T24 - Toplumda kim sivrilirse hakkında bir CD çıktığını söyleyen hukukçu Prof. Fevzioğlu karamsar bir tablo çiziyor: Geometrik diziyle artan bir dinleme süreci var. Kasetler patlıyor. İnsanların özel hayatları, ilişkileri hepsi ortada. Şeffaf değil müstehcen bir toplum olduk.
Vatan gazetesi yazarı Deniz Güçer'in "Müstehcen bir toplum olduk" başlığıyla yayımlanan (11 Eylül 2010) yazısı şöyle:
'Müstehcen bir toplum olduk'
Prof. Metin Feyzioğlu, ünlü siyasetçi, İsmet İnönü kabinesinin önemli isimlerinden Turan Feyzioğlu’nun torunu. Ankara Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan Feyzioğlu, Ankara Barosu başkan adayı. YAŞ öncesi Genelkurmay’a hukuki görüş verdiği iddialarıyla gündeme gelen Feyzioğlu, “Düşman ordusuna mı görüş verdi diyorlar? Bu iddiayı madalya gibi göğsümde taşırım” dedi. Referanduma saatler kala Metin Feyzioğlu ile tarihi bir fotoğrafın önünde konuştuk:
“Hayır” diyeceğinizi açıkladınız. Neden ‘Hayır’?
Sadece hukuki gerekçelerle “hayır” diyorum. Metne siyasi bakmayı doğru bulmuyorum. İlk göze çarpanlar yargıya ilişkin maddeler. Diğer maddeler ya mevcut anayasanın genel hükümlerinde, ya kanunlarla çözülecek kadar basit konular. Mesela ‘Fişleme işkencesine son’ deniyor. İnsanlar fişleniyorsa, ben fişlemiyorum. Anayasa’da “fişleyeceksin” diye bir hüküm olmadığına göre lütfen fişlemeyin. Demek ki göstermelik.
Pozitif ayrımcılık bir yarar getiremez mi?
Hukuk fakültesi birinci sınıfta okutulur: Herkes kendi statüsünde eşittir. Kadınlar kendi arasında eşit olacak. Maddenin kadınlara ilave hak getirmesi söz konusu değil. Dikkatli okuduğunuzda, başka bir tehlike görüyorsunuz; ‘Kadınların durumlarını düzeltecek tedbirleri devlet alır’ diyor. Peki bu tedbirlerin kadınların lehine, çağdaş standartlara uygun olduğuna kim karar verecek? Cevabı; yaratılacak yeni yargı. Kadınlara mahsus otobüs getirilse, parklar yapılsa ve bu ‘pozitif ayrımcılık’ olarak topluma takdim edilse, ‘Hayır bunlar kadınları köleleştiriyor’ kim diyecek? Yeni Anayasa Mahkemesi. Yargıyı iktidara bağlarsanız, bir siyasi idelojinin yargısı olarak karar verir.
Daha önceki anayasa değişiklikleriyle kıyaslıyor musunuz?
Eğri oturup doğru konuşalım. Türkiye, en büyük anayasa reformunu koalisyon hükümeti döneminde yaşadı. Koalisyona da belki AB dayattı diyebilirsiniz ama hükümet sessiz sedasız ve tam bir uzlaşma ile yaptı. Bugün yapılmak istenen ise reform değil.
“Genelkurmay'a görüş verdim, vermedim" diyemem
Genelkurmay’a YAŞ öncesi görüş verdiğiniz iddialarıyla gündeme geldiniz?
Ben bir avukatım. Avukat ve hukuk öğretim üyesi olarak bir anayasal kurum benden görüş sorarsa onur duyarım. Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık veya Çevre bakanlığı görüş sorarsa onur duyarım. Genelkurmay başkanlığı sorarsa da duyarım. Yeter ki doğruyu söyleyeyim.
Görüş verdiniz mi?
Kime görüş verdiğimi, kime vermediğimi ifşa etmek durumunda değilim. Verdim desem de, vermedim desem de bağlı olduğum meslek kurallarına göre sıkıntı olur. Açıkçası bu kimseyi de ilgilendirmez.
Eleştiriler sizi rahatsız etti mi?
Beni asıl rahatsız eden kendimle ilgili değil. Türk Ordusuna görüş verildiği iddiasının bir suç, ayıplanacakmış bir şey gibi sunuldu. Bunu ben madalya gibi göğsümde taşırım. Neticede düşman ordusuna görüş vermekle suçlanmıyorum ki. Ama bazı kişiler hukuki görüş bildirmeyi yargıyı etkilemek olarak sundu. 500 sene önce Ortaçağ’da savunma, yargıya saygısızlık kabul edilirdi. Hiçbir şey bilmiyorlarsa Fransız ihtilali oldu. Savunma hakkı en kutsal hakların başında sayılmaya başladı. Ama herhalde demokrasiyi özümseyememiş bir takım zihinlerde ‘Benim düşüncemde olanın savunma yapma hakkı var, değilse hiçbir hakkı yoktur’ fikri var. Bugüne kadar haklarınızın ihlal edildiğini savunuyordunuz. Şimdi farkınız nerede?
