Gündem

Sayfı Sarısülük: Kalabalıkta bulurum, sesini duyarım diye bakıyorum

Gezi Parkı direnişi sürecinde Ankara'da öldürülen Ethem Sarısülük'ün annesi dava sürecini ve Ethem'siz geçen bir yılı anlattı

01 Haziran 2014 11:07

Geçtiğimiz yıl Gezi Parkı direnişinde öldürülen Ethem Sarısülük’ün annesi Sayfı Sarısülük “Hep bekledim oğlum gelecek diye. Salonda camı açıp bekliyorum. Yılı da geldi, oğlum gelmedi. Bekliyorum” dedi.

Ankara’da Gezi Parkı direnişi sırasında polisin silahından çıktığı iddia edilen kurşunla vurularak hayatını kaybeden Ethem Sarısülük’ün annesi Sayfı Sarısülük, Milliyet gazetesinden Aydil Durgun’a konuştu. Milliyet’te “Kalabalıkta bulurum, sesini duyarım diye bakıyorum” başlığıyla yayımlanan (1 Haziran 2014) söyleşi şöyle:

 

‘Kalabalıkta bulurum, sesini duyarım diye bakıyorum’

 

Bundan tam bir sene önce, Ankara’nın göbeğinde bir polis memuru silahsız bir adamı başından vurdu. Günlerce yoğun bakımda kalan, annesinin dediğine göre sadece bir kere hıçkıran sonra da sesi soluğu çıkmayan o genç adam 14 Haziran’da öldü. Gezi direnişinin başlangıcı kabul edilen 31 Mayıs’ın ertesiydi vurulduğunda. Hani şehirde bir avuç kalan yeşil alanlarından birini korumaya çalışan bir grubun çadırlarının yakılmasıyla başlayan, sonra tüm yurda yayılan o ateşin ertesi günü... Hani yalnızca ağaç olmayan o meseleden sokağa çıkılan günlerdi. Ethem Sarısülük de çıktı. Haksızlığa hiç tahammül edemezdi. Öyle anlatıyor annesi Sayfı Sarısülük ve abisi Mustafa Sarısülük canları Ethem’i.

Ethem’in katil zanlısı polis Ahmet Ş. hafta başındaki beşinci duruşmadan sonra hâlâ serbest. Ethem’i vurma anının görüntülerine rağmen tutuksuz yargılanmaya devam ediyor. Dava bu seyirde devam ederse Ahmet Ş.’nin alacağı ceza yalnızca 1 yıl 4 ay. Ve bu ceza ileri bir tarihe ertelenerek uygulanmayabilir ya da para cezasına çevrilebilir. Bu süre boyunca Sarısülük ailesi üyelerine kamu malına zarar vermek ve darp gibi sebeplerle çok daha uzun süre hapis istemiyle davalar açıldı.

Ankara’ya gitttik ve Ethem’in ailesiyle konuştuk. Abisi Mustafa Sarısülük’le Kızılay’da buluştuğumuzda çok güçlü, korkusuz duruyordu. Kendisine silah doğrultulmasına, polislerin “Elebaşı bu, bunu indireceğiz” konuşmalarına şahit olmasına rağmen korkusuz. Sonra annesinin yanına gidiyoruz, Ethem’in evine... Her yerde fotoğrafları var Ethem’in ve onunla birlikte bu süreçte yitip giden canların: Berkin, Ali İsmail, Abdullah, Medeni...

Sayfı anne anlatmaya başlıyor ama sorularıma cevap vermektense acıyla bir şeyler sayıklıyor sanki. Çok acı çekiyor ve bir o kadar da öfkeli. Tek başına binbir zorlukla büyüttüğü beş çocuğundan birinin ondan bu şekilde koparılmasına, sonrasında yaşananlara...

Oğlu gittikten sonra o da nefes alamıyor sanki. Ankara dönüşü foto muhabirimiz Ercan Arslan’ın çektiği fotoğraflara bakıyorum. Derler ya bir fotoğraf karesi binlerce kelimeye bedel diye... Sayfı annenin acısı o kadar çok, o kadar büyük ki o anlattıkça bana geçmiş sanki. Çökmüş kalmışım acıyla... Hani hayat zaten çok zor, ölümlü dünya ya, hepimiz bir gün annemizi babamızı, çocuğumuzu, eşimizi kaybedeceğiz ya zaten. Keşke o gün gelene kadar biri silahını çekip vurmasa canımızı...

