Ergenekon davası kapsamında 4 yıldan fazla tutuklu kalan CHP Zonguldak Milletvekili Prof. Dr Mehmet Haberal, Silivri Cezaevi’nde kaldığı hücrenin maketini yaptığını belirterek, “Hücredeki adam benim. İki kolunuzu açtığınızda duvarlara değiyorsunuz. O kadar küçük bir hücreydi” dedi. Maketi elleriyle çizip hazırladığını söyleyen Haberal, "Sabah akşam sadece sayımlar için açılır, üzerinize kapanır. Kapının üstündeki 30’a 15 santimlik delikten de yemek verilir. Yırtıcı hayvanmışsınız gibi" diye konuştu.
Hürriyet gazetesinden Pınar Türenç, Ergenekon davasında 12 yıl 6 ay hapis cezası alan, cezaevinde kaldığı süre göz önünde bulundurularak tahliye edilen Profesör Doktor Mehmet Haberal ile röportaj yaptı.
Pınar Türenç’in Haberal ile yaptığı röportajın bir kısmı şöyle:
O ne? Masanın üzerine itinayla yerleştirilmiş. İlginç bir yapının küçültülmüş bir maketi... Bizim de çok iyi bildiğimiz, yıllardır gide gele aşina olduğumuz, beton ve demirden yapılma binaların küçük ölçekli olanı. Profesör Mehmet Haberal ile hastanedeki ofisinin iç odasındaki toplantı masasında söyleşirken, gözümüze çarpan bir acaip maket bu.
“Hocam, yanılmıyorum değil mi?”
Yüzündeki mimiklerle birlikte rengi değişti. Beyaz doktor gömleğini düzeltti, “Yanılmadınız” dedi. “Burası Silivri zindanı. Hücredeki bu adam da benim.”
Nefeslerimizi tuttuğumuzu hissettim. Maketin önüne oturdu. Bir daha o günlere dönmek istemiyordu kuşkusuz.
Başladı anlatmaya:
“Kabul edilemez bir şey... 4 yılı aşkın süre hayatımı yaşayamadım. Özgürlüğümü aldılar. Bu hücrede yattık. İki kolunuzu açtığınızda duvarlara değiyorsunuz. O kadar küçük bir hücreydi.”
Yutkundu. Sorularım üzerine anlatırken, çaresiz o günlere geri dönmüştü: “İnsanlar tecrit ediliyorlar. Unutmam mümkün değil. İnsan yaşamını gasp ediyorlar. İnsan, beton ve demir yığınının içinde ne kadar kalabilir ki?”
“Neden yaptınız bu maketi?”
“Unutulmasın diye. Bu maketi ellerimle çizdim, hazırladım. Günler, geceler boyu uğraştım. Dışarı çıkalı kaç gün oldu, saymak istemiyorum. Öyle 3-4 ay yatırmadılar. Tam 4 yılı aştı özgürsüzlüğümüz. Unutulur gibi değil.”
Yerinden bir daha kalktı. Kabına sığamıyordu. Maketin yanındaki çizimlerin üzerindeki kapıları işaret etti. “Bu kapılar var ya?” dedi.
“Sabah akşam sadece sayımlar için açılır, üzerinize kapanır. Kapının üstündeki 30’a 15 santimlik delikten de yemek verilir. Yırtıcı hayvanmışsınız gibi. Kabul edilemez bir şey. İşte bu yaşananların unutulmaması için, şimdi hukuk fakültesinin bahçesine bire bir aynısını inşa ettiriyorum. Orada hukuk okuyan öğrenciler, binanın içindeki mahkeme salonunda ders görecekler, sonra cezaevini gezecekler. Ve ben geleceğin adalet dağıtıcılarına, diyorum ki “Bakın efendiler, karar verirken karşınızdaki insandır. Sen bu hücrede kaç dakika kalabilirsin. Ki empati kurarak hareket edin. Suçu varsa bile insan insandır. Buralarda ömürler geçemez.” Başkent Üniversitesi kampüsünde inşa edilecek ‘Silivri hücreleri’nin maketinden anlaşıldığı kadarıyla, 3 hücre yan yanaydı. Ortak bölümden de arkadaki havalandırma boşluğuna geçiliyordu. Tüm bu alanlarda dolaşan, maket bir adam vardı. Onu işaret ederek konuşmasını sürdürdü Haberal Hoca: “Bu da işte benim maketim. Hücrede Haberal. Dikenli, elektrikli tellerle çevrili havalandırmada Haberal.
Yani, dünyaca ünlü doktor, bir TV ve dergi sahibi basın mensubu, Profesör Mehmet Haberal.”
Şimdi de, örnek bir işin içinde, eski tutuklu olarak yeniden ‘sembolik’ hücresine girmeye hazırlanıyordu. Ama bu kez, eğitici olsun, unutulmasın, unutturulmasın diye.
Hürriyet gazetesinde yer alan röportajın tamamını okumak için tıklayın