Yargıtay mensuplarının kamuoyuna yansıyan konuşmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Artık siyasetçileri bırakın sokaktaki insanlarda, hükümeti eleştirmeye cüret edenlerde ‘Dinleniyorum’ paranoyası başladı. Haksız da değiller. Geometrik diziyle artan bir dinleme süreci var. Kasetler patlıyor. İnsanların özel hayatları, gayri meşru veya meşru ilişkileri hepsi ortada. Şeffaf değil, müstehcen bir toplum olduk. Bunları kınamasını beklediğiniz, çok saydığınız hukukçular ‘Aşk gemisine döndü’ diyor. Ama bir gerçeklik var; kim sivrilirse bir şekilde CD’si çıkıyor. Ben yasadışı yoldan elde edildiği için güvenilirliği konusunda hiçbir somut veriye sahip olmadığımız kayıtların doğru olmadığını kabul ederim.
Sayın Başbuğ, ifade vermeye çağrılacak iddiaları da duyuldu?
Bunu bilmiyorum. Ama ilçe emniyet müdürünü dahi ifade almak için başsavcı çağırır. Statüsü gereği uygulama bu şekilde yapılır. İlçe emniyet müdüründen esirgemediğimiz bir uygulamayı herhalde Genelkurmay Başkanı, Kuvvet Komutanı’ndan esirgemezsiniz.
Cezaevlerinde yüzde 60 tutuklu, yüzde 40 hükümlü var
YAŞ öncesi tutuklamalar ve tahliyeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Siz haklı olarak hep gündemdeki davaları soruyorsunuz. Haksız tutuklanan sadece kamuoyunca bilinen insanlar değil. Türkiye’deki bütün cezaevlerinin popülasyonun yüzde 60’ı tutuklu, yüzde 40’ı hükümlü. Yüzde 60’ı ya dava açılıp açılmayacağını bekliyor ya da soruşturmaları devam ediyor. Korkunç bir rakam. Oysa tutuklama bir tedbirdir. Tutuklanan kişinin suçlu olduğu sabit değil. Ve açılmış ceza davalarının yaklaşık yüzde 40’ı beraatle sonuçlanıyor.
Yani bunca insan masum yere içerde?
Evet. Avrupa’da yüzde 15 beraatle sonuçlanıyor. Açılmaması gereken dava açılmıyor. Japonya’da oran yüzde 1. Ama o kadar gereksiz dava açılıyor ki beraatlerin de mahkumiyetlerin de sağlığından şüphe ediyorum. Anayasa değişikliğinde buna ilişkin tek bir kelime var mı, yok. ‘Ne olacak’ diyenler kendilerini 3 gün bir odaya kilitlesin öyle konuşalım.
Silivri’de de böyle bir sonuç mu bekliyorsunuz?
Davaların içeriyle ilgili konuşmam. Usule ilişkin ise, ‘Bu kadar çok sanıklı dava olmaz. Çünkü bu kadar çok sanığın içinde sapla saman karışır’ derim. Darbeler demokrasinin düşmanıdır, daha kötüsü yok. Ama korkarım aralarında bağlantı kurulmamış, yan yana gelmeleri zor görünen insanların aynı örgütün üyesi gibi sunulması nedeniyle varsa gerçek darbecilerin çokluğun içerisinde kaybedilmesi mümkündür. Gerçek suçluları adalet bulup çıkarması çok zor olabilir.
O fotoğrafın hikayesi
Metin Feyzioğlu’nun annesi 19 yaşında tek evladını doğururken hayatını kaybetti. Dede Turan Feyzioğlu bu acı kaybın ardından torununu nüfusuna geçirdi ve ‘Babası’ oldu. “Dedemi örnek alıyorum ama yarışmıyorum.
Yarışabileceğimi de sanmıyorum” diyen Metin Feyzioğlu, dedesi nedeniyle siyasetin tam ortasında büyüdü. Öz babasıyla da ilişkisini sürdüren Metin Feyzioğlu, “Dedeme hep baba dedim” ifadesini kullanıyor. Çalışma odasının duvarında İsmet İnönü ve Turan Feyzioğlu’nun oldukça neşeli bir fotoğrafı duruyor. Hava kuvvetleri binasında çekilen fotoğrafın hikayesi de tarihi: “Talat Aydemir’in ilk darbe girişimi...Olayı haber alan İsmet İnönü yanına Turan Feyzioğlu’nun bulunduğu kurmaylarını alarak ele geçirilmeyen tek birim olan Hava Kuvvetleri binasına sığınır. Gece Aydemir’den İnönü’ye haber gelir: Teslim olun. Ancak İsmet İnönü’den jet yanıt gider: Sabaha kadar teslim olursa canını bağışlayacağım”. Derken sessizlik başlar. Bir saat sonra İnönü, ‘haydi çocuklar iyi geceler deyip’ yatağa yönelir. Ekibi şaşkınlık geçirir ve ayaklanır. Bu durumda uyumasının mümkün olmadığını söylerler. Kurt siyasetçinin yanıtı ise ilginçtir: ‘Hala hayattaysak sabah gider onları teslim alırız, merak etmeyin. Gidip siz de yatın.’ Gerçekten de İnönü’nün dediği olur ve ertesi gün Aydemir silahını teslim eder. İnönü de Aydemir’in asılmasını engeller. İşte bu fotoğraf da o gecenin sabahında HKK’den çıkarken çekilir.