17 Kasım 2012 11:13
Türk futbolunun ve Beşiktaş’ın efsane isimlerinden Mehmet Özdilek, Antalyaspor’la yaşadığı başarıyı anlattı. Şifo Mehmet, “11 haftalık periyoda baktığımız zaman da ‘Bu kadar çabuk bu performansı bekliyor muydun’ derseniz açıkçası beklemiyordum. Ama oyuncuların kişilikleri, birbirleriyle olan iletişimleri karakter yapıları performansta önemli etken diye düşünüyorum” dedi.
Taraf gazetesinden Gülengül Altınsay’ın sorularını cevaplayan Mehmet Özdilek şöyle konuştu:
Geçmişin büyük oyuncusu Şifo Mehmet, bugünün Antalyaspor teknik direktörü Mehmet Özdilek, takımının başarılı performansıyla yine gündemde. Görüşmek istedim kendisiyle. Hiç nazlanmadı, bahane üretmedi. “Ne zaman istersen” dedi. Onunla söyleşi yapacağımı öğrenen herkes başta annem bol bol selam yolladı Antalya’ya. Bunun temelinde Şifo’ya özlem kadar, Beşiktaş’ın geçmiş parlak günlerine özlem de vardı kuşkusuz. Futbol dünyasına Ladikspor’da “merhaba” diyen Mehmet, futbolcu olmaya karar verince annesinin “Hangi işi yapıyorsan en iyi şekilde yap, sonuna kadar mücadele et” sözlerini hep hatırladı. İkinci Lig takımı Kahramanmaraş’ta başarılı bir sezonun ardından 1988’de Beşiktaş’a transfer oldu. Ve ne o Beşiktaş’ı bıraktı ne de Beşiktaş onu. 4 Ağustos 2001’de Milan-Beşiktaş maçıyla futbolculuk hayatına son noktayı koydu. Şifo’nun gelişi gibi gidişi de parlak olmuştu. Jübilesinin gelirini Eğitim Gönüllüleri Vakfı’na hibe ederek bir büyüklük daha gösterdi.
Bir yıllık İngiltere’deki antrenörlük eğitiminin ardından 2005’te Milli Takım’da Fatih Terim’in yardımcılığına getirildi. Ne var ki 16 Kasım (dün seneyi devriyesiydi) 2005’de o makûs İsviçre-Türkiye maçında İsviçreli bir oyuncuya çelme takmasıyla ceza aldı. Olayı içine sindiremedi ve 24 Kasım’da istifa etti.
12 aylık cezanın ardından 2008- 2009 sezonu itibariyle Antalyaspor’un teknik direktörü oldu.
Bu sezona çok iyi başlayan Antalya 11 haftanın sonunda Galatasaray’la birlikte aynı puana sahip; averajla ikinci konumda. Özellikle dokuzuncu haftada Kadıköy’de Fenerbahçe’yi 3-1’lik skorla devirmesi ve Fenerbahçe’nin orada 47 maçlık yenilmezlik serisine son vermesi çok ses getirdi. Gerçekten de Antalya mütevazı koşullarıyla büyük takımlara kafa tutan, her maçı son dakikasına kadar kovalayan bir takıma dönüşmüştü. İlk sorum da bu yöndeydi zaten:
Böylesine mücadeleci bir takım nasıl çıktı ortaya?
Sezon başı o anlamda kendimizi çek etme zamanıydı. Geçtiğimiz sezonun son altı haftasında cadı kazanı içine düştük. Zor günler yaşadık. Bu yüzden hem kendimizi hem oyuncu grubumuzu gerçekçi bir şekilde masaya yatırdık. Değerlendirme sonucunda 14 oyuncuyla yollarımızı ayırdık.
Kadrodan 14 oyuncuyu gönderebilmek kolay oldu mu?
14 oyuncuyu gönderip tekrar 14 oyuncu almak ve yola koyulmak hiç de kolay olmadı tabii.