 

Nasıl geçiyor duruşmalar?

Çok acı geçiyor. Çünkü ben bir gün değil, her gün gözyaşı döküyorum. Benim oğlum yatarken onun katilinin elini kolunu sallayarak gezmesi bana çok acı veriyor. Benim oğlum yıkılacak çocuk değildi. Silahla çıkmayacaktı benim oğlumun karşısına. Benim oğlum onlar gibi hak yemedi. Helal ekmek yedi benim çocuğum. Neden benim çocuğumu hedef aldılar? Babayiğit olmak suç mu? Benim çocuğum babayiğitti, korkusuzdu.

 

Hep eylemlere katılırmış değil mi? Bir haksızlık olduğu zaman hemen sesini çıkarırmış...

Haksızlığa gelemezdi. Tahammül edemezdi. Evde bile öyle bir şey olduğu zaman bize kızardı “Sen haksızsın” diye. Ama fazla eyleme giden biri de değildi. Arkadaşları için o yola gitti. Çok severdi arkadaşlarını. O gün de acele acele çıktı evden.

 

‘Sadece annesi değildim; babası, arkadaşıydım’

 

Nasıl çıktı o gün evden?

Banyosunu, kahvaltısını yapıp saat 1.30’da çıktı evden. Sürekli benimle konuştu telefonda. 4.30’a kadar... Abisinin yanına gittiğinde, metroya bindiğinde, arkadaşlarının yanına gittiğinde... “Anne seni dakika başı arıyorum” dedi. “Oğlum” dedim, “Ne var da arıyorsun, bir şey mi var, sen beni korkutuyorsun”. “Yok anne bir şey olmaz, sesini duymak istiyorum” dedi. 4.30’dan sonra Batıkent de karıştı. Televizyonu açacaktım, o anda kapı çaldı, yengesi geldi. “Anne televizyonu açma!” dedi. “Ne var ki?” dedim. Ben Cem’den korkuyordum, araba kullanıyor ya kaza yaptı sandım.

 

Cem diğer oğlunuz değil mi?

Büyük abisi Ethem’in. “Yok Cem’e bir şey olmadı” dedi. O zaman ben büyük abilerini aramaya başladım. Telefonuma cevap vermediler. Eniştesini aradım sonra. “Anne ne arayıp duruyorsun, biz kafedeyiz” dedi. Meğer hastanedelermiş. Bana söylemiyorlar. Ben saat 6.30’da duydum. Duyduğuma duyacağıma pişman oldum... Benim yiğidimi kimse deviremezdi, Tayyip anca silahla devirdi. Şimdi her hafta yanına gidiyorum, görmeyince duramıyorum.

 

Her hafta gidiyor musunuz Çorum’daki mezarına?

Her hafta. Gidip gelince azıcık nefes alıyorum, yoksa alamıyorum. Çocuğum bana çok bağlıydı, ben ona çok bağlıydım. Annesi değildim sadece; arkadaşı, babası gibiydim.

 

‘Kokusunu, tenini özledim yavrumun’

 

Şimdi bir sene geçti üzerinden ama ilk günkü gibi yaşıyorsunuz acınızı. Nedir bir sene sonra hissiniz?

Hep bekledim oğlum gelecek diye. Salonda camı açıp bekliyorum. Yılı da geldi, oğlum gelmedi. Aramıyor da beni. Bekliyorum. Kalabalıkta bulurum, sesini duyarım diye bakıyorum. Duyamıyorum. Ben çocuğumun her şeyini özledim. Kokusunu özledim, tenini özledim ben yavrumun. Çok yoksullukla büyüttüm ben çocuklarımı.

 

Tek başınıza büyüttünüz değil mi?

Evet. Beş tane çocuğu büyütmek kolay mı? Analı babalılar büyütemiyor. Benim çocuğum hırsız değil, haydut değil. Bir Kızılay’da gezmesini çok gördü Tayyip. Alsın onun olsun Kızılay!

