Gündem

Samim Akgönül: İslamofobi ile mücadele edilmeli mi?

Son yıllarda Batı Avrupa’da sık sık dile getirilen bir kavram var. Artık Türkiye’de de kullanılıyor : İslamofobi. İslam’dan mantıksız bir biçimde korkmak anlamında kullanılıyordu

23 Eylül 2013 02:16

 

Beşeri bilimlerin başat kurallarından biridir: kavramlar dinamiktirler. Bu dinamiklik hem yatay hem de dikey. Yatay zira aynı kavram, aynı anda değişik bağlamlarda değişik, hatta bazen birbirine zıt anlamlara bürünebilir. Dikey zira bir kavramın algısının tarihi yazılabilir. Tek bir kavram zamanla kılık değiştirir, şekilden şekile girer. O yüzden her kavramın kullanımı dikkatle yapılmalıdır. Sökerek, birçok taraftan bakarak.

Son yıllarda Batı Avrupa’da sık sık dile getirilen bir kavram var. Artık Türkiye’de de kullanılıyor : İslamofobi. İslam’dan mantıksız bir biçimde korkmak anlamında kullanılıyordu.

Terimin türeyişi oldukça eski. Fransa’nın Kuzey Afrika sömürgelerindeki Müslümanlara davranışını eleştirmek için 20. yy.’ın başında kullanılmaya başlanmış. Hatta “islamofob çılgınlık” terimi bile var. Ancak günümüz diline girmesi elbette 11 Eylül’den sonra. Anlamında değişiklikler gerçekleşmesi de.

Günümüzde islamofobi kavramının Müslüman toplumlarda Batı Avrupa’daki anlamından farklı olarak algılandığını söyleyebiliriz. Yani aynı kelimeyi kullanıyoruz ancak birbirinden uzak iki anlam yüklüyoruz. Batı Avrupa’da islamofobi kavramı popülist sağın ırkçı duruşuna ve nefret söylemine karşı geliştirilen entelektüel bir duruşken, Müslüman toplumlarda kutsallıklara dokunulmaması için kullanılan bir kavram haline geldi.  Bu yüzden artık iki değişik kelimenin kullanılması gerektiğini düşünüyorum.

İslamofobi, bir düşünce sisteminden korkmak, bir dogmayı eleştirmek ve bu dogmaya karşı entelektüel bir söylem inşa etmek anlamında, meşrudur ve muhakkak serbest olmalıdır. Bu çerçevede aslolan ifade ve düşünce özgürlüğüdür ve hiçbir inanç sistemi, hiçbir dogmatik norm silsilesi herhangi bir dokunulmazlığa sahip olmamalıdır. Zira dokunulmazlık, kutsallık kalkanı, otoriter sistemler tarafından rahatlıkla ifade özgürlüğünü kısıtlayan, yasaklayan ve her eleştiriyi, hicvi, tarizi “suç” çerçevesine alan bir durum yaratabilir. Bu durumda, günümüzde “islamofobi” bazı çevreler için adeta bir can simidi haline gelmekte. Dinsel kutsallarla ilgili her görüş bu kavramla eşdeğer görülmekte.

Asıl mücadele edilmesi gereken elbette müslümanofobi. Bu, Batı Avrupa’da Müslüman oldukları düşünülen, bu şekilde algılanan (öyle olmasalar da, bu bir algı meselesi) bireylere karşı yapılan ayrımcılığı, sembolik ve fiziksel şiddeti nitelendirir ki şiddetle mücadele edilmelidir.  Soğuk savaş sonrası Avrupa toplumlarındaki kimliksel sorgulamalar, ekonomik refahın yavaş yavaş tehlikeye girmesi, 3. nesil Avrupa doğumlu Müslümanların toplumsal eşitlik hakkı talep etmeye başlamaları, sığ ve yüzeysel medeniyetler çatışması anlayışı, Avrupa Müslümanlarının aslında kolektif olarak bir sınıf mücadelesi vermesi, İsrail Filistin gerginliğinin doruğa ulaşması... Müslümanlara karşı önyargılı ve ayrımcı tepkilerin doğmasında etkin rol oynamıştır. Dolayısıyla korunması gereken bir dinsel dogma değil o dogmaya itaat ettikleri düşünülen bireylerdir.

İslam’ın bazı yorumlarında kadın vücudunun statüsünü eleştirmek bir şey, başörtüsü takan bir kadına iş vermemek başka bir şeydir. İslam’ın bazı yorumlarında  hayvan haklarını eleştirmek entelektüel bir söylemken, ismi Müslüman olduğunu çağrıştırdığı için bir bireye ev kiralamamak ayrımcılıktır. Kısaca söylemek  gerekirse islamofobi bir düşünce akımı olarak ne kadar meşru ise müslümanofobi bir o kadar ırkçılıktır ve dolayısıyla suçtur. Bu çerçevede ise aslolan insandır. Herhangi bir aidiyet üzerinden kimse ayrımcılığa uğratılamaz.

