Yönetmen Semih Kaplanoğlu, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişimiyle ilgili olarak Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a birtakım eleştiriler yöneltti. Kaplanoğlu, "FETÖ konusunda hepimiz kandırıldık ama o bir lider olarak daha önceden bunu fark edebilirdi. Belki de fark etti, bilemiyorum" dedi. Sözlerinin devamında Erdoğan'ı "muhalif" olarak tanımladığını söyleyen Kaplanoğlu, "Hem bu ülkedeki belli odaklara karşı hem de dünya ölçeğinde muhalif olarak görüyorum. Burada çok kristalize bir durum var. Ben bunu 10 senedir görüyordum ama şimdi sanırım herkes görmeye başladı" ifadesini kullandı.
Oyuncu Meltem Cumbul'un kendisinin elini sıkmamasıyla başlayan tartışmalara değinen Kaplanoğlu, şunları söyledi:
"Cumhurbaşkanımız sağ olsun aradı ve 'Üzüldüm. Neden bu şekilde davranılıyor?' diyerek benimle dertleşti. Sonrasında, 'Külliye’de senin filmini göstersek, gala gibi bir şey yapsak nasıl olur? Film ne zaman vizyona giriyor?' diye sordu. Ben 'Tabii ki olur, 24’ünde giriyor' deyince oradakilere seslenip '23’ünde ne yapıyoruz?' diye sordu. O günün boş olduğu cevabını alınca, 'Tamam o zaman, böyle bir şey yapalım. Zaten Külliye’nin salonunu tiyatro, sinema, müzik için yaptık. Bu tür şeyler için orayı kullanmayı düşünüyorduk. Bununla da başlamış oluruz' dedi."
Semih Kaplanoğlu'nun Kübra Par'ın sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
Sanatçı muhalif olmalı mıdır?
Sanatçı, hepsinden önce sanatçı olmalıdır. Kendi işini yaptığında, zaten o iş birilerine muhalefet ediyordur; birileri beğeniyordur, birileri nefret ediyordur.
Buradaki muhaliflikten kasıt aslında gücün ve iktidarın karşısında olmak....
Gücün ne olduğu tartışmalı bir mesele; neye göre güç, kime göre güç? Bence bu, saptanabilir ve gözümüzle kolayca gördüğümüz bir şey değil. Muhalefet kavramını bugün kendi dünyamız içerisinde sınırlı bir bakış açısıyla kullanıyoruz çünkü “Bizim için muhalefet kendi ülkemizde iktidara muhalefet olmaktır” diyoruz. Peki, bu kadar global bir dünyada, sizin ülkenizin iktidarıyla dünyadaki iktidar odakları arasında nasıl bir durum var? Burada bir çarpıklık ya da çarpıtma var. Bence esas muhalefet, dünyayı yönetenlerin iktidarına karşı yapılması gereken muhalefettir.
Siz bu anlamda Tayyip Erdoğan’ı muhalif olarak mı tanımlıyorsunuz?
Tabii ki muhalif olarak tanımlıyorum. Hem bu ülkedeki belli odaklara karşı hem de dünya ölçeğinde muhalif olarak görüyorum. Burada çok kristalize bir durum var. Ben bunu 10 senedir görüyordum ama şimdi sanırım herkes görmeye başladı. Dünyayı bu hale getirenleri; eşitsizliği, adaletsizliği, sömürü düzenini oluşturanları, 2003’te Irak’a girenleri görmeyeceğiz, sadece benim ülkemdeki birtakım olaylardan dolayı muhalif olacağız. Bu şaka gibi, büyük bir kandırmaca, ikiyüzlülük ve ahlaksızlık. Ben bu anlamda kendimi muhalif olarak görürüm ama bu muhaliflik dünyayla alakalı.
Filmin galasını neden Cumhurbaşkanlığı’nda yaptınız? Teklif onlardan mı gelmişti? Süreç nasıl gelişti?
Adana’da yaşanan nahoş olaydan sonraki gün (Meltem Cumbul’un ödül töreninde elini sıkmamasını kast ediyor. E.N.), Cumhurbaşkanı’mız sağ olsun aradı ve “Üzüldüm. Neden bu şekilde davranılıyor?” diyerek benimle dertleşti. Sonrasında, “Külliye’de senin filmini göstersek, gala gibi bir şey yapsak nasıl olur? Film ne zaman vizyona giriyor?” diye sordu. Ben “Tabii ki olur, 24’ünde giriyor” deyince oradakilere seslenip “23’ünde ne yapıyoruz?” diye sordu. O günün boş olduğu cevabını alınca, “Tamam o zaman, böyle bir şey yapalım. Zaten Külliye’nin salonunu tiyatro, sinema, müzik için yaptık. Bu tür şeyler için orayı kullanmayı düşünüyorduk. Bununla da başlamış oluruz” dedi. “Olur, çok sevinirim” dedim ve böyle gerçekleşti.
