Gündem

'Sanki Şemdinli'de her şey güllük gülistanlık, insanlar ölmüyor'

Enis Berberoğlu'nun Şemdinli'de çektiği fotoğrafı tartışmalara neden oldu. Yazarlar bugünkü köşelerinde Berberoğlu'nun fotoğrafı üzerine yazdı

03 Eylül 2012 17:36

Yazarlar, Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Enis Berberoğlu'nun Hakkari Şemdinli'de çektiği fotoğrafını ve izlenimlerini değerlendirdi. Milliyet'ten Mehveş ve Vatan'dan Ruşen Çakır bu durumu köşelerinde eleştirirken, Hürriyet'ten Ertuğrul Özkök ise Berberoğlu'na övgüler yağdırdı.

İşte o yazılar:

 

Dağdaki plastik çiçekler

 

(Mehveş Evin- Miliyet)

Hürriyet gazetesi yayın yönetmeni Enis Berberoğlu’nun Şemdinli’nin tepesinden çektirdiği fotoğraf, dünden beri hararetle tartışılıyor. Bazıları için, içeriği ne olursa olsun tartışma yaratmak, iyi gazetecilik demek. Ben öyle düşünmüyorum.

Enis Bey’in “dağda kahve molası” fotoğrafını ve “Şemdinli izlenimleri”ni pek çok açıdan sorunlu buldum. İşte nedenleri:

1-“Oh be oralar hala bizimmiş”  diyebilmek için böyle bir fotoğrafı kurgulama zorunluluğunu hissetmek, biraz tuhaf değil mi? Sanki Şemdinli’de çatışma yok, her şey güllük gülistanlık, insanlar ölmüyor, bazı alanlar sivillere yasak değil...

2-Fotoğrafta toplam üç adet plastik çiçek başrolde.  Kurguyu özenle hazırladıklarını yazmış Berberoğlu. Ancak adı üstüne kurgu, yani gerçekten uzak. Tıpkı plastik çiçekler gibi...

3-Dizine dayadığı fotoğraf makinesi ve masanın üzerindeki ipad’le Enis Bey, bir gazeteciden çok her gördüğü “manzara”da durup facebook fotoğrafı çektiren gençleri (veya Abdullah Gül’ü) andırıyor...

4-Hürriyet’in yayın yönetmeni, Derecik ve Umurlu’ya gitmek için izin alamadığını ve buna bozulduğunu, kızdığını yazıyor. Neyse ki “Şemdinli’ye muhteşem veda” için bir tepe bulabiliyorlar... Bu kare de bize “bu işin bitmediğini ”nin kanıtı olarak sunuluyor!

 

Dilleri mi yok?

 

5- Enis Bey, gerçekten de yazdığı gibi “Şemdinli’de tek başına”. Tahminen 24 saat kalınan Şemdinli’den yazılan izlenimlerde bir esnaf hariç, halk yok... Berberoğlu esnafın sitem ettiğini söylemiş, ama ne dediğini yazmamış . Özel harekatçı, Kaymakam ve Emniyet Müdürü’nün beyanları ise yazının yarısını oluşturuyor.

6-Bir de “olağan süpheliler” pozu verdirilen gençler var. Şemdinli-Yüksekova yolunda trafik kazası geçiren araca yardım eden gençlerin dili yok sanırım, çünkü ne dediklerini öğrenemiyoruz. Kaldı ki bu insanlara “olağan şüpheliler” pozu verdirmek niye?

7-Kobra zırhlı aracına üç kare yer verilmiş. Enis Bey içtenlikle, “bugünlere şükür demiyorum” deyip 90’lı yıllarda daha kötüsünü gördüğünü söylüyor. Ancak plastik çiçekli manzara haricinde bu fotoğraflardan anladığımız, Şemdinli’de hiç de Pollyanna’lık bir durumun olmadığı... 

 

Sabaha kadar top sesi

 

8-Dağda kahve pozunun altında, akşam saat 7’de sokakların boşaldığını, top ve havan sesinin sabaha kadar sürdüğü belirtiliyor. Sizi bilmem ama ben, durum buyken kahvemi mutlulukla ve iç rahatlığıyla falan yudumlayamıyorum!
9-Hürriyet, PKK’ya cevap vermeye çalışırken maalesef kendi de “şov yapma” hatasına düşmüş. Tepeden Şemdinli’ye bakıp kahve içerek, fotoğrafta bir okla Şemdinli’yi göstererek “orada” ne olduğunu anlayamayız, sorunları çözemeyiz. Yıllardır yaptığımız hata tam da bu değil mi?

 

(Ruşen Çakır- Vatan)

Siz kim, biz kim?

Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Enis Berberoğlu Hakkari’nin Şemdinli ilçesine gitti, fotoğraflar çektirdi ve izlenimlerini yazdı. Bütün bu “gazetecilik faaliyeti” hakkında çok şey söylenebilir, söylenmeli de. Ben sadece onun izlenimlerinden bir bölümü ele almak istiyorum.

