23 Nisan 2018 10:45
Ziraat Türkiye Kupası yarı finalinde Teknik Direktör Şenol Güneş’in yaralanmasına yol açan olaylar günlerdir tartışılıyor. Ege Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde spor sosyolojisi ve spor medyası üzerine dersler veren Doç. Dr. Ahmet Talimciler konuya ilişkin olarak "Sadece taraftarları terbiye etmeye çalışan uygulamalar ile futbol sahalarını dönüştüremezsiniz. 'Yıllarca milli takımın kalesini koruyan ve ardından teknik direktörlük kariyerinde Türkiye milli takımını dünya üçüncülüğüne ulaştıran bir kişinin o gece yaşadıklarını bir gösteri olarak nitelemek bile durduğumuz yerin ne kadar tehlikeli olduğunu ortaya koyuyor'' dedi.
Hürriyet'ten İpek Özbey'e konuşan Talimciler'in söyleşisi şöyle:
Son derbide yaşananlar her yönüyle çok tartışıldı. Sizce bir tribün olayı mı, yoksa sadece bireysel bir saldırı mıydı? Ciddi biçimde kumpas ve provokasyon iddiaları da var… Nasıl okumalı?
Derbide yaşananların çok normal bir durum olmadığı kanaatindeyim. Her şeyden önce beraberliğin kendisine yettiği ve rakibin bir kişi eksik kaldığı bir durumda bir takım taraftarının böylesine öfkeli olması anlaşılır gibi değildir. Ancak olanların söylendiği gibi bir kumpas olup olmadığı hususunu aydınlatacak olanlar yorumda bulunanlar değildir. Şike süreci ve ardından futbolumuzda yaşadıklarımızın gerçek anlamda nelere tekabül ettiğini ortaya çıkartamadık! Bu dönemin ardından Fenerbahçe takım otobüsünün kurşunlanması olayı ile başlayan ve takımlar arasındaki gerilimi arttıran olayları çözemedik! Umarız 25 Nisan tarihinde verilecek olan karar ve ardından yaşanacak olan gelişmeler ülke futbolumuzun geleceğini olumlu yönde değiştirebilsin.
Genel olarak konuşursak… Hayatımızın neredeyse her alanına bulaşan şiddet fenomeni artık sık sık ve nerdeyse her yerde, her tribünde... N’oldu bize, bu saldırganlık niye?
İlk olarak öfkenin nasıl aklın önüne geçtiğini ve sağduyuyu ortadan kaldırabildiğini görüyorum. İkinci olarak ise futbolun, rekabetin ve güzelliklerin yerini akıl almaz bir kazanma hırsına terk etmekte olduğuna şahitlik etmiş oldum. Ama belki de bunlardan çok daha önemlisi; toplumsal hayatın bir minyatürü olarak futbolun, bir kez daha ülkemizde yaşanan gelişmelere dair hepimize bir şeyler fısıldamakta olduğunu söyleyebilirim. Gerginliği, öfkesi her geçen gün biraz daha fazla kabaran bir toplum var karşımızda ve bu durum toplumsal hayatımızın her alanında olduğu gibi stadyumlar özelinde de kendisini göstermeye devam ediyor. İşin asıl üzerinde durulması gereken kısmı ise bütün yaşadıklarımızın sonunda ortalama bir karar etrafında bile toplanamayacak olmamızda saklı. Çünkü perşembe gecesi yaşananların ardından yaşananları tiyatro olarak niteleyenler ile barbarlık olarak adlandıranlar arasında herhangi bir uzlaşı sağlanamayacak ve çözüm olarak sunulanlar ise çözümsüzlüğe katkıda bulunmaktan öteye gidemeyecek!
Bizde taraftar maça gerçekten salt takımını desteklemeye mi gidiyor, yoksa sonu saldırganlığa da varan bir ego tatminine mi?
Soruyu biraz daha ilginç bir hale sokabiliriz; “bizde taraftarlar gerçekten futbolu seviyorlar mı?” Ülkemizde taraftarların takımlarını destekledikleri ve sonuna kadar yanlarında oldukları bir yanılsamadan ibarettir. Bizim taraftarlarımız için başarı yoksa destek de yoktur! Bu açıdan şampiyonluk yarışından erken kopan takımların taraftarlarının tribünlerden de uzaklaştıklarını görürüz. Deşarj olma meselesi ise çoğunlukla oynanacak olan karşılaşmaya göre değişen ve geçmişin hesaplaşmasına yönelik yaklaşımlarla belirlenen de bir durumdur. 1980 sonrası ülkemizde futbol ana yemek olarak kitlelere sunuldu ve artık futbolun deşarj etmekten ziyade olumsuz anlamda rakibe yönelik nefreti körüklediği bir şarj dönemindeyiz.
