10 Mayıs 2013 02:59
Helin Alp - Ankara
PKK lideri Abdullah Öcalan’ın 1999 yılında PKK güçlerinin sınır dışına çekilmesi talimatı ile birlikte örgüt biri silahlı, biri silahsız olmak üzere iki barış gurubunu Türkiye’ye gönderdi.
Seydi Fırat, bu dönemin hem faili, hem sanığı, hem de tanığı. Bundan 14 yıl önce Öcalan’ın örgüte yaptığı “sınır dışına çekilin” çağrısıyla birlikte 8 kişilik “barış grubu”nun içinde Türkiye’ye giriş yaptı.
Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in “gelirlerse hoşgörüyle karşılarız” dediği Fırat, Türkiye’ye gelir gelmez hiçbir silahlı eyleme katılmamış olmasına rağmen tutuklandı ve 5.5 yıl cezaevinde yattı.
Barış elçisi olarak gelip cezaevine konulduktan sonra siyasi çalışmalarına devam eden Seydi Fırat bugün 50 yaşında. Habur sürecinde de aktif rol üstlenen Fırat, yıllar sonra Türkiye’ye geldiği dönemde özel kuvvetlerden emekli Mete Yarar, dönemin MİT üst düzey yetkilisi Cevat Öneş, ülkücü hareketten Musa Serdar Çelebi gibi farklı kesimlerden isimlerle Prof. Vamık Volkan’ın danışmanlığında Ekopolitik grubu bünyesinde yer alarak diyalog ve tartışma zemini için çaba harcadı.
PKK’nın 14 yıl aradan sonra ikinci kez sınır dışına çekildiği günlerde hem süreci değerlendirmek, hem de karşılaştırma yapmak için Seydi Fırat’la konuştuk.
- 21 Mart’ta Abdullah Öcalan’ın çağrısına PKK, 23 Mart’ta ateşkes, 25 Nisan’da “sınır dışına çıkma çekileceğiz”, 8 Mayıs’ta “çıkıyoruz” şeklinde yanıt verdi. “Biz çıktık, sıra sizde devlette” dedikten sonra devlettin ne yapması lazım ki, PKK yeniden “dönüyoruz” demesin?
Sürecin bozulması durumunda neler olabileceğini düşünmek istemiyorum. Bunu düşünmek bende ciddi bir travma yaratıyor. Barışın kimyası güven, umut ve doğru adımlardır. Oslo görüşmeleri sürecin dönüm noktasıdır. Yol haritasıdır. PKK, bugün kendi üstüne düşeni yaptı. Birçok konuda esnek davrandı. Ve sınır dışına çıkıyor. Süreç başlarken, Öcalan, örgüt üzerinde belirleyici olacak mı kaygıları dile getirildi. Aynı zamanda örgüt içinde “farkı kanatlar var, bunlar sürece karşı çıkacak” denildi. Bugün bunun böyle olmadığı ve Öcalan’ın belirleyiciliği tartışmasız ortadır. Bundan sonra devlete düşen yol haritası çizmek ve yol temizliği yapmaktır. Yeni anayasa, Terörle Mücadele Kanunu (TMK), seçim barajı ilk ve güven arttırıcı adımlardır. Ayrıca bu adımlar sadece Kürtlerin değil Türklerin de ihtiyacı. Örgüt, tam olarak artık siyaset yapmak istediğini beyan etmiştir.
- Öcalan, 21 Mart’ta Diyarbakır Newroz alanında “yeni bir dönem başlıyor” sözleri ile farklı bir sürecin başladığını söyledi. 1999’da örgüt, silahlı mücadele yerine siyasal mücadele konusunda bugün olduğu kadar net miydi?
Evet. Hatta safça diyebiliriz. Her şeyin bir anda olacağına inanıyorduk. Türkiye’ye geldiğimizde sorunlar hemen çözülecek sanıyorduk. Bu beklenti yaklaşık üç yıl sürdü. PKK, bugün tam anlamıyla bir geri çekilme başlatmış durumda. Bundan sonra Kandil’de ve Medya Savunma Alanları içinde kalacak. Örgüt, bir biçimiyle siyasi mücadeleyi öne çıkaracak.
