II. Dünya Savaşı’nın bitiminin 70’inci yıldönümünde Alman savaş tarihine dair şimdiye dek bilinmeyen ayrıntılar ortaya çıkıyor. Tarihçi yazar Florian Huber’in şubat ayında piyasaya çıkan "Çocuk, bana kendini vuracağına dair söz ver" (Kind, versprich mir, dass du dich erschießt) adlı kitabı, savaşın son günlerindeki kitlesel intiharlara ışık tutuyor. Deutsche Welle’den Sarah Judith Hofmann, merak edilen soruları kitabın yazarı Florian Huber’e yöneltti.
Deutsche Welle: "Çocuk, bana kendini vuracağına dair söz ver" adlı kitabınıza Vorpommern’deki Demmin adlı ufak bir şehirle başlıyorsunuz. Sizin araştırmalarınıza göre, savaşın son günlerinde orada 700 ila bin kişi intihar etti. Nedir Demmin’in özelliği?
Florian Huber: Demmin bu kitlesel intihar fenomeninden çok etkilenen bir yer. Bunda kentin coğrafi konumu da etkili. Zira kent, üç nehir arasında kalmış bir yarımada özelliğine sahip. Ve bu nehirlerdeki köprüler bombalanıp yıkıldığında, oradan kimse çıkamadı. Hatta 30 Nisan’da kenti ele geçiren Kızıl Ordu’nun askerleri bile orada mahsur kaldı. Ayrıca Demmin’de yerli halkın yanı sıra doğu bölgelerden kaçan birçok mülteci de bulunuyordu. Şehir tıka basa doluydu. Ve hepsi tıpkı bir tuzağa düşürülmüş gibi çok dar bir alana, o kente hapsedilmişti. Orada bir karambol ve sonu birçok insan için felaket olan bir atmosfer oluştu. Ama Demmin münferit bir örnek değildir.
DW: Peki Sovyet ordusunun ilerlemesi ile insanlar neden bu kadar korkuya kapıldı?
Huber: İnsanlar tabii ki yıllarca, düşman Alman topraklarını ele geçirirse neler olura dair Nazi propagandasını dinledi.Bu propagandada korkunç hikayeler anlatıldı. “Mongol Aşireti” olarak niteledikleri Rusların, çocukların dillerini kestiği, gözlerini oyduğu ve kadınlara tecavüz ettiğini öne sürdüler. O nedenle korku çok büyüktü. Özellikle de cinayet, tecavüz gibi birçok şey yaşamış mültecilerin anlattıkları da bunlara eklenince, korku daha da büyüdü. İşte bu şekilde korku, şiddet içeren gerçek tecrübelerle karışıp çaresizlik duygusunun tırmanmasına ve bu durumdan da ancak kendini öldürerek kurtulabilineceği inancına dönüştü.
DW: Kitlesel intihar fenomeni, sadece Kızıl Ordu korkusu muydu? Peki, İngiliz ve Amerikalıların girdiği batıda durum nasıldı?
Huber:Tabii ki sebep sadece düşman ve Sovyet ordusundan duyulan korku değildi. Birçok insan suçluluk duygusu hissediyor, karmaşadan ve gelecekte olabileceklerden korkuyordu. Çoğu, 12 yıllık sıkıyönetimin ardından dünyanın nasıl bir yer olacağını kestiremiyordu. Bu çöküş atmosferi sadece doğu bölgeleri ile sınırlı değildi, aksine tüm ülkeye hakimdi. Araştırma yaptığım her bölgede bunu destekleyen örneklerle karşılaştım. İstatistik olarak bakarsak intiharların sayısı Bavyera eyaletinde, Hamburg gibi kentlerde bir anda fırladı. Bütün ülke çapında ailecek intiharlar yaşandı.
DW: Peki Hitler’in 30 Nisan’daki intiharı bu insanlara ne kadar örnek oldu?