Bu kadar oyuncu gönderip bu kadar oyuncuyu alarak yeni bir takım yaratmak da zor olmuştur.
Genel olarak takımın yüzde altmışı duruyor. Ayrıldığımız oyuncularla dostane bir şekilde ayrıldık. Vereceklerini belirttikleri performansı kendilerinden alamamıştık. Ama değişen sadece oyuncu profili değildi. Sistemde de değişiklik yaptık. Zaten oynamak istediğimiz oyuna, kafamızdaki şablona uygun oyuncuları almıştık.
Oyuncu seçerken zorlanmadınız mı?
Burada ciddi bir scout ekibimiz var. O anlamda doğrusu hiç “şunu mu alalım bunu mu alalım” ikilemine düşmedik. Tedirginlik yaşamadık. Planımız önümüzdeydi. Transferi de biz lig bitiminin hemen ardından Isaac’i alarak başlattık. O önemli bir ilk adımdı. Bu senenin tercihlerinin nasıl olacağının mesajını verdi. Partizan’dan Diarra olsun, Ajax’tan İsmail olsun Türkiye liginden Koray olsun, Hakan olsun, Ergün olsun bünyemize katkı sağlayabilecek ve bu ligi tanıyan kaliteli oyuncularla birlikte yabancı kontenjanını doğru harmanladık. Yaş ortalamamızı da 31,5’dan bu sezon 23’lere düşürdük. Aldığımız oyuncularımızdan İsmail 23, Emrah 20 yaşında mesela. Ama bu genç oyuncular tecrübesiz oyuncular değil aynı zamanda. Diarra geçen yıl Partizan’la şampiyonluk yaşadı. İsmail yine şampiyon olan Ajax’ın direkt ilk 11 oyuncusuydu. Isaac’i, Hakan Arıkan’ı, Emre Güngör’ü, Ömer Şişmanoğlu’nu zaten biliyoruz.
Planlamanız tuttu yani?
Evet ama 11 haftalık periyoda baktığımız zaman da “bu kadar çabuk bu performansı bekliyor muydun” derseniz açıkçası beklemiyordum. Ama oyuncuların kişilikleri, birbirleriyle olan iletişimleri karakter yapıları performansta önemli etken diye düşünüyorum.
Bundan sonra beklenmedik olumsuz bir sürece hazırlıklı mısınız?
Yukarılarda olmanın ne zorluklar getirebileceğini bilen bir insanım. Oyuncu grubumda da Uğur’undan, Deniz’inden, Hakan’ından, Diarra’sından, İsmail’inden bu havayı teneffüs etmiş çok sayıda oyuncum var. Ama bu sene şartlar bizi nereye getirecek açıkçası çok bilmiyorum. İşimizin her hafta daha fazla zorlaşacak. Ama yine de 11. haftada bir yerlere gelmişsek bir şeyleri düşünce olarak aştığımızı gösteriyor bu. Ama geliştirmemiz gereken çok şey var daha. Bu sene oyunculara öncelikle aşılamaya çalıştığımız şey haftadan haftaya değişen bir takım değil zor kaybeden kolay kazanan sağlam bir takım olabilmek. 11 haftalık periyotta bunu yakaladığımıza inanıyorum. Ama bunun sürekliliği çok önemli. Önümüzde altı hafta var devreye. Oraya kadar ki performans daha sonra nereye gidebileceğimizi de çok daha net bir şekilde gösterecek.
Musa Nizam alt yapınızdan gelen bir oyuncu. Bunun devamı gelecek mi?