- 1999’da, sizin Türkiye’ye geldiğinizde tutuklanmanız, geri çekilme sırasında “infazlar” gibi “yol kazaları” olmasına rağmen devlet nasıl bir adım atsaydı silahlar yeniden konuşmazdı?
Mesela, genel af.
- Size “genel af” sözü mü verildi?
Hayır. Böyle bir söz verilmedi. Biz ortamı yumuşatmak, devletin atacağı olumlu adımları ve çözüme yönelik niyeti varsa bunu güçlendirmek için geldik.
- O zaman “Bir genel af olsaydı silahlar konuşmazdı” diyorsunuz. Şimdi ise Öcalan, genel af istemediğini söylüyor. Bugün ne değişti?
Aslında biz genel af beklentisi içinde değildik. Genel af, sorunu siyasi zemine çekebilir. Kürt sorunu, genel affı aşan bir sorundur. Kürt sorunu bir kimlik ve statü sorunudur. Genel af kavramı giderek sorunu çözmek yerine örtmeye başladı. Kamuoyunda sanki örgüt, genel affı kendi kişisel kaygıları için istiyormuş algısı yaratılmak istendi. Öcalan, Kürt sorunun genelini görmeden buna odaklanılmasının önüne geçmek istiyor.
- 1999’da 500 PKK’lı Türkiye topraklarında kaldı. Neden? Askerin bunu istediği iddia ediliyor…
Hangi komutanın böyle bir şey istediği iddiası var bilmiyorum ama PKK, asker istediği için değil güvenlik bakımından böyle bir karar aldı. Kendisi için tüm güçlerinin sınır dışına çıkmasının güvenli olmayacağını düşündü. İran, Irak ve KDP cephesi ve Türkiye’nin yapabileceği operasyonlara karşı tüm güçlerini aynı merkezde toplamak istemedi.
- Bugün böyle bir olasılık var mı? Sınır dışına çekilmeyen bir grup olacak mı?
Hayır. PKK açık bir şekilde herhangi bir operasyon yapmayacağını, güvenlik ve gizlilik içinde tüm güçleriyle sınır dışına çekileceğini kamuoyuna deklare etti.
- PKK sınır dışına çıkmaya başladı. Bu süreçte daha önce olduğu gibi bir operasyon olacağına ihtimal veriyor musunuz?
Hayır. Böyle bir askerî operasyon olacağına inanmıyorum. Olası bir durum, toplumda büyük bir travma yaşatır. Kürtlerin, devletle ilişkisinin tamiri mümkün olmayan bir yola girebilir. Kamuoyunun ve herkesin gerçekten bu hassas süreci iyi kavraması gerekiyor. Barış süreçlerinde endişeler, kaygılar her zaman yaşanır. Hiçbir barış süreci endişesiz, kuşkusuz başlamıyor. Ancak hem devlet, hem de PKK bu güven duygusunu aşabilir. Algı ve söylem düzeyinde milliyetçi, savaştan rant kazanan ve beslenenlerin süreci sabote edebileceği endişesi yaşıyordum. Bir hayat, savaş üzerinden yürüyemez, gerçekleşemez. Bugün barış imkanı vardır.
- PKK mı, Kürt sorunu mu çözülüyor?
Bence Kürt sorununun çözümünde PKK yeni bir duruma evriliyor. PKK siyasallaşıyor. Kendisini siyasi bir zeminde yeniden kuruyor.
- Hükümet nasıl bakıyor sizce?