Ülkemizi dünya üçüncüsü yapmış bir milli hocanın sağlığından kaygı duyulacağına “Bir şey isabet etti mi? Dikiş atıldı mı atılmadı mı, yoksa fotoğraf photoshop mu? Güneş iyi oynadı” gibi yorumlar da dile getirildi…
Yaşadıklarını sürekli olarak kendi tarafına doğru yontma anlayışı içerisinde yetiştirilen kişilerin, adaletle kurdukları bağlantının seviyesi de yine kişisel çıkarları doğrultusunda gerçekleşecektir. Türkiye’de futbol sahalarında geçmişin izlerini temizlemek ve gerçek anlamda adaleti tesis etmeyi sağlamak hususunda hiçbir zaman samimi olmadığımız için konuştuklarımız daima gerçekler değil, gerçeklerin etrafındakilerdir. Durum böyle olunca çözüm olarak ortaya koyulanlar da her defasında kördüğümü biraz daha arttıracak tedbirler olmaktadır. Yıllarca milli takımın kalesini koruyan ve ardından teknik direktörlük kariyerinde Türkiye milli takımını dünya üçüncülüğüne ulaştıran bir kişinin o gece yaşadıklarını bir gösteri olarak nitelemek bile durduğumuz yerin ne kadar tehlikeli olduğunu ortaya koyuyor. Çünkü burada futbolun kendisi değil takım gözlükleri ve olan biteni flu olarak gören bir tarafgirlik açısı devreye giriyor. Böyle olduğunda işe, yaşananların nedenleri, niçinleri yerine kan vardı, yoktu, numara yaptı, yapmadı gibi tuhaf ama bir o kadar da acınası yaklaşımlar giriyor. Tabii bir de bunun sadece bu son karşılaşmaya özgü bir durum olmadığını geçtiğimiz dönemlerde oynanan pek çok karşılaşma için de geçerli olduğunu bir kez daha hatırlatmak zorundayız. Eskiler su-i misal emsal olmaz, yani ‘kötü örnek örnek teşkil etmez’ ifadesini kullanırlar. Futbol sahasına baktığımızda ise biz her defasında kötü örneği örnek olarak göstermeye ve bunun üzerinden kendimizi/takımımızı aklamaya devam etmek istiyoruz.
‘Atana değil attırana bak’ diyen yorumcular oldu. Bizim bir de futbol yorumcuları meselemiz var, değil mi?
Futbol yorumcularımızın yaşananları yorumlama tarzları var olan erkek egemen zihniyet kalıplarının üretilmesine katkıda bulunmaktan ibarettir. Çok seyredilen ve takip edilen yorumcuların kullandıkları söylemin argo ile iç içe geçiyor olması dikkat çekicidir. Bunun yanı sıra maçın bitiminde yeniden başlayan futbolun inşası sürecinde tuttukları takımlar üzerinden ahkâm keserlerken aynı zamanda geçmişe dönük göndermeleri yapmaktan da geri kalmazlar. Ekranlarda adeta bir teatral bir geçiş sürecine şahitlik ederiz ve burada klişeler, anekdotlar, cinsiyetçi ifadeler havada uçuşur. 6222 sayılı yasanın uygulamaya dönük en büyük sıkıntı kaynaklarından biri yöneticiler ise diğeri hiç kuşkusuz medya ayağıdır.
Olaylar kınanırken ortak noktada buluşuldu, ama orada bile tutulan takımın rengini görüyorsunuz.
Taraf olmak başka bir şeydir adaletli ve vicdanlı olmak başka bir şey. Tuttuğunuz takımın taraftarlarının yanlış yapmadığını tam aksine rakibin onları bu şekilde davranmaya doğru yönelttiğini iddia etmek aslında kimliğin labirentlerinden seslenmekten başka bir şey değildir. Burada kendi grubunuzun diğerlerinden nasıl farklı ve üstün olduğunu ortaya koymaya, bunu yaparken de çoğunlukla ötekileri suçlamaya başlarsınız. Futbolun buna çok müsait bir alan açtığı gerçeğini de eklediğiniz anda ise resim tamamlanacaktır. Oysa aynı alanın içerisinde Fair Play diye adlandırılan dürüst oyunun da yer almakta olduğu gerçeğini de unutmamak zorundayız. Çünkü burası bir rekabet alanıdır savaş alanı değildir; aksini iddia etmek beraberinde savaşa dönük yaklaşımları ve sıkıntıları da getirecektir!
