Hürriyet yazarı Sedat Ergin, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişimi sonrası tutuklanan gazeteci Şahin Alpay'ın "darbeci olamayacağını" belirtti. Alpay'ın savunmasında "Gülen hareketinin bir suç örgütü olduğuna dair bir yargı kararı olsaydı, bir gün bile Zaman’da yazmayı sürdürmezdim. Bir askeri darbe girişiminde şu veya bu ölçüde rol alabilecekleri aklımın ucundan geçseydi, asla Zaman gazetesinde yazmazdım" ifadesini kullandığını hatırlatan Ergin, "Alpay’ın bu sözleri sahici, samimi bir özeleştiriyi yansıtıyor. Ayrıca, kimler yanılmadı ki?" diye yazdı.
Sedat Ergin'in "Şahin Alpay’dan darbeci çıkar mı" başlığıyla yayımlanan (20 Eylül 2017) yazısı şöyle:
Dün bu satırları yazmaya başladığımda Şahin Alpay’ın da sanıklar arasında yer aldığı Zaman gazetesi hakkında açılmış olan davanın duruşması sürmekteydi ve tahliye talepleriyle ilgili karar henüz belli olmamıştı. Daha sonra tahliye kararı çıkmadığını öğrendim.
Kuşkusuz yürümekte olan bir dava hakkında objektif, dengeli bir kanaat belirtmeye çalışırken, öncelikle iddianamede yöneltilen suçlamaları okumak, sanığın bu suçlamalara karşı savunmasını dinlemek, bütün delilleri incelemek işin esasıdır.
Ama bir dava bağlamında özellikle tanıdığınız bir kişi söz konusu olduğunda, şahsi düzeydeki bilgileriniz, sezgileriniz, iç sesleriniz hepsi birleşip -maddi delillerden bağımsız olarak- önceden sizi bir noktaya doğru götürür. İşte bu yazının başlığında yer alan soru uzun bir zamandır kafamı meşgul ederken, Şahin Alpay’ın darbeciliği iddiası karşısında bir türlü ikna olmuyordum.
*
Sezgileri bir tarafa bırakıp iddianameyi incelediğimde de karşıma çıkan ilk gariplik, Şahin Alpay’la birlikte Nuriye Ural, Lale Sarıibrahimoğlu gibi tanıdığım başka meslektaşları da içine alan sanıkların bir kesimi için yöneltilen suçlama kalıbındaki çelişki oldu.
Savcılık makamı, iddianamenin sonunda “şüpheli yazarların gerek suç unsuru ihtiva ettiği tespit edilen yazılarıyla, gerek tek başına suç unsuru olduğu belirlenememekle birlikte örgütsel hedef ve amacı tamamlayan yazılarla, FETÖ-PDY terör örgütü hiyerarşisi içerisindeki görevlerini yerine getirdiklerini” ileri sürüyor.
Bu ifadeyle “suç unsuru içeren yazılara” ek olarak “tek başına suç unsuru olduğu belirlenemeyen” yazıların da bulunduğu savcılık makamı tarafından teslim ediliyor. Ama suç unsuru olmasa da sanıkların bu yazılarla “örgütsel hedef ve amacı tamamladıkları” ileri sürülüyor.
Bu nasıl oluyor, doğrusu pek anlamadım. Görüşlerine başvurduğum tanınmış ceza hukukçusu Prof. Köksal Bayraktar’dan şu yanıtı aldım:
“Bugüne kadar okuduğum en vahim iddianamelerde bile böyle bir niteleme görmedim. Savcı delilin olmadığını açıkça söylüyor. Ceza hukukunda suç olmayan şey delil olmaz. Bu kadar açıktır. Bu, tamamen belirsizliğin hâkim olduğu son derece müphem bir suçlamadır. Bir amaca hizmet etmekten söz edilirken, bu amaca nasıl hizmet ettiği gerekçelendirilmeyerek bu belirsizlik adeta delil yokluğu seviyesine indiriliyor. Dolayısıyla delil yokluğu ikinci kez suçun olmadığını ortaya koyuyor.”