Türkiye 1993 yılında Turgut Özal’ın Abdullah Öcalan’a ateşkes çağrısından sonra ikinci tarihi dönemi yaşıyor. Ancak, henüz yolun başındayız. Başbakan ve bu hükümet, devletin Kürt meselesine bakışında kırılma yaratmıştır. Başbakan’ın çözüm kararlılığı devam etmelidir. Evet, Kürtler vardır deniliyor ama kimlik olarak resmi ve hukuksal alanda bir kabul görmüyorlar. Hükümetin kafasında farklı algılar olabilir. PKK’yi diskalifiye etmeyi düşünüyor olabilir. Bazı makyaj düzeyinde adımlar atarak da bırakabilir. Hükümet göze aldığı riskler ve söylemlerle böyle bir paradigmasal değişikliğe gitmelidir. Kürt mücadelesi ve Ortadoğu hükümeti zorladı. Bakın, İran, Irak hiçbir zaman Kürtleri inkar etmedi. Suriye ve Türkiye inkar etti. Irak’ta ya da İran’da Kürt sorunu çözüldü mü? Hayır.
- Sizce Türkiye, PKK’nın silahları kalıcı olarak bırakması için çözüm politikasını ne zaman geliştirebilecek?
3-4 yıl içinde oluşacağını düşünüyorum. Sağlıklı ve gerçekçi mekanizmalar kurularak bu gelişmenin tamamlanacağını düşünüyorum.
- Muhalefet, hem Öcalan’la görüşmelere, hem de sürece karşı çıkıyor. 1999’da siz Türkiye’ye geldiğinizde devletle görüşmeler nasıldı?
‘99 yılında PKK tarafından dönemin Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanı ve Meclis Başkanı’na mektuplar gönderildi. Örgüt, bu mektupları demokratik çözümden yana olduğunu göstermek için yazmıştı. Avukatlar, devletin izniyle Kandil’e gitti. Kandil’le yapılan görüşmeler sonucunda o dönem sınır dışına çekilme kararı alındı. O zaman da bu stratejik adım atılmıştı. Aynı zamanda iyi niyet adımı olarak benimle birlikte bir grup Türkiye’ye gönderildi. Ancak geri çekilme sürecinde yüzlerce gerilla askerî operasyonlarla infaz edildi. Biz tutuklandık.
- Ecevit, “gelirlerse hoşgörüyle karşılarız” diye açıklamalar yaptı, tutuklandınız. O günkü iktidarla bugünkü iktidar arasında ne fark var?
Ecevit de eski devlet paradigmaları ile politika yapıyordu. Ecevit- MHP iktidarı Amerika, İsrail’le pazarlıklar yapılmış, Süleyman Demirel bizatihi içinde olmuştur. Amerika’nın Ortadoğu politikası, Türkiye’ye yaklaşımı ile birlikte “Öcalan’ı bize verirseniz, Ortadoğu’daki politikalarınıza destek oluruz” sözleri verilmiştir. ‘99 süreci aslında Öcalan’ı boşa çıkarma süreciydi. Barışçıl ve demokratik çözüm gerçekten istenmiyordu. Amaç, aynı zamanda örgüte darbe vurmaktı. Bugün Türkiye’de yaşananlar elbette bir anda ortaya çıkmış değil. Kürt meselesinin acı deneyimleri ortada. Örgütün yapılan infazlarla, operasyonlarla bitirilmeyeceği anlaşıldı. Ortadoğu’da yaşananlar, dünyadaki gelişmeler bugün artık kendisini Kürt meselesinin çözümü için dayatıyor. Başbakan, devletin Kürt sorununa bakışında bir kırılma yaratmıştır. 2005 yılında “Kürt sorunu benim sorunumdur” dedi, daha sonra TRT 6 açıldı, ancak bazı gruplar Başbakan’ı “PKK buna rağmen size karşı savaşıyor, sorun ancak operasyon yapılarak çözülebilir” şeklinde sözler söyleyerek yönlendirdiler.
- Fethullah Gülen cemaatini mi kast ediyorsunuz?
Birtakım grupları, bazı cemaatleri. Başbakan’ın yakınındaki bazı grupları kast ediyorum.
- Peki, muhalefetin kaygıları? “Ülkeyi bölüyorlar,” “terör örgütü ile pazarlık yapılıyor” ve “neyin karşılığında PKK sınır dışına çıktı” soruları üzerinden süreç eleştirileri yapılıyor.