Cumhurbaşkanı’nın teklifine “Evet” derken “Çok eleştiri gelir, kabul etmesem mi” diye tereddüt ettiniz mi?
Hiç tereddüt etmedim.
Sanatçıların iktidara yakın durmasının sıkıntılı bir şey olduğunu düşünen çok insan var. Siz bu açıdan, filminizin galasının Cumhurbaşkanlığı’nda ve bir siyasi iktidarın genel başkanının yanında yapılmasını kendi içinizde nasıl karşıladınız?
Benden çok, iktidar bana yakın durdu. Sonuçta onların teklifiydi. Ben de tabii ki Türkiye’nin seçilmiş Cumhurbaşkanı’nın, bütün milletin sahibi olduğu Külliye’de böyle bir teklifte bulunmasını kabul ettim. Çünkü orası ona şahsi olarak ait değil, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı’nın mekânı. Cumhurbaşkanı kim olursa olsun kabul ederdim. Ayrıca şahsi olarak da Türkiye’yi yönetişini takdir ettiğim ve beğendiğim birisi.
Semih Kaplanoğlu “Erdoğancı” mı?
“Erdoğancı” tabirini tam olarak anlamıyorum.
Yani AK Parti’ye yakın, Erdoğan’ı seven, onun siyasi çizgisinde duran biri mi?
56 yaşındayım, Türkiye’de birçok hükümetin gelip gittiğini gördüm. Kendimi hatırladığımda 12 Mart olmuştu, o zaman 8-9 yaşındaydım. O günden beri Türkiye’deki siyaseti, yönetilme tarzını takip ediyorum. Erdoğan’ın ülkeye çok büyük hizmetleri olduğu fikrindeyim. Sadece ekonomik, refah anlamında değil, bu ülkenin mayasını oluşturan ruhun tecelli etmesinde ve belli bir anlamda halkın kendini ifade etmesinde de çok önemli bir aktör olduğunu düşünüyorum. Türkiye’deki sivilleşme, demokratikleşme meselelerinde geçmişe göre çok daha büyük adımlar atmasını, Kürt meselesindeki yaklaşımını değerli buluyorum. Hataları tabii ki var ama istikrarlı bir şekilde, Türkiye’nin her anlamda önünü açmakta olduğunu ve bir yandan da sadece Türkiye’deki değil, coğrafyamızdaki ve bütün dünyadaki insanların dertlerini dinlediğini görüyorum. Ziyaret ettiğim birçok yerde de bunu gözlemledim. Bütün bunlardan dolayı onu beğeniyorum.
“Hataları tabii ki var” dediniz. Eleştirdiğiniz yönleri ne?
FETÖ konusunda hepimiz kandırıldık ama o bir lider olarak daha önceden bunu fark edebilirdi. Belki de fark etti, bilemiyorum. Onun dışında da başka söyleyebileceğim bir şey yok.
"Uzattığı el hep geri çevrildi"
Hayli sayıda insan,”Gazeteciler tutuklanıyor, muhalif kesimin sesi kısılıyor, özgür bir ortam yok, otoriterleşme var” diye düşünüyor. Siz bu anlamda bir sıkıntı görüyor musunuz?
15 Temmuz’da, bu ülkede bir darbe teşebbüsü oldu. Erdoğan, Kürt sorununu çözmek için risk almış bir hükümetin başkanlığını yaptı, görüşmeleri sürdürdü ve bütün bu attığı adımlardan sonra uzattığı el hep geri çevrildi. Bir darbe teşebbüsü sonucunda bu ülkede tabii ki belli kısıtlamaların olması gerekiyor. Çünkü bir yandan ciddi terör olayları var, 250 kişi ölmüş. Dik durulmalı, ciddi bir iç savaş ortamında yaşıyoruz. Bütün bunlar tabii ki demokratik hakların zedelenmesini gerektirir gibi bir mantık kurmuyorum ama bunu olağan buluyorum.
Demokrasi anlamında boğucu bir atmosferde olduğumuzu düşünüyor musunuz?
Bunun geçici bir süreç olduğunu düşünüyorum. Böyle bir atmosfer olduğu söylenebilir ama bu tehdidin ve yaşadığımız sorunların temeline baktığımızda aslında yapılacak da başka bir şey yok. FETÖ denilen örgütün, ülkenin seçili hükümetini devirmeye kalkan bir darbe girişimi var. O darbe girişimi sadece bir grubun da değil, arkasında başka devletlerin de olduğunu görüyorsunuz. Ortada “Beka sorunu” dedikleri sorun da var. Buna rağmen aslında belli haklar konusunda sıkıntılar olmakla beraber, şu anki ortam 12 Eylül ve 28 Şubat’taki ortamla mukayese bile edilemez.