Berberoğlu, foto muhabiri Sebati Karakurt ile Şemdinli’de turlarken kendisini TV’den tanıyan bir esnaf yaklaşmış ve “Seni seviyoruz” demiş. Berberoğlu’nun “eyvallah” cevabı üzerine de “Ama çok sertsin bize” diye devam etmiş. Bunun üzerine Berberoğlu sormuş: “Siz kim, biz kim?” (Muhabbetin devamında Şemdinlili esnaf “Unutma ki Türkler ile Kürtler birbirini çok sever” deyince Berberoğlu “Anladım ama lafım sana değil PKK’ya” cevabını vermiş ve esnaf da “Öyle deme, onlar bizim çocuklarımız” diyerek olayı özetlemiş.)

 

Türkiye kimlerindir?

 

Devletin en üst düzey isimlerinin bile defalarca “ret, inkar ve asimilasyon devri kapandı” diye vurgulamasına rağmen hâlâ logosunun yanında “Türkiye Türklerindir” yazmaya devam eden bir gazetenin genel yayın yönetmeninin, Şemdinli gibi Kürt sorununun en yakıcı olduğu bir yerde “Siz kim, biz kim?”diye sormaya hakkı var mıdır? Bence yoktur.

“Geçmişin asla ve kat’a tekrar etmemesi içi elimden geleni yapacağım” diye söz veren ülkenin en önde gelen gazetesinin en önde gelen yöneticisinin, (tabii eğer bu sözünü samimi bir şekilde yerine getirmek istiyorsa) Türkiye’de iki ayrı kamuoyunun şekillendiğini, birinin sevindiğine diğerinin üzülüp; birinin üzüldüğüne diğerinin sevindiğini görmesi, daha doğrusu bu gerçeği kabullenmesi ve bu kötü gidişin önünü almaya yönelik adımlar atması gerekir.

Peki nedir bu adımlar? Türkiye’de egemen medyanın en büyük sorunu Kürtlerin hassasiyet, talep ve beklentilerini ikinci plana itmesi, görmezden gelmesi veya bunları devletin çizdiği sınırlar içinde görmesidir. İşin garibi, devlete bu da yetmiyor ve medyanın Kürt ve PKK sorunları hakkındaki yayınlarına yeni kısıtlamalar getirileceğinden söz ediliyor.

 

Hangi coğrafya?

 

Berberoğlu’nun izlenimlerinin temel izleklerinden biri Şemdinli’ye gitmenin, orada vakit geçirmenin hiç de imkansız olmadığı. Bu açıdan bakıldığında BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın o saçmasapan “PKK şu kadar kilometre kareyi kontrol ediyor” çıkışına da cevap vermiş oluyor.

Ne var ki bu tartışma son derece aldatıcı. Çünkü Türkiye’nin Kürt sorunu, esas olarak, sanıldığı gibi Güneydoğu coğrafyasında değil, Türkiye insanının zihinsel coğrafyasında yol alıyor. Dolayısıyla hedef Türkiye’de mevcut olan her iki kamuoyunun zihin ve kalbini kazanmak ve bunu başardıktan sonra da bu ikiliği tekrar tekliğe indirmek olmalı.

Bu da herhalde “hepimiz kardeşiz” gibi bir yerden sonra hiçbir işlevi olmayan sloganların ardına sığınmakla ve Kürtlere, kendilerine sunulana razı olmalarını dayatmakla mümkün olmaz.

Bunun yerine örneğin yola “Türkiye herkesindir” diyerek koyulabiliriz.

Gerisi gelecektir.

 

(Ertuğrul Özkök- Hürriyet)

Enis o dağda ne işin var

 

Bravo  Enis Berberoğlu, çok güzel bir iş yaptın.

Pazar günkü Hürriyet’te yayınlanan o fotoğrafa bittim.

Bir gazeteci ki yaz tatili dememiş...

Orası tehlikelidir dememiş...

Ben koskoca Hürriyet’in koskoca genel yayın yönetmeniyim de hiç dememiş...

Kalkmış gitmiş, Şemdinli dağlarına masayı kurmuş.

Sebati Karakurt’un çektiği harika fotoğrafa dakikalarca baktım.

Sizi bilmem ama bakın ben neler gördüm o fotoğrafta.

* * *
   
- Yer seçimi

İlçeye hâkim bir tepe. Aşağıda Şemdinli görünüyor.

Orası neresi? Gün geçtikçe kafayı yiyen örgütün, bir gece yarısı gelip konuşlandığı yer.

Fotoğraf ne diyor?

Hadi diyelim ki, gece sinsice, kalleşçe burada varsın. Gündüz mertçe neredesin, ey arkadaş? Buyur gazeteci olarak ben de buradayım, sen gece kurşun sıkıyorsan, ben de gündüz kalem sıkıyorum.”
   
* * *

- BDP’ye cevap

Ne demiştin kardeşim sen? Payandası olduğun terör teşkilatı bu ülkenin 700 kilometresini kontrolünde tutuyor palavrasını atmıştın değil mi?