Zaman zaman takımına, rengine göre farklılaşan tutumların ve görüşlerin taban tabana zıt oluşu da gerilimi artırmıyor mu? Nihayetinde kuralları belli olan bir spor. Ne dersiniz?
Ülkemizin futbol yorumcularının büyük bir kısmının takım taraftarlığına dönük yazılar yazıyor olması ve skor odaklı olmaları bu durumdaki sorunu arttırmaktadır. Taraftarların takım ayrımı yapmaksızın üzerinde uzlaşabilecekleri beş tane yorumcu sayabileceklerini sanmıyorum. Maç küçük buna karşın futbol büyüktür. 90 dakikalık karşılaşma sonrası futbol yeniden inşa edilir ve burada devreye medya girmektedir. Televizyonların futbolla ilgili yayınları arttırması ile birlikte futbol konuşmaktan ziyade magazin boyutunu konuşmaya Umberto Eco’nun deyimiyle ‘futbol gevezeliği’ yapmaya başladık. Yıllar önce yedek kulübesinin arkasında yer alan bir güvenlik görevlisi, teknik direktör Mustafa Denizli’ye maçla ilgili taktik vermeye çalışıyordu. Ekranlarda yaşadıklarımız aslında hiçbir zaman bir çok seslilik değildi çünkü başından itibaren üç-dört takım üzerinden yürütülen ve bu şekilde yönlendirilen bir anlayış hakim kılınmıştı.
Elbette hakemler de yanlış kararlar verebiliyor. Kurullar zaman zaman cezaları hakkaniyetle dağıtmıyor… Ama tansiyona tavan yaptıran abartılı, provokatif söylemler değil mi?
Futbol sahasındaki en kıymetli forma hakem formasıdır. Buna karşın ülkemizdeki hakemler maalesef bu güçlerinin ve önemlerinin farkında değildirler. Futbolu ve futbol medyasını etkileme gücü daha fazla olan takımlar ile taraftarlarının önünde hakemlerin düdük çalabilmeleri ve kendilerini doğru bir biçimde ortaya koyabilmeleri de güçleşmektedir. Her hafta taraftarların/takımların önüne atılan hakemlerin bir sonraki karşılaşmada çalacağı düdüklerin de önü kesilmiş olmaktadır.
Tribünü, medyayı konuşuyoruz; ya kulüp yöneticilerinin, teknik adamların, futbolcuların hataları?
Futbolu ve onun etrafında yaşananları konuşacaksak tabii ki saydıklarınızı da konuşmak zorundayız. Yaşananlarda her kesimin farklı düzeylerde sorumluluğu bulunuyor. Özellikle kulüp yöneticilerinin etkisi çok daha büyük ve ön planda iken saha içerisinde hakemle, rakip futbolcularla ve tribünlerle dalaşan bazı futbolcular da bu konuda dikkat çekiyorlar. Bazı teknik direktörlerin de mimli olduğunu ve yaşananlarda katkıda bulunduğunu eklemeliyiz.
Genelde failler bulunur ve ‘bir avuç kendini bilmez’ diye geçiştirilir. Bu yaklaşımla nereye varılır?
Bu söz ülkemizin futbol medyasının ve yönetimlerinin çok sıklıkla başvurduğu bir kurtarıcıdır. Oysa söz konusu olan ifadeye dikkatle yaklaştığınızda öznenin belirsizleştirildiğini ve var olan şiddet eyleminin bir anlamda normalleştirilmekte olduğunu görürsünüz. Faillerin belirsizleştirilmesi sadece faillerin işine yaramakla kalmaz aynı zamanda olup bitenler konusunda gereken tedbirleri almayanların da işini kolaylaştırır. Futbol sahalarındaki bütün kötülükleri bu şekilde belirsiz bir topluluğa atfetmiş ve onlar üzerinden yaşananları temize çekmiş olursunuz. Bu sadece burada da kalmaz, bütün uyarılara karşın sahada olay çıkartanların değil onlarla birlikte olay çıkartmayanların da cezalandırılması ile devam eder. Böylece yapanın yanına kar kaldığı bir düzeni işletir ve söz konusu kendini bilmezlere daha fazla güç vakfetmiş olursunuz.