 

‘Polis destan yazdı’ dediler...

Sanki bizim çocuklarımız Türkiye’nin çocuğu değil. Benim çocuğum kötü biri değildi. Sorun konu komşuya. Destan yazmak ne demek! O da senin toprağının, bayrağının çocuğu. Nedir suçumuz? Alevi olmak mı? Yine Aleviyim, yine Aleviyim.

 

Sonrasında oğullarınız gitmeye devam etti eylemlere. Ama korkmuyor musunuz onlara da bir şey olur diye? Oğlum evde otur demiyor musunuz?

O katil içeri girene kadar demem. Oğlum anca o zaman rahat yatabilir. Şimdi hepimize öğüt veriyor, “Ne duruyorsunuz gidin” diyor.

 

O da başkası için çıkardı değil mi sokağa?

Zaten arkadaşları için gitti, anneleri savunmak için gitti benim çocuğum. Kötü bir şey için gitmedi. Bir sesimi duyurayım dedi. Tayyip de onu anlamadı. Katilini sürdü benim yavrumun üstüne. Akşam yatıyorum, “Oğlum iyi geceler” diyorum. Sabah kalkıyorum, “günaydın” diyorum, yüzünü seviyorum. Şimdi nefesini, sesini arıyorum oğlumun. Tayyip hiç mi vicdana gelmiyor? 10 çocuğumuz öldü. Aleviler ne yaptı da bu kadar kin güdülüyor? Bir de utanmadan Berkin’in ismini ağzına alıyor. Ona yakışmaz o ismi ağzına almak.

 

‘Vurulan çocuğun annesi diyorlar’

 

Hayali neydi Ethem’in?

Benim yavrum daha evlenmeyi düşünmüyordu. “İkrar’ı everelim önce, ikimiz baş başa kalalım. Sana bir ev alacağım, çok çektin derdimizi. Seni rahatlığa erdireceğim” derdi.

 

Çok düşkünmüş değil mi arkadaşlarına? Onlara yardımcı olurmuş hep...

Evet. Cebinde 10 lirası varsa onu da arkadaşına verir, Kızılay’dan buraya yürüyerek gelirdi. Son dört-beş aydır para vermedi. “Anne veremem, ben bir çocuk okutuyorum, durumu hiç iyi değil” dedi. “Biz iyi kötü bulup yiyoruz” derdi.

 

Ne yapmayı severdi en çok?

Resim yapardı. Fotoğraf çektirmeyi çok severdi. Yeğenlerine çok düşkündü. Kitap okumayı çok severdi. Kitapları öylece duruyor. Kimse açıp da bakamıyor. Kardeşi İkrar’a da kızardı, sen de alıp kitap oku diye. Televizyon seyretmezdi hiç.

 

‘Anne babalar sokağa çıksın, korkmasınlar’

 

Berkin’in annesi, babasıyla da görüşüyorsunuz değil mi?

Tabii. Hepsiyle görüşüyorum. Onlar da benim çocuğum. Medeni’nin annesi ile telefonlaşıyorum, Berkin’in ailesiyle yüz yüze  görüşüyorum. Ahmet’in annesiyle de... Onlarla bir aileyiz. Sen şuraya geldin ya, benim kızım olarak, çocuğum olarak geldin. Biz herkesi böyle karşılıyoruz. Bizim içimizde kin yok. Ethem yavrumun sesi gürdü, ana diye bağırırdı. Sanki yine gelecek de bana ana diyecek...

 

Yolda sizi tanıyıp bir şeyler söyleyenler oluyor mu?

Oluyor.

 

Ne diyorlar?

İşte o benim ağrıma gidiyor. “Bu, vurulan çocuğun annesi” diyorlar. Onun için çıkamıyorum dışarı. Benim çocuğum kötü bir şey yapmadı. Halkı için gitti oraya. Yine olsa, yine salarım.

 

Bu yazıyı okuyanlara ne demek istersiniz?

Bütün anne babalar çocuklarının peşinde olsun. Çıksınlar meydana, korkmasınlar!

 

Abi Sarısülük: Yüreğimizi rahatlatacak bir ceza çıkacak beklentisine girmedik hiç

 

Ethem’in son duruşması pazartesi günü yapıldı. Neler yaşandı?

