03 Ocak 2018 17:10
Kamu-Özel Ortaklığı (KÖO) projesiyle kurulmaya başlanan ve şu ana kadar Türkiye genelinde Mersin, Adana, Yozgat ve Isparta illerinde hizmete açılan Şehir Hastaneleri'nde randevu almanın oldukça zor olduğu ve şehir dışında bulundukları için hastaların hastanelere ulaşmak konusunda sıkıntığı yaşadığı, muayene için bekleyen yaşlı ve engelli hastalar için oturma alanlarının olmadığı belirtildi. Adana'daki şehir hastanenin içinde ise yangın merdiveni dışında kullanılabilecek bir merdiven bulunmadığı ortaya çıktı. Yaşanan yoğunluk nedeniyle hastanın mahremiyetinin hiçe sayıldığı ve hastanenin kafeteryasındaki fiyatların neredeyse havaalanı fiyatlarıyla aynı olduğu belirtildi.
Birgün'den Melten Yılmaz'ın haberine göre, Mersin şehir hastanesinde görünen o ki, lüks betona epey para harcanmış. Devasa bir alan kaplayan hastanenin içerisinde inanması güç ama insanlar navigasyon kullanıyor! Bu kadarla da sınırlı değil. Hastane içerisinde, kaybolan ya da yürümekten yorulan kişiler için golf arabaları turluyor. Bu durum ilk bakışta olumlu bir tablo olarak değerlendirilebilir, ancak ne hastalar ne de sağlık personeli aynı görüşte: Hekimler ve diğer sağlık personelinin acil durumdaki hastaya mümkün olduğunca erken müdahale gerekliliği düşünüldüğünde, Mersin şehir hastanesinin, hastane mantığına son derece aykırı bir mimari özelliği taşıdığı ortaya çıkıyor. Zaten burada konuştuğum hastalar, hastane içerisinde bir yerden başka bir yere gitmenin zorluğuna dikkat çekiyor. Mukaddes Yılmaz (78) adlı hasta, “yaşım ve kilom nedeniyle hastane içinde gideceğim yere varmak beni çok yoruyor. Arada bir, hastane içinde hasta taşıyan akülü arabalar görüyorum ama onlar yakalamak mümkün olmadı bugüne kadar” diye konuşuyor. Peki sağlık personeli bu duruma ne diyor? Onların düşüncesini yukarı katlara çıktıkça öğreniyorum…
Hekimler sekreterlik yapıyor
Mersin şehir hastanesinin devasa alanı ile hantal yapısı, bir başka önemli sorunu da beraberinde getiriyor: Poliklinik önünde tanık olduğum bir sözlü taciz olayında, hekimin istemiş olduğu güvenlik görevlisi, neredeyse 10 dakika sonra hekimin olduğu yere gelebiliyor. Sağlık personeline şiddet olaylarının en fazla yaşandığı kentlerden birinin Mersin olduğu düşünüldüğünde, böyle bir zaman kaybının ne anlama geldiği açık.
Burada görüşlerine başvurduğum bir hekimin anlattığına göre, hastanenin devasa alanı, hekimlerin ve diğer sağlık personelinin de kabusu haline gelmiş:
“Yalnızca bir kattan başka kata değil, aynı kattaki hastaya ulaşmak bile mesele. Başta İngiltere olmak üzere tüm dünya, verimsiz olduğu için şehir hastaneleri modelinden geri adım atıyor. Türkiye ise 2020’ye kadar tüm devlet ve araştırma hastanelerini şehir hastanelerine çevirmiş olacak. Yani ileri ülkelerin tam tersi istikamete gidiyoruz yine. Türkiye’deki şehir hastanelerinin sorunları bu kadarla sınırlı değil. Bu hastanelerin en büyük sorunlardan biri de aşırı yatak kapasitesi. Tüm dünya, ideal hastane yatak sayısı 200 ile 600 arasında kabul ederken Türkiye’deki şehir hastanelerinde yatak sayısı 1000-3000 arasında. Bakın, Mersin’de yatak sayısı dahi 1300 ki bu hiç de iyi bir şey değil. Çünkü ne kadar çok yatak olursa hekimin hastayla ilgilenmesi o kadar zorlaşır.”
