- Alev Karakartal
Her şey 2000’li yılların başında başladı. Türkiye’nin batı kıyısında, Ayvalık’ta bir adam, beyaz mermerlerin üzerinde çalışan simsiyah ellerine baktı ve artık bu ellerin güneşten yanmadığını söylemenin vaktinin geldiğini düşündü. İçindeki, zamanını sadece kendisinin bildiği saatin alarmı tam o anda çalmaya başlamış. Öyle diyor.
Ayvalıklı mermer işçisi Mustafa Olpak, aynı günün akşamı, evine gittiğinde ilk satırları yazmaya başladı. Aylarca, gündüzleri mermeri işledi, , geceleri sabaha kadar yazdı, yazdı. Sonunda Türkiye tarihinin en ‘kara’ hikayelerinden biri ortaya çıktı: Kölekıyısı…
İmparatorluk döneminde başlayıp Cumhuriyet’in ilk yıllarına dek süren köle ticaretini, ailesinin hikayesi aracılığıyla sorgulayan kitabı, Afrikalılar Kültür, Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği, yaygın adıyla Afrotürk Derneği’nin kuruluşu izledi. Ardından da köle çocukları ve torunlarının tespiti, sözlü tarih projeleri ve 2007’den itibaren de yıllardır kutlanmayan Dana Bayramı kutlamaları…
Geçtiğimiz ayın sonlarında, İzmir’de artık geleneksel hale gelen Dana Bayramı kutlamalarının altıncısı gerçekleştirildi. Hafta sonu da İstanbul’da Anadolu kültüründe Afrotürkler konulu bir panel…
Türkiyeli siyahların bir araya gelip örgütlenmeleri işte böyle başladı. Ama galiba önce “Türkiyeli siyahlar” derken kimden bahsettiğimizi anlatmalı, yani hikayenin başına dönmeli…
'Siyah kertenkeleler gibi...'
Osmanlı İmparatorluğu döneminde en erken kayıtlar 15. Yüzyıla ait… Sarayda sultanı eğlendirmek için siyah soytarılardan bahsediyor tarih. Hadım edilmiş siyah haremağaları, cariyeler ve hizmetlilerin tarihi daha da eski. 19. Yüzyıl'ın ikinci yarısına gelindiğinde, Osmanlı’nın hinterlandından merkeze getirilen kölelerin sayısında hatırı sayılır bir artış görülüyor. Sudan, Etiyopya, Kenya, Senegal, Nijerya ve Mısır’dan insan tacirleri tarafından kaçırılarak Osmanlı topraklarına getirilen siyahların en gözde müşterileri; başta saray olmak üzere, zengin evleri ve toprak sahipleri…
Kayıtlarda siyah kölelerin yaygın olarak hizmetçi, temizlikçi, mutfak işçisi, tarım arazilerinde ırgat olarak çalıştırıldığı belirtiliyor. Bu yönleriyle tüm dünyada, özellikle de ABD’deki kölelik tarihiyle benzer özellikler gösteriyor. Ancak ayrılan yönleri de var.
Osmanlı’da gayrimüslim olanların köle edinemediğini, bu hakkın sadece sadece Müslüman vatandaşlara tanındığını öğreniyoruz yine kayıtlardan. Müslümanlarınsa, satın aldıkları köleleri, Müslüman değillerse (ki neredeyse yarısı değil) önce Müslümanlaştırdığını, adını değiştirip bir Türk (Müslüman) adı koyduğunu ve kendi dilini konuşmasını yasakladığını da….
19. Yüzyıl'ın ikinci yarısından itibarense; köle ticaretinin hız kazanmasıyla birlikte, eğer sahibi isterse, satın aldığı köleyi 9 yıllık bir hizmetten sonra azat edebilmesinin önü açılmış. İstemezse, ömür boyu köleliğe devam. Azat edilen köleyi bekleyen geleceğiyse, zamanında Reşat Nuri Güntekin anlatmış:
"Köleler, simsiyah kertenkeleler gibi sokaklarda açlıktan bağıra bağıra öldü…"
Bambaşka bir ülkede, tanımadığı, bilmediği, kendisine benzemeyen insanlar arasında, ne can güvenliği ne de karnını doyuracak bir becerisi olan; sokaklarda “kara kertenkeleler” gibi açlıktan ölen insanlar, uzun bir dönem sadece birkaç romanda üç beş paragrafla konu ediliyor.