Devlet Bahçeli ve Ecevit’in iktidar olduğu dönemde Öcalan’dan PKK’ye mektuplar gitti. Kandil’den cevaplar geldi. 1993 yılından beri farklı iktidarlarla örgüt arasında görüşme, diyalog oluyor. Bugün bunlar hiç olmamış gibi bir yaklaşım var. Muhalefetin bu söylemlerini anlamakta zorlanıyorum. 1993 yılında Turgut Özal ile birlikte başlayan PKK arasındaki görüşmeler, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan dönemlerinde de yapılmıştır.
- Kurucu irade olan CHP ile bugünkü CHP’nin Kürt meselesine yaklaşımında bir farklılık var mı, nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kürt sorunu, cumhuriyet döneminde CHP eliyle inşa edilmiştir. Daha sonra MHP oraya çıkmıştır. Bugün CHP ve MHP’nin sorunun çözümüne yaklaşımlarının temelinde “Kürt sorununun çözümünü demokratik yollarla değil, savaşla çözmek” anlayışının yattığını görüyoruz. Muhalefetin bugün söylediği sözlere kendilerinin de inanmadığını düşünüyorum. Ulus-devletçiliğin dar bakışıyla bir iç çatışma yaşanıyor. “Türkiye bölünecek” diyerek insanların korkularıyla oynuyorlar. Yeni söylem geliştiremiyor, politika üretmedikleri için de bu argümanları kullanıyorlar.
- Siz Türkiye’ye gelip tutuklandığınızda dönemin MİT yetkilisi olan Cevat Öneş’le yıllar sonra Ekopolitik çalışma grubunda bir araya geldiniz. Bu bir diyalog zemini oluşturma grubu muydu?
Ben, Ekopolitik çalışmalarına destek olmak amacıyla katıldım. Çok farklı isimler de vardı. Murat Belge, Avni Özgürel gibi. Farklı mesleklerden, ideolojilerden ve inançlardan insanlar bir araya gelerek diyalog ve tartışma, birbirini anlama üzerinden fikir alışverişlerinde bulunduk. Ben, 1999 yılında Türkiye’ye “barış grubu” içinde örgüt adına geldiğimde o dönem MİT’in başındaki isimlerden biri de Cevat Öneş’ti. Farklı görüşten insanlar bir araya gelebiliyor ve sorunları dile getirebiliyor. Bu ancak diyalog ile olabilir. Bu tablo bunun yansımasıydı.
- Sol, sosyalist ve liberal sol, silahlı mücadeleye mesafeliydi, bugün ise silahların susmasına mesafeli ve şüpheyle yaklaşıyor. Bu yaklaşım farklılığının nedeni AKP karşıtlığı mı yoksa ilkesel bir karşı duruş mu?
Sol, sosyalist ve bazı liberallerin henüz çözüm konusunda tam ikna olmadığını görüyoruz. Aslında bu tutum solu, Kürt hareketini ve barışa yönelik çabaları daraltıyor. Enerjisini alıyor. Aynı zamanda CHP ve MHP’nin önünü açıyor. Türk solu daha önce Kürtlere “Silahlı mücadele anlamsızdır, solun önünü kesiyor ve mücadelesine zarar veriyor” diyordu. Bugün, barış sürecinin AKP’yi güçlendirdiğini, başkanlığı ve diktatörlüğü getireceğini, Kürtlerin kandırıldığını söylüyorlar. Kürtler olarak onları ikna etmeye çalışıyoruz. Türkiye’nin geleceği için barış sürecine olumsuz bakmamak gerekiyor. Aslında Türk solunun da önünü açacak olan barıştır. Türk solu bu hat üzerinden yürüyebilir.
- Nasıl?
AKP, barış süreci inşası derken aslında kendini yeniden inşa etmemeli. İktidarda kalma handikapı içerisine girmemeli. Müzakere süreçlerinin ucu açıktır. Durabilir, sekteye uğrayabilir, devam edebilir. İktidar değişebilir. Ancak buradaki en büyük sorumluluk Türkiye halkınındır. Kürt sorunun barışçı yollarla çözülmesini isteyenlerin, aydınların, sosyalistlerin, Alevilerin, liberallerin bu süreci olumlu bir şekilde desteklemesi gerekiyor. Hükümetin istikrarlı bir şekilde yürümesi için ona güç verecek ve zaman zaman da yanlış yapmaması için onu uyaracak bir denge gücü olabilir.