Açıkça söylemek gerekirse; 2008’den geçen seneye kadar alt yapıyla ilgili önemli bir hamle yapamadım. Neden yapamadım; çünkü öncelikle üst takımın yaşaması gerekiyordu. Biz bir Eskişehir değiliz bir Bursa, bir Kayseri değiliz. Dolayısıyla önce ligde istikrarlı bir şekilde kendimizi kabul ettirmek ve saygınlık kazanmak çok önemliydi. Bir şeyleri isteyebilmek için önce bir şeyler vermek lâzımdı. Geçen sene itibariyle Sedat Karabıyık gibi alt yapıda en deneyimli en yetenekli insanı bünyemize kattık ve bu konuda ciddi bir atılım yaptık. Son dört yılda takıma alt yapıdan gelip direkt oynayan sadece iki oyuncumuz var. Musa ve Zeki. Ama alt yapı çalışmaları tamamlanınca iddia ediyorum Türkiye’nin en iyi alt yapılarından birine sahip olacağız. Şimdiden Antalya’nın gençlerini toplamaya başladık bile.
Başarılı olmanın olmazsa olmazları ne sence?
Bir takımın başarısı için masanın dört ayağı çok önemli; tesis, ekonomi, seyirci ve medya. Bunlar birbirini ateşlemeli.
Tesisleşme konusunda atılımlarınız olacak mı?
Aralık ayının başında yeni stadımıza ilk kazma vurulacak. Tesislere çok yakın 33 bin kişilik kutu gibi bir stadımız olacak. Yaklaşık iki yılda da bitmesi planlanıyor.
Peki seyirci?
Seyirci potansiyelimizi biliyorsunuz. Daha yeni yeni bizi desteklemeye başladılar. Son iki sezon stadın şehirden uzak olması seyirci kaybına sebep oldu. Şimdi üniversite kampüsü içindeyiz. Bu sayede ulaşım kolaylaştı ve üniversite gençliğiyle de bütünleşmiş olduk.
Üniversite kampüsü içinde stat çok ilginç değil mi?
Kampüs içinde oynanan lig maçları her halde başka bir yerde yoktur. 45-50 bin öğrenci var burada. Ciddi bir potansiyel. Ama asıl potansiyel tabii ki Antalyaspor’a aşık ama stat uzak olduğu için gelemeyen taraftarlar. Artık yürüyerek bile stada ulaşabiliyorlar.
Lig sıralamasında yine de bir hedefiniz olmalı?
Biz daha yeni gelişmeye başlayan yeni ayakları üzerinde sağlam durmaya çalışan yapımızla “şampiyon olacağız, Şampiyonlar Ligi’ne gideceğiz” demek düşünce olarak güzel olur da realiteye uymaz.
Siz ne derseniz deyin taraftarın Antalyaspor’dan beklentisi artmıştır.
Doğru. Başarıya hemen alıştık; şimdi bize “Kasımpaşa’yı niye yenemediniz” diye soruluyor. Yenebilecek kadar da oynadık ama Kasımpaşa da 50 milyonu transfere harcamış ciddi bütçesi olan bir kulüp. Yine de her şey istediğimiz şekilde yürüdü. Ama diyorum ya futbol bu. Biz özgüvenimizi koruyarak yolumuza ciddiyetle devam edeceğiz.
Ana sponsorunuz Medikal Park’ın katkılarından bahseder misin?
Maddi katkıları büyük. Antalyaspor’la o kadar kaynaştılar ki Medikal Park denince insanların aklına Antalyaspor, Antalyaspor denince Medikal Park geliyor. Ümit ediyorum ki sürer bu birliktelik.
Şu anda Süper Lig’de göğüs reklamı olmayan tek takımsınız.
Bu konuda da ciddi girişimlerimiz var. Cemil Kazancı sırt reklamıyla bize katkıda bulunuyor sağ olsun.
Beğendiğin ve örnek aldığın bir teknik direktör var mı?
Yok ama hem futbolcu olarak, hem de teknik adam olarak çok önemli teknik direktörlerle çalıştım. Hepsinden bir şeyler kapmışımdır. Gordon’la, Daum’la, Toshack’la, Scala’yla çalıştım. Rahmetli Robson’la, Alex’le (Ferguson) staj yaptım. Kiminin taktik zekâsını kiminin oyuncu iletişimini, kiminin duruşunu, kılık kıyafetini...