Nah tutuyor... İşte ülkenin en büyük gazetesinin genel yayın yönetmeni, masayı o dağa kurmuş, kahvesini içiyor.
   
* * *

- Msadaki tablet

Bilgisayar çalışıyor.

Demek ki modern ve gelişmiş Türkiye’nin güçlü iletişim sistemi ıssız dağlarda bile çalışıyor. Dağ başındaki tek eve bile su, elektrik götüren Cumhuriyet, modern iletişim teknolojisini de oraya götürmüş. Turkcell’i çalışıyor, Vodafone’u çalışıyor, Avea’sı çalışıyor.
   
* * *

- Masadaki Çiçek

Masadaki o çiçek var ya, işte o çiçek diyor ki... Biz savaşı sevmiyoruz. Barıştan yanayız. Bu dağlarda çiçekler açsın, diyor.
   
* * *

- Sere serpe oturuş

Diyor ki... Bak kardeşim, ne elim tetikte, ne gözüm ‘düşman’ bildiğim birinde. Dostum, yani... Düşmanın değil. Ben buralarda huzurlu, güven içinde oturmak, dağlarımızda gezinmek istiyorum.
   
* * *

Kahve

O bir fincan kahve var ya, işte o diyor ki... Bizim geleneğimizde, örf ve âdetimizde bir fincan kahvenin 40 yıl hatırı vardır. Arkadaş ben buraya meydan okumaya değil, görmeye, anlamaya, yardım etmeye geldim. Sana da bir çift lafım var... Bana da, bize de... Lafım hepimizedir yani...

 

Ben de diyorum ki ‘Arkadaş Deccal’in bile görmediğine değil, aklın gördüğüne bak’

 

Şimdi lafım sana, yani dağdakine, bir de buradakine... Yani ona buna kızıp, denize düşen misali, önüne çıkana sarılana... Evet arkadaş, sen o melun kafanla bu fotoğrafta Deccal’in göremediğini bile görebilirsin.

Ama ben kendi gözlerimle bunu gördüm.
   
* * *

Abdullah Öcalan, Türk ordusunun 1990’lı yıllarda Kuzey Irak’ta yaptığı operasyon sırasında şunu söylemişti:

“Bizim adamlarımız Hürriyet’in gazetecileri kadar cesur olsaydı biz bu savaşı kazanırdık.”

Bakmayın siz o haline, Öcalan mantıklı adamdır.

Doğruyu söylemişti.

Hürriyet böyle bir gazetedir.

Yeri geldiğinde, herkes elinde yağlı iple meydanlarda bağırırken, “Öcalan asılmasın” diye kampanya yapan gazetedir.
   
* * *

Enis Berberoğlu harika bir şey yaptı.

Türk devletinin bayrağını ilelebet diktiği tepelere, Hürriyet masasını kurdu.

Çiçeğini koydu.

Tabletini açtı.

Kahvesini aldı.

Bir yudum aldı, sere serpe oturdu ve mesajını verdi.

O mesajı hâlâ anlamadın mı kardeşim? Bak bir kere daha anlatayım.
   
* * *

Diyor ki... Kardeşim bu ülkenin ordusu var ya, işte o şanlı ordu, yüreğiyle, kanıyla, cesaretiyle, bedeniyle, ruhuyla, görev bilinciyle, bilgisiyle, becerisiyle, bütün komşu ülkelerin darmadağın olduğu bir kan ve gözyaşı yüzyılında Cumhuriyet’i kuranların çizdiği Misakı Milli’yi bir santim bile vermeden korudu. Bayrağını indirmedi, sınırını çizdirmedi, komutanları karanlık insanların hazırladığı ne idüğü belirsiz sözde delillerle zindanlarda süründürülürken bile yılmadı.

Orada... Hâlâ orada... Hep orada olacak.
   
* * *

Ey eli silah adam!

Bu ülkede 60 yıldır çok partili özgür seçim yapılıyor. Burada bahar var.

Burası çağla, badem çiçeklerinin ülkesi... Senin yalancı baharın burada çiçekleri açtıramaz.

Ey Ankara'daki arkadaş!

Bu fotoğraf buraya, yani Ankara’ya da sesleniyor.

Diyor ki, bu masada eksik bir şey var. Buranın insanı. Masaya onları da davet etme zamanı geldi.

Bu sorun artık öyle gidemez. Dağdaki, silahla yırtmaya çalıştı.

Sen silahla yırttırmadın. Ama bu fotoğrafa bakarak sanma ki, orada her şey güllük gülistanlık.

Artık çözüm lazım.

O silahla alamadı, sen silahla vermedin.

Başka çarelere de bakmak lazım.
   
* * *

Bu fotoğrafa hepimiz çok iyi bakalım...

Bir pazar fantezisi değil bu...

Tahrik edici bir fotoğraf...

Hem oradakine, hem buradakine... Hem dağdakine, hem ovadakine meydan okuyan bir fotoğraf.

Gülsek de kızsak da, beğensek de beğenmesek de, İşimize gelse de gelmese de...

Anlamaya çalışmalıyız.

Ve muhakkak görmeliyiz.