Bu bakış açısına getirilen en önemli karşıt görüş, Batı Avrupa’da İslam’ı eleştiren görüşlerin ırkçılar tarafından birey olarak Müslümanlara karşı nefret söylemi geliştirmelerine yol açtığı konusudur. Bu doğrudur, müslümanofoblar İslam eleştirisini kullanmakta, maniple etmektedirler. Ancak olası sonuçtan hareketle ifade özgürlüğünü kısıtlamak her inanç ve düşünce sistemi gibi İslam’ın da dinamik karakterini engellemeye çalışmak olur.

Çözülmesi gereken çetrefilli konu açık. Kendilerini Müslüman olarak tanımlayan ve/veya çoğunluk tarafından Müslüman olarak algılanan kişilerin toplumda eşitliğini koruyarak bir İslam eleştirisi yapılabilir mi? Kanımca cevap elbette evet. Bu toplumların olgunlaşmasıyla ve kendilerinden şüphe duymamalarıyla ilgili bir durum.

Azınlık sosyolojisinde kuraldır : çoğunluk azınlığı en önemli farkına hapseder ve bireyselleşmesini kabul etmez. Tepki olarak da azınlık, tehdit altında olduğunu düşündüğü farklılığına yapışır ve koruma altına alır. Günümüzde söylemsel düzeyde Avrupa Müslümanlarının durumu budur. Halbuki toplumsal hayatta, Müslümanlar sadece Müslüman değiller. Başka şeyler de aynı zamanda. Kadınlar, erkekler, gençler, yaşlılar, sağcılar, solcular, Sünniler, Şiiler, Aleviler, inançlılar, inançsızlar, sofular, sekülerler... çoğul aidiyetlere, çoğul kimliklere sahipler. Ancak Müslümanlıkları üzerinden saldırıya uğradıklarını düşündüklerinden, Müslümanlıkları üzerinden savunma kalkanlarını açmış durumdalar. Bundan doğal bir şey yok. Ama Batı Avrupa’da Müslümanların toplumsal meşruiyet kazanma çabaları İslam’a yapılan her eleştiriyi kilit altına almayı meşru kılamaz. Bu tam ters etki yapar.

 

Sünnet tartışması

 

Önümüzde somut bir örnek var. Köln’deki bir yerel mahkemenin sünneti çocuk vücuduna yetişkinler tarafından yapılan bir mütilasyon (yaralama) olarak nitelendirmesinden sonra, konu Avrupa kamuoyunda tartışılmaya başlandı (maalesef Türkiye kamuoyunda çok az tartışıldı, tartışıldığı zaman ise hep “islamofobi” çerçevesi kullanıldı). 1 Ekim’de Türkiye’nin kurucu üyelerinden biri olduğu ve Değerler Avrupası’nı inşa eden Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde bu konuda bir oturum gerçekleştirilecek. Aklıma üç soru geliyor.

Birincisi, herhangi bir dinsel/geleneksel pratik, toplumun bilinç gelişiminin hangi aşamasında tartışmaya açılabilir ve bu tartışma soğukkanlılıkla yürütülebilir? Bu Katoliklikte doğum kontrolü ya da Müslümanlıkta sünnet olabilir.

İkincisi, böyle bir tartışma Müslümanların “azınlıkta” oldukları ve kendilerini tehdit altında hissettikleri bir ortamda, bireyleri aşağılamadan ve Müslümanları eşit yurttaşlar olarak koruyarak yapılabilir mi? Kanımca yapılabilir ve yapılmalıdır da.

Üçüncüsü ve sonuncusu, bu tip bir tartışma Müslümanların hakim oldukları bir toplumda kendine yer bulabilir mi? Örneğin Türkiye toplumu hakaretsiz, hapis cezasız, cinayetsiz, bir tabu üzerine olan bu tartışmayı soğuk kanlılıkla yürütebilecek olgunluğa erişmiş midir? Bu soruya da cevabımın evet olmasını diliyorum. Bunun çaresi de kanımca “islamofobi” kalkanını indirmek, kendini tehlikeye atacak kadar kendine güvenmekten geçiyor.

Not : Toplumsal cinsiyet inşasında sünnetin yeri konusunda Pınar Selek’in Sürüne sürüne erkek olmak (İletişim, 2008) ve spesifik olarak sünnet konusunda Kaan Göktaş’ın Oldu da bitti maşallah (Ozan, 2013) kitaplarını tavsiye edebilirim.