Bir tek Toshack’la sorunun olmuştu galiba.
O değişik bir karakter. Yıldız oyuncuları pek sevmiyor. Aslında sadece iki ya da üç maç yedek kalmıştım o dönem. Ama benim en başarılı olduğum en fazla gol atığım sezon da Toshack zamanıdır, o da ayrı.
Demek ki bir bildiği varmış Toshack’ın. Gelelim en önemli soruya: 16 Kasım 2005’te oynanan Türkiye-İsviçre maçının ardından Milli takımdaki görevini bıraktın. Biz bunu bir özeleştiri olarak gördük ve onurlu davranışın nedeniyle gönlümüzü kazandın. Çünkü olayların içinde olup da Milli takımdan ayrılan bir tek sen vardın.
Konuya bizim açımızdan bakmak da önemli. Milli takım yardımcı hocasısın, sorumlulukların var. Ayrıca İsviçre’de oynadığımız maçta biz de baskılara maruz kalmıştık. Dört gün sonra rövanşı oynuyorsunuz. Takımı psikolojik olarak tekrar pozitif hale getirmek hiç de kolay değil. Üstelik İsviçre’de 2-0 yenilmişsiniz. Ve müthiş bir atmosferde, taraftar beklentisi sırtınızda sahaya çıkıyorsunuz. Ben saha içinde görevli de değildim üstelik, tribünden indim sahaya. Oysaki sağlıklı düşünen, çabuk karar vermeyen, etrafı iyi analiz eden bir adamımdır. Ama insanlar hayatlarında hata yapabiliyor işte.
Sonra istemediğin bir konumda gördün kendini...
Evet, o gün yapmamam gereken bir şey yaptım. Bunun doğru olmadığını da net bir şekilde söyledim. Aslında o olaydan daha güçlenerek çıktım ben. Şunu anladım; her şerden bir hayır doğuyor. Ben o günü yaşamasaydım bugün Türkiye’de bu konumda olabilecek miydim bilemiyorum mesela. Hayat felsefemi, hayat duruşumu güçlendirerek çıktım o olayın içinden. Çünkü ben kimsenin altında çalışmadım, çalışamam da. Karakter olarak buna müsait bir adam değilim.
Fatih Hoca’yla birlikte çalıştığım altı aylık bir süreç oldu. Belki yaşananların bir birikmesi, bir patlaması da olabilir. Bilemiyorum açıkçası. İster Milli takımın teknik direktörü, ister yardımcı antrenörü olsun o konumdaki insanların daha sağduyulu olması gerekir. Biz topluma örnek olan insanlarız. Ama hiç “keşke” olmadı benim için. Şartlar onu gerektiriyordu. Yaşandı ve bitti. Ne var ki hiçbir hatayı iki kere ard arda yapacak kadar aptal bir adam da değilim. Bundan sonraki hayatımda önemli bir mihenk taşıdır, dönüm noktasıdır o olay.
İstifa sonrası neler yaşadın?
İstifamın ardından bir savunma süreci başladı. Hem ülkeyi hem de kendimi. O zaman gerçek anlamda tek başıma kaldım. Ben bu ülkenin milli takım hocasıydım. Kendi gücümle, kendi ekonomik gücümle savundum kendimi. Çok şeyler yaşadım. Konuşacak şeyler var ama o konu bitti benim için.
Günümüze dönelim. Yarın Beşiktaş’la önemli bir karşılaşmaya çıkacaksın. Ne hissediyorsun?
Beşiktaş’ın hayatımdaki yeri inkâr edilemez. Ama artık Antalyaspor’un başındayım ve tüm emeğimi Antalya için harcıyorum.
Büyük bir takımdan cazip bir teklif gelse ne yaparsın peki?
Hiçbir zaman varsayımlar üzerinden fikir yürütemem. Burada yönetimle, çalışanlarla, futbolcularla büyük bir uyum içindeyiz. Antalya’da mutluyum ben...
© Tüm hakları saklıdır.