Aynı hekimin anlattığına göre, hastanenin bir diğer hayati sorunu da sekreter yetersizliği. Bu nedenle hekimler, kendileri sekreterlik yapmak zorunda kalıyormuş: “Polikliniklerde dahi yeterli sekreter olmadığı için kaos oluşuyor. Bu kaos nedeniyle hastaya yeterli zaman ayıramıyoruz. Hasta, hak ettiği tedavi olanaklardan git gide daha fazla mahrum kalıyor.”
Sağlıkçılar fazla hasta bakmaya zorlanıyor
Mersin, bilindiği gibi Suriyeli nüfusun yerel nüfusla neredeyse eşitlendiği bir kent. Hastanede hizmet alan hastaların büyük bir çoğunluğunu Suriyeliler oluşturuyor ancak burada Arapça bilen personel yetersizliği, hasta ile hekim arasında iletişim sorununun katlanarak artmasına yol açıyor. Öte yandan hastalar, randevu konusunda eski sorunların devam ettiğini, yine telefon başında beklediklerini söylüyor.
Ancak randevu meselesi, yalnızca hastalar açısında sorun teşkil etmiyor. Mersin şehir hastanesinde konuştuğum bir görevli, burada da, tıpkı diğer şehir hastanelerinde olduğu gibi, idarenin hastane gelirlerini artırmak için sağlık personelini randevu sistemi dışında, aşırı derecede hasta bakmaya zorladığını anlatıyor. Yani, hastane yönetimi, sağlık personelini, Bakanlık’tan alınan merkezi randevuların dışında hasta bakmaya zorluyormuş. Bu da, aşırı yük ve düşük hizmet demek oluyor.
Bunun nedeni, hastanenin sahibi olan Rönesans şirketinin, hastaneye sağlıkçı gözüyle değil, yalnızca kar odaklı bakmasından kaynaklanıyor. Çok başlı yönetim biçimi, işçi sağlığı, iş güvenliği ve hasta hakları alanında yaşanan devasa sorunlar, AVM ile hastaneciliğin aynı zihniyetler tarafından hayata geçirilmiş olmasının getirdiği son noktayı gözler önüne seriyor. Kafeteryada konuştuğum bir hekim de farklı bir açıya dikkat çekiyor: Mersin şehir hastanesinde çalışan personelin, valilikte toplanan bir komisyon kararıyla ve hiçkimsenin görüşü alınmadan zorunlu bir şekilde buraya geçirildiğini ve son derece mutsuz olduklarını anlatıyor.
Mersin şehir hastanesinden ayrılıp Adana şehir hastanesini gezmek için yola koyulmadan önce, buraya hissedilir bir düzensizliğin hakim olduğunu görüyorum. Belki de bu nedenle hemşire, sekreter ve doktorların yüzü asık…
Adana şehir hastanesinin sapa bir bölgede oluşu, hastaneye aracıyla gidenler için sorun teşkil etse de, esas çileyi toplu taşıma kullananlar çekiyor. Bu hastanenin olduğu bölgeye toplu taşıma imkanının kısıtlı olması, seyrek gelen otobüslerin hıncahınç dolmasına, zaten rahatsızlığı olan birçok hastanın sıkıntısının artmasına neden oluyor. Zira birçok hasta, hastane yolu boyunca ayakta yolculuk yapmak durumunda kalıyor.
Toplu taşımadan inip hastaneden içeri adımımı attığımda, kendimi tıpkı Mersin’de olduğu gibi devasa bir alanda buluyorum. Gözüme, hemen girişte, yolunu arayan, bulamayan ve sağa sola “adres” soran hastalar çarpıyor. Ben de benzer şekilde yön duygumu kaybetmek üzereyken, bir görevliye yataklı servislere nereden çıkabileceğimi soruyorum ancak aldığım cevap inanılır gibi değil: 1550 yataklı koca hastanede, hastaların ve sağlık çalışanlarının kullandığı bloklardaki poliklinik ve servisler arasında merdiven yok! Tek seçenek asansör! Peki bunca insan asansörle nasıl taşınır, merak ediyorum.