Tribüne oynamayacağız… Algı operasyonuna kalkışmayacağız. Hep kendimize yontmayacağız. İdare etmeyeceğiz, yöneteceğiz. Cezalarımız hakkaniyetli olacak. Çifte standart yapmayacğız. Küfür etmeyeceğiz. Yazarken, yayınlarken, gösterirken ateşe körükle gitmeyeceğiz. Hepimiz mutabıkız bunda. Üstelik ortada bir de 6222 sayılı şiddete karşı yasa var. Ama yine de bir kargaşadır gidiyor…
Bizim yasa çıkartmakla ilgili bir problemimiz yok buna karşın yasaları uygulamayla ilgili bir sıkıntımız var. 6222 sayılı sporda şiddet ve düzensizliği önleme yasasını bile sadece şiddet yasası olarak algıladık ve böyle baktık. Spor sahasındaki olup bitenlerin tek müsebbibi taraftar olarak gören bir yaklaşımımız var oysa yönetici, medya, federasyon, futbolcular, güvenlik, hakemler yani bu alanın bütün paydaşları da işin içerisinde yer almak durumunda. Passolig sonrası halen toplu cezalar vermeye devam ediyoruz oysa İngiltere’de olduğu gibi bu koltuk cezalı uygulamasını hayata geçirmeli ve olay çıkartan kişileri tribünlerden uzaklaştırmalıyız, olaylara karışmayanları ise mağdur etmemeliyiz.
Bugün herkesin evinin önünü temizleyeceği gün mü, yoksa bahanelere, günah keçisi aramaya devam mı?
Böylesine net bir biçimde ortadan ikiye ayrılmış bir yapının var olduğu ve komplo teorilerinin havada uçtuğu bir yerde herkesin evinin önünü temizleyeceği günü beklemek için daha çok uzun zaman geçeceğini söyleyebilirim. Futbola dair hiçbir aktörün samimi olmadığı ve hiç birisinin elini taşın altına koymak istemediği bir ortamda, günah keçisi aramak çok daha kolay ve işlevsel bir çözümdür. Zaten biz yıllardır bunu yapmaya devam ettiğimiz için de çok yabancısı değiliz. Görülen lüzum üzerine önümüzdeki dönemde futbol sahalarına yönelik bir takım yeni tedbirler alınacaktır ama bu tedbirler yaşayacaklarımızı ortadan kaldıracak mıdır? Asıl soru budur ve sadece taraftarları terbiye etmeye çalışan uygulamalar ile futbol sahalarını dönüştüremezsiniz!
Herkes bataklığın kurutulması taraftarı. Peki gerilimden beslenen bir atmosfer varken nasıl geleceğiz üstesinden?
Futbolda şiddetin önlenmesinin temel konsepti stadyumda şiddetin önlenmesi ve maçların sağ salim oynanması değildir. Bu konuda da sahte uzmanlıklar, küçük kapsamlı kısa vadeli, göstermelik ve başarısız projeler üretilmiştir. Ne yazık ki ülkemizde bu alanda yapılmaya çalışılan, bataklığı kurutmaktan ziyade sivrisineklerle mücadele etmektir, böylesi bir yaklaşım ise her defasında yeniden ortaya çıkacak olan sivrisineklerle mücadele etmek zorundadır. Futbol federasyonunun ve kurullarının bütün takımlara eşit mesafede durduğunu ortaya koymak önemli bir adımdır. İkinci olarak sahalarda olay çıkartan ve takımlarına zarar veren taraftarların, neden oldukları maddi kayıplara ilişkin cezalandırılmalarının önünün açılması büyük bir etki yaratacaktır. Üçüncü nokta olay çıkartanların cezalandırılmaları ve olayla ilgisi olmayanların mağduriyetlerinin ortadan kaldırılmasıdır. Dördüncü olarak başta yöneticiler ve yorumcular olmak üzere, taraftarları kışkırtan ve kötü örnek olan kişilerin de tıpkı olay çıkartan taraftarlar gibi cezalandırılmalarıdır.