Pazartesi günkü mahkeme Ethem’in beşinci duruşmasıydı. Aslında normal bir mahkemenin işleyişi itibariyle ilk duruşmaydı diyebiliriz. İlk mahkemelerdeki gerek mahkeme heyetinin gerek idarenin tutumu, oraya polisleri getirmesi, provoke etmesi ve daha sonraki süreçler nedeniyle avukatlar da bu duruşmanın ilk duruşma olduğu kanısındaydı. Çünkü şu ana kadar olan duruşmalar göstermelik yapıldı.

 

Göstermelik derken?

Başından beri 6. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti bu davaya bakmak istemiyor. Ethem’in öldürülmesinden sonra soruşturma devam ederken biz devletin, siyasal iktidarın bu işi önemsemediğini ve bu yüzden adil ve bağımsız bir yargılamanın olmayacağını düşündük. Türkiye’de adalet dediğimiz şey devleti, devlete bağlı organlarını aklama yönünde hareket ediyor. Şu ana kadarki polis yargılamalarında buna benzer pratikler sergilenmişti. O açıdan başından beri buradan yüreğimizi rahatlatacak bir ceza çıkacak beklentisine girmedik.

 

Adalet yerini bulacak duygunuz yoktu yani...

Hiçbir zaman yoktu. Katilinin dışarıda olması, ödüllendirilmesi, siyasal iktidarın onu koruması...

 

‘Çok büyük kahramanlık yapmışlar ki ödül aldılar!’

 

Ödüllendirilmesi derken “Polisimiz destan yazdı” gibi açıklamalar ya da polise verilen ikramiye mi?

Tabii. Siyasal iktidarın Gezi protestoları sürecinde polis terörünü teşvik eden, arkasında duran tavrı... Polisin milyonlarca insanın önünde suç işleyen bir örgüte dönüşmesine izin veren siyasal iktidarın kendisiydi. Çok büyük kahramanlıklar yapmışlar ki siyasal iktidar tarafından ödüllendirilme gereksinimi duyulmuş. Ahmet Ş. çevik kuvvet şube müdürlüğünden koruma şube müdürlüğüne gönderildi, bu aslında hiyerarşik anlamda da kolay bir şey değil.

 

Terfi gibi bir şey mi?

Tabii bu bir terfidir. Yani özcesi şu; Türkiye’deki hukuk ve adalete hiç güven yok. Genel algı paran varsa, güçlüysen ya da siyasal iktidarla iyi bağlantıların varsa hukuk sensindir. Böyle işliyor adalet. Beşinci duruşmada yine büyük bir rezalet vardı; komandoları getirmişler bu sefer, jandarmalar yetmezmiş gibi. Etten bir duvar örülmüştü etrafında. Bu kadar korkuyorlar... Bizi korkutmak, psikolojik baskı yaratmak amaçlı da yapıyorlar.

 

Bir de peruk olayı var. İlk duruşmaya peruk takarak gelmişti...

Evet. Gizli tanık vardı ama gizli sanıkla Türkiye’de ilk defa burada karşılaştık. Hatta o kadar profesyonelce yapmışlar ki ben bile takmışlar yüzüne!

 

Vurulma anının görüntüleri var. Ne diyorlar bu konuyla ilgili?

Hâkim Ahmet Ş.’ye “Bak bunları bunları söylemeyebilirsin” gibi imalı şeyler söyledi. Hukuk iğdiş edildi. Bilirkişi raporları yönlendirildi. “Polise şu kadar taş geldi, bileğine denk geldi” gibi... Başka yerdeki çatışmayı göstererek polis linç ediliyor gibi, “meşru müdafaa” gibi gösterilmeye çalışıldı. Almanya’da bu konuda uzman bir kurumda yapılan incelemede her şey ayrıntılarıyla belirlendi. İlk kurşun flama tutan kişinin 50 santimetre üstünden geçiyor. İkincisi boşluğa, üçüncüsü Ethem’e.

 

Peki nasıl devam edebiliyorsunuz bu kadar hukuksuzluğa, bu kadar inancınızı kaybetmenize rağmen? Motivasyonuz ne duruşmalara giderken?

