Sabih Kanadoğlu*
(Eski Yargıtay Başsavcısı)
Anayasanın 117/1. maddesi uyarınca, Başkomutanlık TBMM’nin manevi varlığından ayrılamaz ve cumhurbaşkanı tarafından temsil olunur. Bu sembolik yetki, kuşkusuz devletin başı olmasından ve bu sıfatla Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk milletinin birliğini temsil etmesinden kaynaklanır. Gücünü ise anayasanın 101. maddesinin son fıkrasında yer alan cumhurbaşkanı seçilenin varsa partisiyle ilişiği kesilir hükmünden ve doğal olarak 103. maddede yer alan yemin metnindeki “görevini tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücüyle çalışacağına büyük Türk milleti ve tarih huzurunda namus ve şerefi üzerine” ant içmesinden almaktadır.
TBMM tarafından kabul edilen ve halkoylamasına sunulacak olan yasa ile anayasanın 101. maddenin başlığında yer alan “tarafsızlığı” ve “varsa partisiyle ilişiği kesilir” ibareleri yürürlükten kaldırılmakta ve Cumhurbaşkanı’nın ve ileride seçilecek olanın, bir siyasî partinin üyesi ve giderek genel başkanı olması sağlanmaktadır. Cumhurbaşkanının taşıyacağı sıfatla nasıl tarafsız olacağı veya seçilecek olanın bu sıfatla yürürlükte kalan 103. madde uyarınca nasıl ant içeceği ayrıca çözümsüz bir sorundur. Değiştirilen, eklenen veya ilga edilen hükümlerin yürürlüğe girmesi TBMM ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin birlikte yapılacağı ileri bir tarihe bırakılmış, Türkiye’nin en büyük sorunu varsayılarak “partisiyle ilişiği kesilir” ibaresinin halkoyunda kabul edilmesi halinde yayımı tarihinde yürürlüğe gireceği kararlaştırılmıştır.
Anayasa değişikliği yasası halkoylamasının önüne neden ve nasıl geldi. Siyasi iktidarın, 3 Kasım 2002’den itibaren, aynı menzile ulaşmak için bir terör örgütü olan cemaatle işbirliği yaptığı “ne istediniz de vermedik” ikrarı ile doğrulanmaktadır.
Türk Silahlı Kuvvetleri’ne, yargıya ve Emniyet’e sızma değil, yerleştirme olduğu, Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy, Casusluk ve benzeri gibi kumpas davaları, HSYK seçimleri, Yargıtay ve Danıştay ile Anayasa Mahkemesi’ne yapılan seçimler, Emniyet’e yapılan atamalar ve ihraçlarla kanıtlanmıştır. Menzil yoldaşlığındaki ayrışma, Oslo müzakerelerinin açığa çıkarılmasıyla başlamış, özel okullar ve dershaneler olayı, MİT Müsteşarı’nın ifadeye çağırılması, 17-25 Aralık yolsuzluğunun başka bir amaçla kullanılması ile sonlanmıştır.
Fethullah Terör Örgütü’nün 15 Temmuz 2016 günü TSK’ye yerleştirilen üyelerinin girişimi ile başlatılan alçakça isyan, TSK’nin büyük bölümünün ve halkın karşı koymasıyla bastırılmıştır. 21 Temmuz 2016’da olağanüstü hal ilan edilmiş, 23 Temmuz’da yayımlanan 667 sayılı Kanun Hükmündeki Kararname (KHK) ile başlayan süreç 25 Temmuz 2016 günü kabul edilen ve 31.07.2016 günlü Resmi Gazete’de yayımlanan 115 maddeden oluşan KHK ile devam etmiştir.
Bu KHK, anayasanın 121. maddesinin öngördüğü olağanüstü halin gerekli kıldığı konuların dışına çıkarak Türk Silahlı Kuvvetleri’nde (TSK) yeni bir oluşum gerçekleştirmiştir. a- Yüksek Askeri Şûranın üyeleri 669 sayılı KHK’nin 45. maddesiyle başbakan, Genelkurmay başkanı, başbakan yardımcıları, Adalet, Dışişleri, İçişleri ve Milli Savunma bakanları ile kuvvet komutanlarından oluşturulmuş, ordu komutanları ve orgeneral, oramiraller şûra dışında bırakılmıştır. Bu KHK, 09.11.2016 gün ve 6756 sayılı yasanın 45. maddesiyle aynen kabul edilmiştir. b- 669 sayılı KHK 36. maddesiyle 1325 sayılı kanuna
1. maddesinden sonra gelmek üzere 1A maddesi eklenmiş ve Kara, Deniz ve Hava kuvvetleri komutanları Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanmıştır. En önemlisi, cumhurbaşkanı, başbakan gerekli gördüklerinde kuvvet komutanları ile bağlılarından doğrudan bilgi alabilirler ve bunlara doğrudan emir verebilir, verilen emir, herhangi bir makamdan onay almaksızın derhal yerine getirilir, hükmü 09.11.2016 gün ve 6756 sayılı kanunla aynen kabul edilmiştir. c- 20 Ocak 2017 tarihinde kabul edilen ve 06.01.2017 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 681 sayılı Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararname ile; 1- 17. maddeyle 926 sayılı TSK Personel Kanunu’nun 34. maddesinin 1 ve 2. fıkraları değiştirilmiş ve subaylığa nasıp Milli Savunma Bakanlığı’nın onayı ile yapılır. Asteğmen, albay rütbeleri arasında rütbe terfileri ilgisine göre İçişleri bakanının veya MSB’nin onayı ile yapılır hükmü getirilmiştir. Astsubayların nasıp ve rütbe terfileri de aynı yasanın 82. maddesinde KHK’nin 26. maddeleriyle yapılan değişiklikle MSB’nin ve ilgisine göre İçişleri bakanının onayına bağlanmıştır. Albaylıktan tuğgeneral-tuğamiral rütbelerine terfiler ile general ve amirallikte bir üst rütbeye terfiler MSB’nin, jandarma ve sahil güvenlik subayları için İçişleri bakanının ve başbakanın imzalayacağı ve cumhurbaşkanının onaylayacağı kararname ile yapılacaktır.
