Karar Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Kiras, AKP'nin "seçimde organize bir yolsuzluk yapıldığına" ilişkin iddiasının karşılık bulmadığını bunu geçmiş yıllarda dile getirmediğini söyledi. "AK Parti bu seçimlere mağdur bir imajla, statükoyla savaşan bir kimlikle girmedi" diyen Kiras, "Adaylarının süreç boyunca mağrur ve müstağni duruşları bir yana, seçim gecesi Anadolu Ajansı’nın yaptıkları, önce iktidar partisinin oylarının yüksek olduğu sandık sonuçlarının açıklanması, sonra CHP adayının oy farkını kapatıp öne geçeceği belli olduğunda veri akışının durdurulup alelacele Binali Yıldırım’ın zaferinin ilanı vs. vs… AK Parti adına bir mağduriyet iddiasının toplumda karşılık bulmasını çok zorlaştırıyor" diye yazdı.
Kiras'ın "AK Parti ‘iktidar’ oldu, problem bu" başlığıyla (9 Nisan 2019) yayımlanan yazısı şöyle:
AK Parti’nin 17 yıl boyunca “iktidar yıpranması” adı verilen doğal süreçten hiç etkilenmeden arkasındaki toplum desteğini koruyabilmesinin en önemli sebeplerinden biri “iktidarda bile muhalif” duruşunu sürdürmesiydi. Başta Erdoğan olmak üzere parti sözcülerinin ve partiyi temsil eden diğer aktörlerin dili daima muhalif bir üslup taşıyordu. Ülkede gerçekleşen olumlu gelişmeleri haklı olarak AK Parti iktidarının başarısı olarak tescil ettirmesine karşılık, devam eden olumsuzlukları iktidar partisinin gerçek anlamda iktidar olmamasına yoran bir dil kullanılıyordu.
Bu siyaset büyük ölçüde karşılık buldu. Yaşanan problemlerin çözümünün iktidar aktörlerinin değişmesinden ziyade mevcut düzenin değişmesi gereğine bağlayan toplum kesimlerinin desteği sağlandı. Çünkü çizilen resim gerçekçiydi. Çünkü mevcut düzen siyasi iktidarın güç ve yetkilerinin üzerinde bir otorite oluşturuyordu.
AK Parti hükümetlerinin ilk dönemlerinde halkın oyunu alarak iktidara gelmiş olan partinin gerçek anlamda muktedir olmasına izin vermemeye yönelik müdahaleler bu resmi zihinlere nakşetti. Bu resimde Ak Parti iktidara gelmişti ama mevcut düzene muhalefeti devam ediyordu.
Hikâyenin devamını biliyoruz… Genelkurmay ve Anayasa Mahkemesi başta olmak üzere bürokrasinin sivil siyaset üzerindeki vesayetine imkân sağlayan siyasi yapı karşısında verilen mücadele çok geniş bir kesimin desteğiyle başarıya ulaştı. Bugün bürokrasinin sivil irade üzerinde tahakkümünden söz etmek imkânsız. Tam aksine muhalefet çevreleri bugün bürokrasiyi siyasi iktidarın emrine girip tarafsızlığını yitirmiş olmakla suçluyor.
Keza geçmiş yıllarda halkın oylarıyla yönetme yetkisi alan sivil siyasetçilerin iktidara gelseler bile muktedir olmalarına izin vermeyen düzenin aktörleri arasında sayılan sermaye çevreleri ve medya için de bugünkü ortamda aynı şeyi söylemenin imkânı kalmadı. Her daim komplo teorilerine inanmaya hazır küçük bir azınlık dışında “iktidara geldik ama muktedir olmamıza izin vermiyorlar” açıklamasını kabul edecek pek kimse yok.
***
Yalnızca bürokrasiye tam anlamıyla hâkim, sermaye çevreleri ve medya üzerindeki etki gücü aşikâr olan bir iktidar tablosu değil bu açıklamanın inandırıcılığını zayıflatan. Kullanılan dilin niteliği de önemli. AK Parti aslında epeydir “gerçek anlamda” iktidarda. Ama toplumla iletişimini “iktidar dili”yle gerçekleştirmeye başlaması yeni bir hadise. Bu iktidar dili belirli ihtiyaçlara cevap veren yeni bir güç aracı olmakla beraber muktedir ve hatta mütehakkim karakteri dolayısıyla iktidar partisinin “statüko karşıtlığı” iddiasının veya imajının sürdürülmesini artık imkânsız hale getiriyor.
Aslında belirli bir süreç içinde bir ileri bir geri atılan adımlarla gelinen bir yer burası. Gezi Parkı olayları öncesinde yükselen, bilahare toplumdaki tepkilerin niteliğine göre hafifletilen ve sonra yeniden yükseltilen bir üsluptan söz ediyoruz…
Hatırlayalım… 7 Haziran 2015 seçiminde AK Parti oyları dramatik ölçüde düşmüştü. Sonraki 1 Kasım 2015 seçimine kadar olan süreçte o dil bir hayli yumuşadı, hatta bazı siyasi aktörlerin kamusal görünürlükleri 7 Haziran öncesindeki günlere nispetle çok düşük seviyelere çekildi. O günkü seçim sonuçlarının kendiliğinden oluşturduğu bu politik refleksin 1 Kasım’da alınan seçim zaferinin hemen ardından terk edilmesi de çok olağandışı bir tutum sayılmaz. Olağandışı sayılması gereken bugün 31 Mart seçimlerinde ortaya çıkan tablo karşısında gösterilen tutum. 7 Haziran’dan sonra “sandığın mesajını aldık, üstümüze düşeni yapacağız” denilmesi siyaseten doğru olan, normal olan davranıştı. Oysa 31 Mart’tan sonra bu dil kullanılmıyor, çünkü kullanılamıyor.
Arada çok az bir oy farkının bulunması değil seçim yenilgisini kabul etmeyi zorlaştıran. Seçim sürecinde tercih edilen mütehakkim dilin seçimden sonra da terk edilemeyişi. Ne var ki İstanbul ve Ankara’da seçim kazandıramayan bu tavrın İstanbul’un elde kalmasına yardımcı olmasını beklemek de çok mantıklı değil.
AK Parti seçimde organize bir yolsuzluk yapıldığına ilişkin iddiasını geçmiş yıllarda dile getirmiş olsaydı toplumun genelinde bir karşılık bulması imkân dahilindeydi. Zira iktidarda olan ama muktedir olamayan, statükoyla kavgasını sürdüren görüntüsü böyle bir mağduriyetin gerekçesi olarak algılanabilirdi. Ancak AK Parti bu seçimlere mağdur bir imajla, statükoyla savaşan bir kimlikle girmedi. Adaylarının süreç boyunca mağrur ve müstağni duruşları bir yana, seçim gecesi Anadolu Ajansı’nın yaptıkları, önce iktidar partisinin oylarının yüksek olduğu sandık sonuçlarının açıklanması, sonra CHP adayının oy farkını kapatıp öne geçeceği belli olduğunda veri akışının durdurulup alelacele Binali Yıldırım’ın zaferinin ilanı vs. vs… AK Parti adına bir mağduriyet iddiasının toplumda karşılık bulmasını çok zorlaştırıyor.