- Geri çekilme süreciyle birlikte hem örgütün, hem devletin hakikatleriyle yüzleşme zorunluluğu ortaya çıkıyor. Bu başarılabilir mi sizce?
Devletin bilgi kasası çok zengin. Eğer gerçekten geçmişle yüzleşilecekse bu kasanın açılması gerekiyor. Devletin ve hükümetin bu noktada sağlam durması önemli. Örneğin, özür dileyebilir. Geçmişte devletin yaptığı hatalar için dilenecek sembolik bir özrün karşılığı toplumsal olarak çok yüksek olacaktır. Yüzleşme, geçmişi değil geleceği kurar. Gerçekler açığa çıktı mı geleceğin yol haritası belli olur. Bir hafıza oluşturabiliriz. Ancak o zaman kamuoyunun vicdanı da sürece dahil olur.
- Peki ya örgüt?
Örgüt hatalarıyla yüzleşmeli. Çatışma döneminde örgütün de neden olduğu ve yaptığı hatalar var. Örgüt de bazı haksız ölümlere sebep oldu. Köylere baskınlar yaptılar. Bunlarla da yüzleşmek önemli. Yeni süreci inşa ederken yeni dil oluşturmak gerekiyor. Bu dil aynı zamanda hatalarına da sahip çıkarak kurulabilir.
- Öcalan’ın geliştirdiği yeni paradigma çerçevesinde Kürtlerin statü talebi neyle örtüşüyor?
Kürt hareketi eski ulus-devlet paradigmasından sıyrıldı. 1993’ten beri Abdullah Öcalan bu hedefin doğru olmadığını ve değiştirilmesi gerektiğini söylüyordu. Bugün uluslararası konjonktürde kimliklere ve kültürlere bakış açısı değişti. Kürtlerin statü talep etme hakkı var. Bundan vazgeçmeleri de doğru değil bence. Özerklik, Türkiye’yi istikrara götürür. Dünya’da ademi merkeziyetçilik gelişiyor.
- Statü Türkiye’nin zararına olmaz mı diyorsunuz?
Neden olsun? AB ülkeleri 40 yıl önce kanlı bıçaklıydı. Kürtler de statüyle birlikte bir birlik kurarsa Türkiye tamamlanabilir. Ekonomik ve idari açıdan da Türkiye’nin lehine olacaktır. Türkiye , Kürt halkına eşitlikçi bir yaklaşım geliştirir, iç meselesini çözerse Suriye, Irak ve İran Kürtleri de bundan etkilenecektir. Suriye’deki PYD Türkiye’deki barış sürece ilişkin hemen olumlu bir açıklama yaptı.
- Arap Baharı ile birlikte Ortadoğu’nun yeniden şekillenme sürecinde Kürt meselesinin çözümü Türkiye’ye nasıl bir konum kazandırır?
Arap Baharı, özgürlük mücadeleleri, serhildanlar deniliyor ama yıkımlar da var. Kan var, acı var. Bu fotoğrafa bakıp etkilenmemek mümkün değil. Türkiye’nin stratejik önemini Kürtler arttırıyor. Suriye meselesinde yıkımın nereye varacağını kestirmek mümkün görünmüyor. ABD ile birlikte İsrail, İran, devrede. Ortadoğu’daki durum aslında Kürtlerin lehine, Türklerin aleyhine bir seyir izliyor. Bu süreçte yeniden yapılanma ve entegrasyon sistemi devreye girecek.
- Mesela…
1990’lı yıllarda Kafkasya şekillenirken Türkiye, Kürt meselesi ile uğraşıyordu. Bundan dolayı da Kafkasya’nın inşa sürecinde etkin bir rol oynayamadı. Bunun için de Kafkasya’da söz sahibi olamadı.
- Ortadoğu için bugün aynı şey söz konusu mu demek istiyorsunuz?