Tribün bir ülkeyi anlamak için iyi bir kıstas mıdır? Yani mesela siz İngiltere’de bir maç izlerken, o tribünlerden İngilizlerin analizini yapabilir misiniz?
Stadyumlar, birer toplum maketidir. Stadyumların içerisinde içinde yaşadınız toplumun küçük birer minyatürünü görebilirsiniz. Burada biz nasıl bir toplumuz diye bakmanız gerekir, nasıl bir kulübüz diye değil. Aynı zamanda stadyumlardaki insanların hali kendine özgü işleyişi olan bir toplum maketidir. Tribünler arasında sınıf farkı vardır ama her tribün kendi içinde sınıfsızdır. Yani her sınıf kendi tribününe gider. Bu açıdan tribünlere baktığınızda aynı zamanda o ülkenin yapısına dair de bir şeyler görebilme şansını yakalamış olursunuz.
Futbolun dışında hiçbir spor dalında nerdeyse şiddet eylemi olmuyor... Yoksa “futbol daha farklı bir sınıfın sporu” diyenler haklı mı?
Oralarda da oluyor ve olanları da çoğu kez futbol taraftarları çıkartıyor. Futbol çok daha kitlesel bir spor dalı olmasının yanı sıra aidiyetler üzerinden de farklı çıkarsamaların yansıdığı bir alan olarak özgül bir pozisyona sahip. Bu yüzden şiddetle daha çok iç içe geçiyor. İçerisinde hem çirkinlikleri hem de güzellikleri barındıran bir spor dalından söz ediyoruz. Hayatlarımızda yaşadığımız keşke’lerin bir kısmını dile getirdiğimiz bir alandır futbol ve iyi ki de öyledir. Çünkü futbol aracılığıyla umudu, mücadeleyi, sevinci, kederi her defasında bir sonraki karşılaşmaya, sezona, maça taşımaya devam edebiliriz. Futbol, içerisindeki hikâyelerle hayatımıza anlam katmaya devam ediyor, fanatizm ve şiddet bu duyguyu gölgelemeye ne kadar uğraşırsa uğraşsınlar başaramayacaklardır.
“Futbol, içerisinde yapıldığı toplumun bir aynasıdır. Bu ülkede futbol ilk oynandığı andan itibaren ideolojik bir oyundu ve hep öyle kaldı. Gerilimin toplumsal hayata oradan da futbol sahalarına sirayet etmesi kaçınılmazdır. Hızla sinirlenen ve sinirlerini kontrol edemeyen kişilerin sokakta, evde, trafikte velhasıl kelam hayatın her alanında yaptıklarını görüyor, okuyor, duyuyoruz ve bu durum futbol sahalarına da taşınıyor. Öte yandan futbol sahası bizlerin kendimizi göstermek istediğimiz mecralar olarak da son derece önem arz ediyor. Çünkü orada yaşanan gelişmeleri her seferinde dünyaya rezil olduk başlığı ile duyurmadan edemiyoruz. Halbuki bu olaylar sadece biz de olmuyor ve rezil olmaya takılmak yerine daha iyi koşulları nasıl sağlayabiliriz üzerine yoğunlaşmak durumundayız. Bunun için ise benim takımımın yaptıkları doğrudur yerine ortak akla dayanan doğruları hayata geçirmeye çalışmalıyız. Dayatmacı kültürümüz her alanda olduğu gibi futbol alanında da önümüzü kesmeye ve kargaşadan kurtulamamamıza yol açıyor.”
ŞİDDET NASIL ÖNLENİR?
- Futbol sahalarında ve çevresinde gelişen şiddetin sadece futbola özgü olduğunu ve polisiye tedbirlerin arttırılması ile çözülebileceğini düşünmek sadece günü kurtaracak tedbirler önermek anlamına gelecektir. Hayatımızın her alanını tehdit eden şiddet fenomenini futbol özelinde tüm tarafların katılımı ile alt düzeylere indirebiliriz. Bunun başlıca yolu ise futbol üzerinde gerçekten samimi bir şekilde düşünmekten ve bir takım kararların alınıp uygulanmasından geçiyor. Tribünlerde bambaşka bir maç oynanmakta ve bu oynanan müsabakanın şiddeti de ülkemizin ekonomik koşullarında yaşanan sıkıntılarla birlikte giderek daha da yükselmektedir. Bu şiddet ateşini düşürmek zorundayız. Bu konuda tek bir çözüm söz konusu değildir öncelikle bunu kamuoyuna anlatarak işe başlamalıyız ve sporun gerçek anlamını kitlelere hatırlatacak bir takım etkinlikler yapabiliriz; bu konuda özellikle taraftarlara yönelik kampanyalarla şiddetin futbol üzerindeki etkilerinin neler olduğunu göstermeye ve yaşananlardan asıl kaybedenin kendi kulüpleri olduğunu örneklerle gösterme yoluna gidilmelidir.
