Sedat Ergin
(Hürriyet, 5 Haziran 2012)
Fazıl Say kamusal barışı bozdu mu?
Türkiye’nin dünya çapındaki bir sanatçısının dini değerleri aşağılamak suçlamasından yargılanmasını izleyeceğiz önümüzdeki sonbaharda.
Ve Fazıl Say’ın sanık sandalyesine oturacağı bu davanın yaklaşmasıyla birlikte uluslararası alanda büyük bir tepki dalgasının Türkiye’ye doğru yükseleceğine tanıklık edeceğiz.
Daha şimdiden New York Times, Washington Post, Le Monde, Guardian gibi Atlantik’in her iki yakasının saygın gazetelerinde bu konuda çıkan eleştirel haberler, yaklaşmakta olan dalganın ilk yansımaları
Koşul: Kamu barışını bozmaya elverişli olmak
İddianamenin dikkat çeken bir tarafı, Savcı’nın Say’ın twitter sosyal paylaşım sitesinde kendisinin yazdığı ya da başkalarından alıntı yaptığı (retweet) mesajlarda “kamu barışını bozma” tehlikesini görmüş olmasıdır.
2005 yılında yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 126’ncı maddesi “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” suçunu düzenliyor. Fazıl Say, bu maddenin “Halkın bir kesiminin benimsediği dinî değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” şeklindeki 3’üncü fıkrasından suçlanıyor.
Burada aranan, yalnızca “dini değerleri aşağılamak” fiilinin işlenmesi değil, bunun aynı zamanda “kamu barışını bozmaya elverişli olması” halidir.
Hemen altını çizmemiz gereken nokta, yeni TCK ile birlikte yürürlükten kalkan 765 sayılı eski TCK’da “kamu barışı” ile ilgili bu koşulun bulunmamasıydı. Eski yasanın 175’inci maddesinde, “Allah’a veya dinlerden veya bu dinlerin peygamberlerinden veya kutsal kitaplarından veya mezheplerinden birine hakaret eden veya bir kimseyi dini inançlarından veya mensup olduğu dinin emirlerini yerine getirmesinden veya yasaklarından kaçınmasından dolayı kınayan veya tezyif veya tahkir eden veya alaya alan kimseye altı aydan bir yıla kadar hapis ve beş bin liradan yirmi beş bin liraya kadar ağır para cezası verilir” deniliyordu.
Savcıya göre elverişli
Görüleceği gibi, eski yasada dine hakaret ve aşağılama fiillerinin işlenmiş olması suçun gerçekleşmesi açısından yeterli sayılıyordu. Oysa yeni TCK’ya geçilirken ifade özgürlüğüne dönük sakıncaları önlemek için “kamu barışını bozma” kriteri getirilmiştir. Bu madde üzerinde TBMM’de yapılan görüşmelerde hükümetin 126’ncı maddeyi “özgürlükçü” bir yorumla izah ettiği görülüyor.
Daha önemli bir nokta da Yargıtay’ın, “şiddet unsuru içermeyen ve kamu düzeni için açık ve yakın bir tehlike yaratmayan düşünce açıklamalarının kamu düzeni için tehlike olarak değerlendirilemeyeceği ve suç oluşturmayacağı” yolundaki içtihadıdır.
Savunma, Say’ın mesajlarında suçun bütün bu unsurlarının, ayrıca aleniyet unsurunun da gerçekleşmediğini belirtiyor. Buna karşılık Savcı, twitter’ın kolaylıkla ulaşılabilir olmasını Say’ın yazdığı mesajlarda aleniyet unsurunun gerçekleşmesinin bir kanıtı olarak değerlendiriyor.
İddianamede, ayrıca Say’ın “bu mesajları sosyal paylaşım sitesinde yayımlamasından sonra yazılı ve görsel medyada değişik kesimlerden çok sayıda kişi ve sivil toplum örgütü tarafından günlerce tepki gösterilmesine ve yapılan tartışmalara” da dikkat çekiliyor.
Bu tartışmanın ne kadar yoğun yaşandığı izaha muhtaçtır. Ancak Savcı sonuçta “söz konusu yazıların kamusal barışı bozmaya elverişli olduğunun açık şekilde anlaşıldığı” kanaatine varıyor.
Tweet atmanın sınırları
Say’ın kamusal barışı bozup bozmadığı sorusu şimdi mahkeme heyetinin vereceği kararı bekliyor.
Ancak bu noktada başka sorular da gündeme gelmiştir. Türkiye’de Alevileri ve ayrıca Hıristiyanları, Yahudileri hedef alan aşağılayıcı ifadeler, tartışmalar Türk hukuk sistemi içinde genellikle bir yaptırım görmezken, konu Say’ın tweet mesajları olduğunda mekanizmaların birden harekete geçmesi düşündürücüdür.
Demokrasilerin, çoğunluğun dışında kalan mezheplerin, bu arada azınlıkların korunmasına, bu grupların hassasiyetlerine dikkat edilmesi konusunda yasa uygulayıcılara daha büyük görevler ve etkinlik yüklemesi gerekir.
Fazıl Say davası, her halükârda Türkiye’de koyu bir muhafazakârlığın yerleşmekte olduğu yolundaki görüşleri kuvvetlendirecektir.
Ve nihayet bu olay, Türkiye’de sanal âlemdeki ifade özgürlüğü alanının ciddi sınırlarının bulunduğunu göstermesi bakımından da önemlidir. “Tweet” atan ya da “retweet” yapan herkesin bu gerçeği not etmesinde yarar var.