Az sonra merakımı, beni bir kez daha şaşkınlığa uğratan bir görüntüyle gideriyorum çünkü onlarca insan asansör önünde toplanmış, oflayıp puflayarak asansörün gelmesini bekliyor. Yalnızca bir kat çıkabilmek veya inebilmek için onlarca dakika bekleyen hastalar bir yana, saniyelerin ölüm kalım meselesi olduğu bir yerde hekimler ve diğer sağlık personelinin bu kadar uzun süre asansör beklemek zorunda olması, daha ilk anda Adana şehir hastanesinde hayati bir eksikliği ortaya çıkarıyor. Zaten asansörde bir hasta yakını da, durumu özetler nitelikte, şu şekilde konuşuyor: “Koca hastane gösteriş ve milleti kandırmaktan başka hiçbir işe yaramıyor. Baksana biz hastamıza ulaşamıyoruz, Allah muhafaza, ölüm kalım durumunda doktor, hemşire nasıl ulaşacak? Bir hastanın yanına bu kadar zor gidildiği dünyanın neresinde görülmüş? Tam siyasetçilere hizmet etmesi için yapılmış bir hastane. Bu binalarla bol bol hava atarlar seçimde.”
Sonunda asansöre binmeyi başararak yataklı servis katına çıktığımda, odaların bir hayli geniş olduğunu fark ediyorum. Bu manzara da ilk bakışta olumlu gibi görünse de, aslında öyle değil. Çünkü odaların standartların iki katına çıkmış olmasına rağmen personel sayısının değişmemesi, verimin düşmesi demek. Katlarda servislerin birbirine olan aşırı uzaklığı, tıpkı Mersin gibi, Adana şehir hastanesinde de karşıma çıkan önemli bir çarpıklık.
Tekrar aşağı inerek poliklinikleri gezmeye başladığımda, poliklinik önlerinde yaşanan karmaşa dikkatimi çekiyor. Birkaç adım sonra, bu karmaşanın nedeninin, poliklinik kapıları önünde bitkin halde sıra bekleyen yaşlı ve engelli hastalar için dahi oturma imkanının olmamasından kaynaklandığını görüyorum. Engelli bir hasta, sırada olan genç hastanın kendisine sıra vermemesi nedeniyle ayakta kaldığını söyleyerek, ona yüksek sesle bağırıyor. Görünen o ki, çoğu hastanın randevularına göre değil, kapıda yığılarak doktor odalarına girmeye çalışması ve bu sırada ayakta bekleme zorunluluğu, hastaların birbirleriyle ve sağlık personeliyle sık sık tartışmasına neden oluyor.
Göz polikliniği önünde bekleyen Gülten Deniz (68) adlı hasta, şöyle konuşuyor: “Göz muayenesi için randevumu alıp geldim ama burda kimse randevuya göre alınmıyor. Herkes kafasına göre içeri girmeye çalışıyor ve bu düzensizliğe bir dur diyen yok. Sekreterlere sorduğumda, bu durumu yönetime bildirdiklerini ancak hiçbir geri dönüş alamadıklarını söylüyorlar. Kimi zaman hastaların kavgalarını ayırmak isterken şiddete bile maruz kalıyorlarmış. Dışı güzel fakat içi rezil bir sistem var şehir hastanelerinde.”
Diğer polikliniklerin de bu şekilde olup olmadığını merak ederek gezmeye başlıyorum ancak bazılarının bu sorunu hastaları toplu halde içeri alarak “çözdüğünü” görüyorum. Ancak bu durumda da, başka bir yasal sorun ortaya çıkıyor zira içeride bir hasta varken başka hasta almak, içerideki hastanın mahremiyetini ihlal etmek anlamına geliyor. Bilindiği gibi, her hastanın mahremiyet hakkı var ancak şehir hastaneleri bu hakkı yok saymışa benziyor.