*
Ve nihayet iddianamede Şahin Alpay’ın diğer sanıklarla birlikte “FETÖ-PDY silahlı terör örgütünün medya gücünü oluşturduğu, bu örgütün amacı doğrultusunda anayasal düzeni, TBMM’yi ve hükümeti devirmek için suç işlediği” öne sürülüyor. Özetle Alpay,“darbecilik”le suçlanıyor.
İddianameyi incelediğimizde şunu görüyoruz: Delil olarak Alpay’ın yedi köşe yazısına atıf yapılıyor. Bunların hepsi 17-25 Aralık 2013 sonrası dönemde kaleme alınmış. Bir bölümü, “Din savaşıymış”, “Erdoğan ile Batı arasında”, “Evet suç da ceza da şahsidir”, “Bu millet bidon kafalı değildir”, “Çıkar yol Erdoğan’sızhükümet” başlıklarını taşıyor.
Bir de Alpay’ın 17-25 Aralık sonrasında adli kolluk yönetmeliğinin değiştirilmesinin yolsuzluk soruşturmalarını örtbas ettiği görüşünü işlediği bir yazısına atıf yapılmış. Son olarak Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e “yaşananlara seyirci kalmaması gerektiği” yolunda çağrıda bulunduğu bir yazı var ki, savcı burada “kurumlar arası çatışma yaratmakla” suçluyor Alpay’ı.
Bunlar arasında hükümete sert eleştiri içeren yazılar olduğu kadar, “Din savaşıymış” başlıklı yazısında olduğu gibi Alpay’a göre, “Türkiye’de yaşananların din savaşı değil eski Türkiye ile yeni Türkiye’nin kavgası olduğu sonucuna varan” metinler de var.
Sonuçta darbeci suçlamasının dayanağını oluşturan delillerin hepsi son tahlilde yedi köşe yazısı. Bunların hepsi de ifade özgürlüğü kapsamında eleştiri sınırları içinde görülmesi gereken fikir yazıları.
*
Buradaki sıkıntı, bu yazıların yayımlandığı gazetenin sözcüsü olduğu örgütün 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında olduğunu ortaya koyan çok sayıda elle tutulur delilin olmasıdır. Bu, problemli bir durum olmakla birlikte yine de ŞahinAlpay’ı darbe sanığı olarak suçlamaya yetmez.
Zaten kendisini de önceki gün duruşmada “15 Temmuz’a kadar bu hareketin gayrimeşru işlere karışan bir karanlık yüzü olduğunun bilincinde olmadığını” belirterek, şu özeleştiriyi yaptı:
“Kimi Gülen hareketi mensuplarının şu veya bu ölçüde 15 Temmuz darbe girişimine karışmış olduklarına dair emareler bütün yazarlık hayatım boyunca sivil yönetimi savunmuş, askeri darbelere, askeri vesayete karşı yazmış ve konuşmuş bir liberal demokrat olarak beni şok etti ve derin bir yanılmışlık duygusuna boğdu...
Gülen hareketinin bir suç örgütü olduğuna dair bir yargı kararı olsaydı, bir gün bile Zaman’da yazmayı sürdürmezdim... Bir askeri darbe girişiminde şu veya bu ölçüde rol alabilecekleri aklımın ucundan geçseydi, asla Zaman gazetesinde yazmazdım. 15 Temmuz darbe girişimini lanetliyorum, bu nedenle Zaman’da yazdığım için de pişmanlık duyuyorum. Bu hareketin karanlık yüzünü göremediğim için fena halde yanıldım...”
Alpay’ın bu sözleri sahici, samimi bir özeleştiriyi yansıtıyor. Ayrıca, kimler yanılmadı ki?
Bizler meslektaşlarımızın en azından tutuksuz yargılanmasını talep etmek durumundayız.
Bu arada başlıktaki soruya dönersek, çıkmaz...