2- 21. maddesiyle general-amiral kadrolarının belirlenmesi, rütbe miktarlarının değiştirilmesi, hizmetin bir yıl uzatılması Genelkurmay başkanının görüşü alınarak MSB’nin teklifi üzerine YAŞ’ın 2/3 çoğunlukla vereceği kararla yapılacaktır.
3- Aynı maddede kuvvet komutanları ile orgeneral ve oramirallerin atanmaları, görev sürelerinin uzatılması ve gerektiğinde görevden alınmaları veya emekliye sevk edilmeleri MSB’nin ve başbakanın imzalayacağı, cumhurbaşkanının onaylayacağı müşterek kararnameyle yapılacaktır. Cumhurbaşkanı tarafından, TBMM dışından MSB’ye veya İçişleri Bakanlığı’na getirilecek herhangi bir partilinin TSK ile ilişkileri ve yukarıda açıklanan yetkileri ayrı bir vahim durumdur. Sayılan değişikliklerle,
a- Yüksek Askeri Şûra, askeri bir kurul olmaktan çıkarılmış, siyasi üyelerin çoğunluğu oluşturması sağlanmıştır.
b- Silahlı Kuvvetler’in, anayasanın 117. maddesi uyarınca komutanı olan Genelkurmay Başkanı’nın yetkileri kısıtlanmış, kuvvet komutanlarıyla olan ilişki ve irtibatı kesilmiştir.
c- TSK’de olması gereken emir ve komuta zinciri kırılmış, cumhurbaşkanı ve başbakana kuvvet komutanlarına ve bağlılarına doğrudan emir verme yetkisi tanınmış ve herhangi bir makamdan onay alınmadan derhal yerine getirilmesi zorunlu kılınarak Genelkurmay başkanı tamamen devredışı bırakılmıştır.
d- TSK’nin astsubayından kuvvet komutanlarına kadar nasıp, terfi, atama, görev süresi uzatılması ve görevden alınarak, emekliye ayrılma işlemleri siyasi iktidarın onay ve kararına bağlanmıştır. 669 sayılı KHK, 6756 sayılı yasa ile kabul edilmiş, 681 sayılı KHK ise Anayasa Mahkemesi’nin önceki kararlarını yok sayarak verdiği kararla olağanüstü hal kaldırılsa dahi devamlı ve kalıcı kılınmıştır.
Bu değişiklikler yetmezmiş gibi halkoyuna sunulan yasanın 16. maddesiyle anayasanın 117/2 maddesinde yer alan "Milli güvenliğin sağlanmasında ve Silahlı Kuvvetler'in yurt savunmasına hazırlanmasından TBMMM'ye karşı Baknalar Kurulu sorumludur" hükmünden getirilmek istenen sisteme uygun biçimde "Bakanlar Kurulu" ibaresi çıkarılmış ve yerine "Cumhurbaşkanı" ibaresi getirilmiştir.
Maddede söz edilen sorumluluk siyasi niteliktedir. Cumhurbaşkanının TBMM’ye karşı siyasi sorumluluğu yoktur. Güvenoyu, gensoru ve sözlü soru verilemeyeceğine göre Silahlı Kuvvetler’in milli güvenlik ve yurt savunmasına hazırlanmasının araştırılması, denetlenmesi ve hatta değerlendirilmesi olanağı kalmamıştır. Başbakanlık’ın, Bakanlar Kurulu’nun kaldırılması ve bakanların TBMM’ye karşı sorumluluğu olmayacağı ve bakan sıfatı taşısalar dahi cumhurbaşkanının sekreteri niteliğini taşıyacaklarına göre tek sorumlu, yetkili ve görevli kişi siyasi sorumluluğu bulunmayan cumhurbaşkanı olacaktır. Anayasa değişikliği yasası, halkoyu ile gerçekleşirse Türkiye, parti üyesi veya genel başkanı sıfatı taşıyan cumhurbaşkanını, aynı zamanda ve aynı sıfatlarla başkomutan olarak görecektir. Türkiye siyasetin orduya sokulmasından çok zarar gördü. 105 yıl önce, Rumeli’yi bu nedenle kaybettik, Yüce Atatürk’ün 1909 yılının Eylül- Ekim aylarında yapılan İttihat Terakki Cemiyeti’nin 2. Kongresi’nde yaptığı uyarılar dinlenmedi ve sonuç hüsran oldu. 1924’e kadar zaruretin getirdiği milletvekillerinin aynı zamanda kumandan olabilmesi Atatürk’ün kesin müdahalesi ile sonlandı. Ülkemizin coğrafi, stratejik durumu ve bölgenin içinde olduğu karmaşık kargaşa güçlü bir Silahlı Kuvvetler’e sahip olmasını gerektirmektedir. Geleceğimiz buna bağlıdır. Balkan Harbi’ni ve 15 Temmuz’u unutmayalım. Türkiye’ye, başkancı veya patronlu başkanlık rejimiyle tek adamın ve TSK’ye siyasetin egemen olmaması için ilk koşul yurtseverlerin “partili cumhurbaşkanı ve başkomutan” formülünü içeren anayasa değişikliği yasasına “hayır” demesi olacaktır.
Bu yazı Cumhuriyet'ten alınmıştır