Gün ortasında, öğle yemeği yemek için kafeteryasına gittiğim hastanede bu defa bambaşka bir sorunla karşı karşıya kalıyorum. Hastanenin kafeteryasında fiyatlar, neredeyse havaalanı fiyatlarıyla aynı. Hastaların büyük bir çoğunluğunu dar gelirli yurttaşların oluşturduğu bu hastanede sözkonusu fiyatlar, sağlık hizmetlerinden kar etmeye çalışan yönetim anlayışının vahşi yüzünü bir kez daha gözler önüne seriyor…
Adana şehir hastanesinde, hekimler ile sağlık personelinin çalışma yoğunlukları artmasına rağmen, döner sermayeden aldıkları pay dibe vurmuş durumda. Konuştuğum bir hemşire, hastanenin çok kötü işletildiğine dikkat çekerek, yöneticilerin tüm şikayetlere karşın hiçbir iyileştirme yapmadıklarını söylüyor. Ağır çalışma koşullarına rağmen döner sermayeden tek bir kuruş dahi almadıklarını söyleyen bir başka hemşire de, 3 ay önce çalıştığı doğum hastanesinde aylık 800 lira ek ödeme aldığını, burada çalışmaya başladığından beri ek gelirini kaybetmiş olması nedeniyle çocuğuna aldırdığı özel dersi kesmek zorunda kaldığını gözyaşları içinde anlatıyor. Hastanede görev yapan bir stajyer hekim de, şehir hastanelerinde hekimlerin en hayati sorunlarından birinin, akademik personellerin yasal statüsü ve araştırma imkanlarının belirsizliği olduğunu anlatıyor.
Diğer yandan hemen herkes, Adana’nın en önemli sağlık kuruluşu, Türkiye'nin en köklü eğitim araştırma hastanelerinden biri olan Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile bir kadın doğum ve çocuk hastanesinin, bu hastane için kapatılmış olmasının, çok ciddi bir yanlış olduğuna dikkat çekiyor.
Şehir hastanelerinin yapımı ve giderlerini tümüyle kamu karşılarken, kar ise hastane sahibi şirkete kalıyor. Bu hastanelere kamunun cebinden 25 yılda çıkacak olan para, 30,3 milyar dolar dolaylarında. Şehir hastanelerini yapan firmalara, parası kamu tarafından ödenecek olan hastane içi hizmetler arasında; bakım ve onarım hizmetleri, görüntüleme ve laboratuvar hizmetleri, sterilizasyon, çamaşır, temizlik, güvenlik ve yemek hizmetleri, rehabilitasyon hizmetleri, bilgi işlem hizmetleri ve ekipman hizmetleri yer alıyor.
Halihazırda hizmet veren diğer iki şehir hastanesi olan Yozgat ve Isparta’da da tablo farklı değil. Buralarda da, devasa alanlar ve gösterişli binalarla uzman, sekreter ve cihaz eksikliğinin kapatılmaya çalışıldığı görülüyor. Hastalar, bir süre önce hastanede EKG cihazı olmadığı için başka bir şehre sevk ediliyorlarmış. Burada da yalnızca hastalar değil, sağlık personeli de işleyişten bir hayli şikayetçi. Atamaların büyük çoğunluğunun taşerondan yapılması, Rönesans firmasının hastanenin tüm çalışanlarının patronu gibi davranmasına, insanlık dışı saatler ve koşullar dayatmasına neden oluyormuş.
Ve şehir hastanelerinden, aklımda şu sorularla ayrılıyorum: Siz ya da bir yakınınız, bu hastanelerde yatıyor olsanız, lüks binalarda hizmet almak uğruna, acil müdahale ekibinin ortalamanın çok üstünde bir sürede size ulaşacak olmasına razı olur musunuz? Sağlık personeline yüklenen aşırı yük ve normalin çok üstünde hasta bakma zorunluluğu nedeniyle, size hak ettiğiniz tanı, teşhis ve tedavi hizmeti verememesini normal karşılar mısınız? Bir başka değişle, şehir hastanelerinde otelcilik ve diğer ticari hizmetlerin öne alınmasının, sağlık hizmetlerinde kaliteyi düşürerek sizin ve sevdiklerinizin hayatınızı tehlikeye atmasını, gerçekten “reform” sayar mısınız?
© Tüm hakları saklıdır.