- Yaşanan olaylara karşı net bir biçimde kuralların altı çizilmeli. Stadyumlarda olay çıkartan kişi ya da kişiler için standart yaptırımlar geliştirilmelidir(Herkesi eşit şekilde kapsayacak kararlar hayata geçirilmelidir. Taraftarları en fazla huzursuz eden nokta federasyonun-kulüplere eşit mesafede olmaması ve adaletsiz kararlar alması noktasıdır. Bu konuya hakem boyutuyla ilgili algı eklendiğinde futbol sahalarında yaşanan şiddetin bir bölümünün nasıl oluştuğu daha iyi görülecektir)
-Taraftar ve taraftar topluluklarının kulüplerle olan ilişkileri güçlendirilmeli, bu grupların daha aktif bir biçimde kulüplerde yer almalarının yolları açılmalıdır. Bu aşamada uzun vadede uygulamaya konulacak olan Kulüpler-Federasyon-Taraftarlar ve Devlet yetkililerinden oluşan, taraftarların eğitilmesine dönük proje ve uygulamaların hayata geçirilmesi için gerekli yasal ve bürokratik adımlar atılmalıdır. (Avrupa’da yaygın bir biçimde uygulanan Fan-Coaching yöntemi).
- Futbolda Fair Play anlayışının yerleştirilmesi ve ödüllendirilmesi doğrultusunda çalışmaları arttırma yoluna gidilmelidir. Medyadan bu anlayışın yerleştirilmesi için daha fazla yardım talep edilmelidir.
- Medyanın yapmış olduğu yayınlar üzerine odaklanılmalı ve daha barışçı, şiddet içermeyen bir dil kullanması konusunda girişimlerde bulunulmalıdır.
- Ülkemizde federasyon bünyesinde Türkiye’de futbol sahalarında yaşanan şiddetle ilgili olarak bir birim kurulmalı ve bu birimin Türkiye’nin her yerinden elde ettiği verileri bir merkezde toplaması sağlanmalıdır. Bunun için taraftarların tribündeki ve dışındaki davranışları gözlenmeli, özellikle şiddet çıkaran grupların hareketleri izlenmelidir.
- Futbol ile bağlantılı her kesimin sorumluluklarını bir diğerine devretme anlayışının, yaşadığımız şiddeti belirsizleştirmekle kalmayıp şiddetin boyutlarını ve etkinliğini de arttırdığını kamuoyuna örnekleri ile gösterilmeli ve bu kesimlerin yaşanan şiddeti bitirme konusunda samimi olmadıklarının altını kalın çizgilerle çizilmelidir.
- Futbol sahalarında yaşanan şiddetin kaynağı olarak daima futbol seyircileri gösterilmekte ve yapılan bütün düzenlemeler onlara yönelik olarak gerçekleştirilmektedir. Oysa yaşanan şiddetten en fazla mağdur olan kesim, sürekli olarak suçlu olarak gösterilen futbol seyircileridir. Bu seyirciler sadece fiziksel şiddete maruz kalmamakta aynı zamanda stadyum içinde ve çevresinde kimliksizleştirilmekte, değersizleştirilmekte ve aşağılanmaktadırlar. Tribüne tuttuğu takımı izlemeye, hayatında değer verdiği bir varlıkla buluşmaya giden bu insanlar, psikolojik işkencenin yukarıda saymış olduğum dört unsuruna da maruz kalabilmektedirler. Seyircilerin hak ve ihtiyaçlarına uygun düzenlemelerin hayata geçirilmesi ve bu isteklere saygı gösterilmesi, çözüm yolunda etkili olacaktır.
- Görevli personelin yaşanabilecek taşkınlıklar konusunda eğitimli hale getirilmeleri ve olay çıkaranlarla genel kitleyi birbirinden ayırt edici uygulamaları hayata geçirmeleri sağlanmalıdır.
© Tüm hakları saklıdır.