Huber: Hitler 30 Nisan’da kendini vurdu ama ertesi gün verilen radyo haberlerinde "Führer"in cephede cesurca çarpışırken öldüğü bildirildi. Onun kendi istediği ile canını aldığından hiçbir yerde bahsedilmedi bile. Ancak şaşırtıcı olan şu, Almanların mümtaz bir şahsiyet gibi gerçekten de sevip, hayranlık duyduğu Hitler mitosu son ay ve haftalarda zaten tamamen parçalanmıştı. Örneğin incelediğim, o dönemden kalma hiçbir günlükte "Führer"in ölümüne ilişkin bir duygu, bir taziyeye rastlamadım. Bu, yerle bir olmuş Almanya’da kimsenin umurunda değildi. O nedenle Hitler’in insanları peşinden intihara sürüklediği, kesinlikle doğru değildir. Bu fenomende Hitler’in ölümünün hiçbir etkisi yoktur.
DW: Peki kimdi bu kendini öldüren insanlar? Daha çok Nasyonal Sosyalist Parti'nin üyeleri miydi?
Huber: Demmin’deki ölüm ilmuhaberlerinden insanların hangi meslekten olduğunu tespit edebildik. Ve burada özel bir kıstastan söz edemeyiz. Erkekler, kadınlar, çocuklar, kadrolu çalışanlar, zanaatkarlar, öğrenciler, yani o dönemin taşra kentinin ortalama halkı diyebiliriz. Ve ben bunun ülke çapındaki durumu da yansıttığı düşüncesindeyim. Tabii ki aralarında korku duymak için somut sebepleri olanlar da vardı. İntihar edenler arasında, eli kana bulaşmış birçok Nazi de vardı.
DW: Sizi özellikle etkileyen bir hikayeye rastladınız mı?
Huber: Demmin’de kürk ticareti yapan Marie Dabs adlı bir kadının hikayesinden çok etkilendiğimi söyleyebilirim. Çok hayat dolu, çok sağlam bir insandı. Bunu, onun tuttuğu günlüklerinden anlamak çok kolay. Bu kadın birçok krizi atlatmış bir kadın. Örneğin I. Dünya Savaşı, ardından Weimer dönemindeki kıtlık yıllarını, Büyük Buhran’ı... II. Dünya Savaşı patlak verip kocası askere alınınca o da dükkanı işletmeyi sürdürüyor ve çocuklarla ilgileniyor. Bu kadın bence o zamana kadar kesinlikle intihar etmeyi aklının ucuna getirmemiştir. Ama savaşın son günlerinde Demmin sokaklarında dolaştığında ve ormanların ağaçlara asılı insanlarla dolu olduğunu gördükçe, işte Marie Dabs bile korkuya kapılıyor, kendini ve çocuklarını öldürmek için zehir aramaya başlıyor. Bu hayat dolu kadın bile hayatın anlamından tereddüt etmeye başlıyor. İşte bu beni çok etkilemişti. Marie Dabs’ın hayatta kalmasının sebebi ise gerekli zehri bulamaması.
DW: Ama 8 Mayıs 1945 tarihinde çekilmiş, sevinç içindeki insanlara ait birçok fotoğraf da mevcut…
Huber: Tabii ki birçok insan derin bir nefes aldı. Özellikle de azınlıklar, hayatta kalmayı başaran Yahudiler ve tabii farklı siyasi görüşe sahip olanlar. Bugün tabii “herkes özgürlüğüne kavuştu“ demek kolay. Ama o dönem herkes böyle hissetmedi. Kimileri bunun tam tersini düşündü ve kendilerini öldürmeleri gerektiğine inandı.
DW: Almanya tarihinde bu kitlesel intiharlar bugüne dek neden bilinmiyordu? Bu hâlâ bir tabu konu mu?
Huber: Bunu kısmen şöyle açıklamak mümkün: Doğu Almanya’da (DDR) Kızıl Ordu’ya dair kötü şeylere atıfta bulunduğu için Demmin gibi konular hakkında konuşmak bir tabu idi. Ama iki Almanya’nın birleşmesinin üzerinde de tabii çok uzun zaman geçti. Ben sadece şunu söyleyebilirim, bu intihar vakaları bizim son 20 – 30 yıl içerisinde düşündüğümüz tarihimize pek uymuyordu. Birçok konu katil-kurban, cellat-kahraman gibi katı şablonlara sıkıştırıldı. Oysa intihar vakaları ise bunun tam tersini belgeliyor. Çünkü onlar arasında sadece katiller yoktu, her kesimden insanlar vardı. Onlar aynı zamanda toplama kamplarındaki insanlarla karşılaştırılabilecek kurbanlar da değildi. Onlar ekstrem koşullar altında kendini öldüren insanlardı.