ürün vermeye icbar edilmesi olayıdır.
Düşünce üretiminin medya mecralarına terkedilmesi daha doğrusu gazete köşelerinde olduğu gibi düşünce ürünü görüntüsü veren yazılara rastlanması bu dönemin en önemli açmazlarından biri. Oysa derin düşünceyi, uzun soluklu entelektüel ürünleri, doğası gereği taşıyamayacak kadar cılızdır omuzları gazetenin. Entelektüel arka planı olan günlük yazılar, yorumlar olabilir ama bu kastettiğimiz anlamda imalı fikrin yerini tutamaz. Bu alışkanlığın yaygınlaşması bilakis düşüncenin önünün kesen bir sürece dönüşebilir.
Asıl sorun günübirlik kaygıların, politik gündemin çelişkilerine göre tavır almayan uzun soluklu sahici soru ve sorunlara kafa yoran, fikir geliştiren, sorgulayan bir entelektüel ortamın ortadan kalkmış olmasıdır.
Düşüncenin, sahici soruların ve sorunların gündeme geldiği, hakikat, hak karşısında konjönktürün esiri olamayan bir fikir ortamı her gecen gün yok oluyor, Entelektüel hayatımız çoraklaşıyor.
Serbest piyasanın tüm düşünce üretiminin reklam endüstrisinde temsil edildiği bir dünyadayız. Tüketim toplumunun temel taşıyıcısı olan reklam sektörünün, özellikle görsel medyaların kışkırtıcı cazibesi daha iyi hayat standardına ulaşmak, tanınır/görünür olmanın cazibesi pek çok genç yeteneği, zihni bu alana kaydırıyor. Düşünsel arkaplanı var gibi görünen, adeta reklamın sınırlarını zorlayan düşünce ürünü görünümlü, şaşırtıcı reklamlar.... Diğer tarafta kendini daha çok görünürlüğe göre ayarlayan entelektüeller. Bu entelektüel tüketim toplumu aynı zaman insanlıga dair can alıcı soruları sürekli erteleyen, yok sayan, pazarlanabildiği oranda kendi eleştiri ve muhalefetine bile alan açan bir piyasa sunuyor.
Popüler kültür ve tüketim piyasasına en erken adapte olanlar sol entelijansiya idi. Devrim sloganlarından reklam yazarlığına, örgütcülükten reklam yapımcılığına geçeli epey oldu. Bir müddettir benzer süreç muhafazakar çevreler için de geçerli olmaya başladı. İlkin bürokraside başlayan yarış doğal olarak serbest piyasada pay kapma mücadelesine dönüştü. Medya ortamında düşünce adına tarafgirlik ve onun getirdiği çelişkilere rağmen konumunu sorgulamamak bunun en bariz yansıması. Diğer tarafta ya muhalif ya taraftar olarak her biri bir köşeden karşı atış yapan ama köşesini, mevkiini zinhar sorgulamayan, kıyasıya ateş eden polemikçilerle zihnimiz işgal altında.. Üstelik bunların bir kısmı meşruiyetlerini yüksek düşünce ve entelektüel gereklilik bahanesine sığınmaları durumu daha da vahimleştiriyor.
Nice saygın sanatçı, düşüncelerine değer verilen isim bu süreçte adeta piyasaya sürüldü. Ucuz televizyon dizilerine malzeme yapılan, popüler kültür ikonuna dönüşen nice “dava” adamlarını serbest piyasanın dişlileri şimdiden öğütmeye başladı.
Olup bitenlerin ne anlama geldiğini kavramak için yakıcı soru şu: Tüm bunlar durulduğunda yarınlarda hatırlanacak kaç cümlemiz kalacak? Bunca yaldızlı davetlerin, pahalı lüks baskı kurumsal dergiler çöpe atıldığında arşivimizde bir döneme damgasını vuracak kaç dergi, yayın, kitap kalacak?
Bir haber manşetine yorum yapmaktan, bir televizyon dizisindeki dedikodudan öteye söyleyecek sözü olmayanlar nasıl bir gelecek vaad edebilir?
Piyasanın kölesi, kurumsal yapıların emrine amade olarak bağımsız düşünce, vicdani hakikat arayışı ne kadar geçekleşebilir?
Edebiyatı olmayanın siyasal ve toplumsal tasarımı da olmaz, nakıs kalır. Düşüncesi olmayan her hareket çelişkiye düşmeye, tökezlemeye mahkumdur.
Piyasanın ve güncelin esiri olan entelektüelin yarınlara emanet edilecek bir sözü olamaz.
Kendi gündemini oluşturamayan aydınlar günübirlik hesapların nesnesi olurlar.