İlk dönemde mahkemeye katılmama kararı almıştık aslında. Mücadelenin devam etmesi gerektiği için mahkemelere gidiyoruz. Bu sistemi, bağımsız bir yargılamanın olmayacağını teşhir etmek için gidiyoruz duruşmalara.

 

‘Birinin ambulansa bindirildiğini gördüm, meğer Ethem’miş’

 

Biraz anlatın Ethem’i bize...

Demokrasi savunucusuydu. Haksızlığa, sadece devlet ya da sistemden kaynaklananlarda değil, işyerinde, sokakta, arkadaşlık ilişkilerinde de dayanamazdı. Hümanistti, paylaşımcıydı. Aile olarak yoksul olduğumuzda bile aldığı maaşı paylaşıyordu. Yoksulluk yaşadık, milyonlarca insan gibi o da çocukluğunu yaşayamadan olgunlaştı yaşam koşulları yüzünden.

 

Geçen yıl bu zamanlarda başlayan eylemlere siz de katıldınız mı?

Evet. Ben politik bir insanım, yıllardır buna benzer eylemlere, anmalara, 1 Mayıs’a, basın açıklamalarına katılırdım. Ethem de öyle. Biz politik bir aileydik. İnsana, kente, topluma dair işlenen bütün suçlarda ezilenlerden taraftık. Onun için de en demokratik hakkımızı fırsat buldukça kullandık. Bu döneme özgü değildi.

 

Vurulduğu gün orada olduğunu biliyor muydunuz? Siz de orada mıydınız?

Biliyordum... Biliyordum ama göremedim onu. Ben parkın öteki tarafındaydım, 150 metre yakınında. O sesleri duydum ama... Önce polis korkudan havaya ateş açmıştır diye düşündüm. Çünkü yarım saat önce bana da silah doğrultmuşlardı. Silah seslerinden bir süre sonra birinin ambulansa bindirildiğini gördüm uzaktan. Herhalde birisi gaz kapsülüyle yaralandı diye düşündüm. Sonra öğrendim ki o Ethem’miş.

 

Ne olsa acınızı biraz hafifletir?

Yüreğimizin soğumasını sağlayabilir dediğimiz tek şey var aslında. İnsanın insana zulmetmediği, insanların açlıktan ölmediği, yarına dair endişelerinin olmadığı, gerçekten özgürlüğün, barışın ve mutluluğun olduğu bir toplum yaratılırsa yüreğimiz soğur.

 

‘12-13 yaşındaki çocuk ‘Ethem yoldaşın nöbetini tutmaya gidiyoruz, için rahat olsun’ dedi’

 

Çok destek aldınız bu süreçte. Sizi çok etkileyen, aklınızda kalan bir olay var mı?

Ethem vurulduktan sonra 40 gün onu anmak için vurulduğu yerde insanlar nöbet tuttu. Ben de ara sıra katılıyordum. Bir gün yine oraya uğradım ve sonra otobüse binip eve gidiyordum. En arkadaydım. Otobüs çok sıkışıktı. 12-13 yaşlarında üç çocuk önden beni kesiyorlardı birbirlerine göstererek. Rahatsız oldum; zaten insanlar bakıyor, bir şey söylemek istiyor ama söyleyemiyor. Otobüs biraz boşalınca çocuklardan biri yanıma geldi. Kendinden emin bir şekilde “Seni tanıyorum ben. Sen Ethem yoldaşın nesi oluyorsun?” dedi. “Abisiyim” dedim. Hemen büyük bir adam gibi elini uzattı ve “Başın sağolsun, başımız sağolsun” dedi. Bir şey diyemedim, tüylerim diken diken oldu. Bir baktım otobüsteki herkesin gözlerinden yaşlar akıyor, muavinin bile. Diğer iki arkadaşına işaret etti, hemen onlar da geldi ve bir yetişkin gibi başsağlığı diledi. Otobüsteki 15-20 kişi ağlarken onlar gülümsüyordu ve dediler ki: “Senin için rahat olsun abi, biz şimdi Ethem yoldaşın nöbetini tutmaya gidiyoruz.” Daha sonra o çocukları Ethem’in vurulduğu yerde 40 gün boyunca nöbet tutarken gördüm.