Şanslı olanlarının İzmir ve çevresindeki dönemin padişah ve hıdiv çiftliklerine yerleştirilip tarım işçisi olarak kullanıldıkları da kayıt altına alınmış. Şimdinin Torbalı, Hasköy, Naime, Yeniçiftlik, Söke, Dalaman civarında yaşayan siyah aileler işte bu çiftliklerde çalıştırılan ailelerin torunları. Bırakıldıkları yerde öylece kalakalmışlar…
Dibin dibi…
İzmir’in dışında, Muğla, Burdur, Antalya ve Denizli civarında yoğun olarak yaşayan köle torunları bugün artık özgür birer Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı. Köylerde ve şehirlerde beyaz nüfusla yan yana, karma evlilikler yapıp melez çocuklar yetiştirerek yaşamlarını sürdürüyorlar. Ancak yapılan araştırmalar gösteriyor ki;
1- Türkiyeli siyah cemaat arasında diğer tüm etnik topluluklara kıyasla ağır bir yokluk ve yoksulluk tablosu hakim. Azat edildikten sonra kimilerine işlemeleri için verilen küçük toprak parçaları da daha sonra ellerinden alınmış. Köylerde başkalarının tarlalarında ırgatlık yaparak, kentlerde günlük bulabildikleri vasıfsız işlerde çalışarak geçimlerini sağlamaya çalışıyorlar.
2- Yine tüm diğer etnik gruplara göre, işsizlik oranları en yüksek olan topluluk. Erkek nüfusun işsizlikle paralel olarak alkol kullanımı ve şiddet eğilimi kıyaslanamayacak kadar büyük. Kadınlar arasında işsizlik ise yüzde 80’i aşıyor.
3- Bir kuşak öncesinin ilkokul düzeyinde olan eğitim durumu, zorunlu eğitimle biraz iyileşme eğilimi göstererek ortaokul mezunu düzeyine yükselmiş. Ancak lise, hele de üniversite mezunu sayısı parmakla sayılacak kadar az.
4- En büyük sorun; parçalanmış aileler. Karma evlilikler daha çok siyah kadın, beyaz erkek biçiminde görülüyor. Beyaz Türkiyelilerin siyah damat kabulü çok daha az oranda. Araştırmalara göre; siyah kadınlar, karşılaştıkları toplumsal ayrımcılık çocuklarına yönelmesin diye beyaz erkeklerle evlenmeyi yeğliyor. Ancak bu evliliklerin çoğu da erkeğin evi terk etmesiyle sonuçlanıyor. Bölgede çok sayıda, büyükanne, anne ve çocuklarının birlikte yaşadığı kadın ağırlıklı aile yaşıyor.
“Öteki” olma halini, gözle görülür bir damga şeklinde tenlerinin rengiyle yaşayan Türkiyeli siyahların üçüncü ve dördüncü kuşağı, bu ülkeye getirilen atalarından farklı olarak kendilerini “Arap”, “Türk”, “Müslüman” olarak tanımlamaktan vazgeçti bir süredir. Kendilerine “Afrotürk”, yani Afrika kökenli Türk diyorlar. Dana Bayramı’nı ve kurdukları derneği, birbirlerini bulmak, hikâyelerini bir diğerine anlatmak, aktarmak ve örgütlenmek için kullanıyorlar son altı yıldır.
Bir köle torunu olan Selim, ailesinin hikâyesini anlattığı konuşmasının sonunda “beyaz” Türkiyelilere şöyle sesleniyor:
“Ne getirildiğimiz ülkeyi, ne de bize biçilen kaderi biz seçmedik. Ama artık buradayız ve sizin kadar yerliyiz. Şimdi, bunu bilmek, bildirmek ve yüzleşmek zamanı…”