Evet. Türkiye, kendi içindeki Kürt sorununu çözdükten sonra dünyada farklı bir statüye kavuşacak. Ortadoğu’daki ağırlığı ve stratejik önemi artacak. Yeni entegrasyon sistemi içinde Ortadoğu Federasyonu diyebileceğimiz bir birlik çıkabilir mi? Bunu tam olarak bilmiyoruz.
- “Kürtlerin statü sahibi olması Türkiye’nin lehinedir” dediniz. PKK’nın kuruluşunda Ortadoğu Halklar Federasyonu, Öcalan’ın konfederalizm tezleri yer alıyor. Ortadoğu Federasyonu ile bunu mu kast ediyorsunuz?
Öcalan’ın amacı Kürt sorununu demokratik temelde çözmek. Kanlı bir tablo ile bu sorunun çözülemeyeceğini gördü. CHP ve MHP, bu ana mantığı dışlıyor. Öcalan, üniter yapının ve sınırlarının içinde evrensel değerlerle bu sorunu çözme esasına dayanarak bir çerçeve çiziyor. İki aşiret kavgasında, devlet ve karşısındaki güç arasındaki mücadelede, inanç çatışmalarında çözüm için tek yol diyalogdur. Kültürel ve ekonomik birlik, işbirliği, kardeşlik bu bölgenin doğasında var. Bu coğrafyada barışçı bir anlayış var olan bu doğayı ortaya çıkaracaktır. Ancak Ortadoğu’da bir Arap Birliği bile gelişemiyor. Kendi içinde birliği kuramıyor. Bu birlik ancak Demokratik Ortadoğu Modeli ile sağlanabilir.
- AKP dış politikada sık sık eleştiriliyor. “AB’den kopuyoruz, hükümet ‘yeni Osmancılık’ iddiası ile politika yapıyor” diye…
AB, kendi içinde sorunlu ama değerli bir ortaklıktır. Türkiye, Osmanlı düşüncesi ve büyüme dürtüsüyle böyle bir yaklaşım içine girebilir. Ortadoğu halkları Araplar, Farslar, Kürtler ve Türkiye birliktelik içinde bir federasyon mu yoksa konfederasyon mu olur bunu gelecek gösterecek. Bu birliktelik devlet düzeyinde de halklar düzeyinde de olabilir. Rusya böyle yaşıyor. Ortadoğu halkları birbirine yabancı değil. Dar devlet şeklinde boğulmamak gerekiyor. AKP, Osmanlıcılık düşüncesi içinde olduğu iddiasıyla eleştiriliyor. AKP, böyle tarihsel bir duygu içinde olabilir. Ancak tarihin koşulları değişti. Ortadoğu’da birliktelik eşitlik ve özgürlükle mümkün.
- Son olarak, Kürtler barışa bu kadar umutlu bakarken, Uludere olayı vicdanlarında saklı. Erdoğan ve Öcalan’ın dediği “helalleşebilecek” mi?
Helalleşme mekanizması nasıl işleyecek bunu da görmek gerekiyor. Geçişmişle yüzleşmek için Uludere doğru bir yaklaşım. Hükümet, Uludere ile yüzleşmezse acı bir tat olarak her zaman karşısına çıkacak. Orada sivil insanlar öldürüldü. Hükümet cesaretle bu konuyla yüzleşebilmeli. Kürtlerin tarihinde çok üzücü olaylar, trajediler yaşandı. Dersim, Koçgiri, Zilan gibi. Devlet, Dersim’de, İstiklal Mahkemeleri kurdu. Operasyonlarla katliamlar yaptı. Bunu da açıkça devlet kararına dönüştürdü. Uludere’de devlet bu açıklığı göstermiyor. Ama hükümet ne olduğunu çok iyi biliyor. Hata denildi. Daha sonra ailelere para teklif edilip konu kapatılmak istendi. Ama devlet bu hatayı açıklamalıdır. Böyle bir süreçte de bunun iyi olacağına inanıyorum. Hiçbir devlet, hiçbir halk geleceğini kin üzerinden inşa edemez.
© Tüm hakları saklıdır.